Bombaya Buse verdik
Geçtiğimiz hafta Pazartesi gecesi NTV’yi izliyordum. Celal Pir adlı programcı, malum zihniyetli katılımcılardan birine soruyordu: “Silahı silahla susturmak mümkün değil, öyle değil mi?” Şaşırdım. Yahu peki silah ne ile susturulur? Açılımla susturulurmuş. Peki nereni açıp gösterirsen, neyini verirsen susar? Onu demiyorlar.
Ertesi gün yani geçtiğimiz Salı sabahı Halkalı’da servis aracını bombaladı PKK, şehitler verdik, biri de 17 yaşında Buse.
Şimdi ben ne yazayım, hele de bu riyakârlar, suret-i haktan görünerek, Bayburt deyimiyle “poşa yaşı” dökerlerken... İki dize çok şeyi, belki her şeyi söyler, iki dize sunayım:
“Düdüklü tencerede bomba pişmiştir.
Bombaya Buse verdik, bu nasıl iştir?”
Ergenekon Bombalarının Sırrı
“Sayın Cazim Gürbüz, ben, adına ‘Ergenekon’dedikleri davanın bir numaralı ve en uzun süre hapis yatan sanığıyım.
Atatürk Ekonomisi isimli kitabınız yayınevi tarafından gönderildiğinde ‘evet’ dedim, ’burada olduğumuzun farkında olan birileri var’. Eminim ki, size de Silivri’de olup bitenleri ve burada yaşanan hukuk katliamını çok yakından takip etmeye çalışıyorsunuz.”
Kaynak Yayınları, Oktay Yıldırım’ın “Ergenekon Bombalarının Sırrı” adlı kitabını gönderdi bana. Kitabın arasından yukarıdaki satırlarla başlayan mektup çıktı. Bu köşeyi sürekli okuyanlar bilirler. Silivri Sürgünleri’ne elimden geldiğince sahip çıkmaya çalıştım. Sevgili Doğu Perinçek ilk gözaltına alınıp tutuklandığında “Ergenekon’daki Arkadaş” adlı yazıyı kaleme aldım. Bu yazıyı başka yazılar da izledi. Haftada bir yazıyorum, asıl alanım edebiyat ve kitaplar, ama bir aydın ve siyasetçi olarak da, zaman zaman fikirlerimi bu köşeden aktarıyorum. Oktay Bey’e de gecikmiş bir borcum var bu eserinden dolayı, bunu ödemeye çalışacağım bugün.
Ümraniye’de o gecekonduda bulunan bombalar, Ergenekon adı verilen davanın esası ve başlangıcı sayıldı. Bu bombaların sahibi olarak da Oktay Yıldırım gösterildi. Yıldırım uzun mektubunun bir yerinde şöyle diyor. “Siz bu davanın nasıl bir temelin üzerine kurulduğunu, tertibin nasıl kurulduğunu belgeleriyle, kanıtlarıyla anlattığım kitabımı gönderiyorum. Bu kitapla onların hepsini tarih huzurunda mahkûm ediyorum, çünkü onlar gibi sahte belgelere, sahte ihbar mektuplarına veya asılsız iddialara değil gerçek belgelere ve kanıtlara dayanıyorum.
Sayın Gürbüz, aslında burada yargılanan, hapsedilen kişiler değildir. Burada yargılananlar bu tertibi kuranlardır, eğer mahkeme tutanakları okunacak olursa bu gerçek görülecektir.”
420 sayfa Oktay Bey’in bu kitabı, herkesin, özellikle de kafayı Ergenekon’la bozmuş o malum taifenin okumasını isterim. Bu kitapta yazılanlar vicdanları sızlatacak hatta kanatacak nitelikte.
Yazarın önsözünün son bölümü, milli bir feryattır, kulak verile: “Bilmelidirler ki: Hakikat hapsedilemez, ne kaygan taşlı barajların, ne de demir dağların arkasına. Adı Türk’tür hakikatin, Türk tarihidir, o dağları erittiğini tarih yazıyor! Hakikat hapsedilemez barajların arkasına, adı Atatürk’tür. ‘Kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım’ diye Türk İstiklal Marşı yazıyor!
Yine aşacak bentleri, yine eritecek demirden Ergenekon dağlarını, yine ışığa, yine aydınlığa çıkacak bu millet... Görecekler!
Binlerce yıldır gördükleri gibi!”