Bomba gibiler!
Biri ülkenin “ulusal havayolu şirketi”nin, diğeri “kamu yayıncılığıyla” görevli “tarafsız kamu iktisadi kuruluşu”nun başında; ikisi de “yok artık” dedirtmeyi başarıyorlar attıkları her adımda... “Maşallah” diyelim de nazar değmesin, yoksa “kem gözler(!)”e gelip bir gün iktidarın elinde patlayacaklar!
1. HAMDİ TOPÇU
THY Yönetim Kurulu Başkanı
Sıralamada İbrahim Şahin’i bile geride bırakmasına şaşırdınız değil mi?
Ee bu da kapak olsun mevzuları kişiselleştirdiğimizi düşünenlere. Demek ki neymiş bu sayfa, hak edeni hak ettiği yere yükseltirmiş. Bakın düne kadar “liste başı” olan TRT Genel Müdürü, “aşüfte” çıkışına ve “fırçadan sonra özür” performansına rağmen zirveyi THY Yönetim Kurulu Başkanı’na terk ediverdi.
***
Lafı uzatıp merakta bırakmayayım sizi. Topçu’nun “güler misin ağlar mısın, yoksa başını vuracak duvar mı ararsın” listemize “1 numara”dan giriş yapmasını sağlayan şifre aşağıdaki “davet”te gizli:
“Sn. Köklü,
Ülkemizin haklı gururu, bayrak taşıyıcı havayolu şirketi olan Türk Hava Yolları’nın 2011 yılı değerlendirmesi ve 2012 yılı hedeflerini anlatmak amacıyla 28 Aralık 2011, Çarşamba günü saat 12:30’da sizinle Turkish Do&Co’nun üretim tesislerinde öğle yemeğinde bir araya gelmek arzusundayım.
Katılımınız beni onurlandıracaktır.
Saygılarımla.”
THY’nin “reklam” yemeğine davet edilen “Sn. Köklü” gazetemizin, yani Yeniçağ’ın Genel Yayın Yönetmeni olurlar...
Daveti yapan kişi Topçu, yani THY Yönetim Kurulu Başkanı’nın bizzat kendileri...
Bu davet, tarafları düşünüldüğünde şaka gibi. Hâlâ şüpheleniyorum, acaba bizim yazı işlerinde bir kamera filan mı gizli? THY’den davet geldiğini öğrendiğimizde yüzümüzün nasıl bir şekil alacağını mı merak etti biri! Hemen söyleyeyim:
Ağzımız kulaklarımıza doğru bir kavis yaptı; güldük yani...
Çünkü Hamdi Bey’in bize yaşattığı tam bir durum komedisi.
***
Gazetenin sürekli okuyucuları bu işteki “olağanüstülüğü” anlamıştır anlamasına ya, Yeniçağ-THY ilişkilerinin tarihsel sürecini kaçıranlar yahut bizimle henüz tanışanlar için biraz geriye gitmeli:
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellalken, pireler berberken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken THY’ye bir “el” değdi. O güne kadar yolcuların rahatlıkla ulaşabildiği Yeniçağ Gazetesi, eleştirel haberlerimizden rahatsızlık duyan o “el”ce okurdan sistemli biçimde esirgendi.
Konuyu dönemin milletvekilleri TBMM gündemine getirdi. “Yeniçağ neden yok” sorusuna Ulaştırma Bakanı yerine Maliye Bakanı şöyle cevap verdi:
“Tercih edilmiyor!”
Gel zaman, git zaman araya seçim girdi, TBMM yenilendi, bu arada THY ile seyahat edenlerden gelen “Yeniçağ vermiyorlar” şikayetleri boyumuzu geçti. Tabii yeni vekiller de “istedikleri gazeteye erişimlerinin THY’ce engellendiğini” tecrübe etti. İçlerinden ikisi, Ankara Milletvekili Özcan Yeniçeri ve Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan harekete geçti. TBMM’ye verdikleri soru önergesinde öğrenmek istedikleri netti:
“Yeniçağ neden yok?”
Ulaştırma Bakanı’na yöneltilen soruya THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu aracılığıyla verilen cevap değişmemişti:
“2010 yılında yapılan değerlendirmede gerek 2009 gerekse de 2010 yılındaki tercih oranı düşük olması münasebeti ile 06.03.2010 tarihi itibarı ile satın alınmamaktadır...”
***
İki yıldır ısrarlı bir biçimde Yeniçağ’ın “tercih edilmeyen bir gazete” olduğunu savunan, bu savını sadece 10 gün önce “resmi bir yazı ile” bir kere daha tekrarlayan THY şimdi Yeniçağ’ı “reklam” yemeğine çağırıyor iyi mi?
10 günde ne değişti?
Yeniçağ birden “tercih rekorları” nı altüst mü etti?
Yeniçağ madem “tercih edilmiyor”, dünyanın en büyük havayollarından birinin en tepesindeki ismin “tercih edilmeyen” o gazeteyi yöneten kişiyle ne işi var? Madem okunmuyor bu gazete, hakkınızda her gün övgüler de düzse hiçbir etkisinin olmaması gerekir sizin hesabınıza göre. Sonucu “hiç” olacaksa, bu “tanıtıma aracı kılma” çabası niye öyleyse? Kimseye ulaşmayan bir gazetenin haklarında yazacağı iki satırdan medet ummak yakışıyor mu kooooca THY’ye!
Kendi tezinizi kendi ellerinizle çürüttüğünüze göre cevap vermek de size düşer Sayın Topçu:
“Tercih edilmiyor” deyip ambargo uyguladığınız gazeteyi “propagandanızı yaptırmak üzere” tercih etmiş olmanız, amiyane tabirle “tükürdüğünü yalamak” değil midir?
Yeniçağ “tercih edilen” bir gazeteyse, onu yolcularınızdan “asıl saklama sebebiniz” nedir?
2. İBRAHİM ŞAHİN
TRT Genel Müdürü
Hamdi Bey sorularımızın cevaplarını düşünedursun, Rojin adlı şarkıcı kadına “aşüfte” diyerek yaptığı çıkışa rağmen zirveyi kaptıran İbrahim Şahin’in “geldiği nokta” yı paylaşalım sizinle.
Malum Rojin’le ilgili sözlerine tepki gösterenlere aldırmamış, “üslubum böyle” deyip çıkmıştı işin içinden Şahin.
O ki, “dünyanın en büyük televizyonu” nun patronuydu bugüne bugün kalkıp da özür mü dileyecekti yani!
Dilemedi!
Ne kamuoyu, ne mahalle baskısı hiç birini dinlemedi; “aşüfte” de direndi!
Lakin an geldi, “İbrahim Şahin’den büyük Tayyip Erdoğan var” gerçeğiyle yüzleşti. İşin de, muhtemelen Şahin’in yüzünün de rengi değişti. Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan ile birlikte “aşüfte” dediği kadını arayıp, üzüntülerini bildirdiklerini öğrenince... Bir de üstüne Bülent Arınç herkesin huzurunda “son derece yakışıksız” diye fırça atınca, Şahin bakın nasıl anında buluverdi bizim “boşalmış” sandığımız ağız frenini:
“Toplantıda bulunanlardan biri, kanalın yayıncılık anlayışını hakkaniyetsiz bir biçimde eleştirdi. Kışkırtıcı nitelikteki soru ve ifadelerin ardından ben de TRT 6’nın yayıncılık sürecinde karşı karşıya kalınan zorlukları anlatırken, sanatçı Rojin’le ilgili maksadı aşan bir ifade kullandım. Bundan dolayı hem kendisinden hem de Türkiye kamuoyundan özür diliyorum.”
Topçu’ya sorduk madem, Şahin’e sormamak olmaz:
Sayın Şahin böyle durumlara halk arasında “tükürdüğünü yalamak” deniyordu değil mi?
Demokrasi olsa o koltukta oturamaz
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in bir toplantıda Kürt sanatçı Rojin’e yaptığı akıl almaz hakareti yazarken “bunun kadınlara karşı sözel şiddet olduğunu ve kendinde buna hak görmenin İzmir’de kadın vatandaşı döven polislerin anlayışından farksız olduğunu” belirtmiştim. (...) İnanın bir Batı demokrasisinde, bir bürokrat böyle ciddi bir yanlış yapsa medya ve halk öyle tepki gösterir ki o koltukta oturamaz. Bizde oturuyor ama hiç değilse bu konunun ciddiye alındığı mesajı topluma verilmelidir, aksi takdirde kadına karşı şiddetin azalması gerçekten beklenemez.
Ruhat Mengi / Vatan
Hazırlık kampındaymış meğer!
TRT’nin “Kampüs”ten transfer ettiği profesörlerin başına konan talih kuşlarını sıralarken, birlikte program yaptığı isimlerden biri rektör, diğeri YÖK Başkanı olduğu halde yerinde sayan Vedat Bilgin için “formdan düştü” demiştik ya... Bir Ankara dedikodusu geldi kulağımıza:
Bilgin’in de “rektörlük” varmış aklında. Gazi Üniversitesi için rektör adayı olacağı fısıldanıyormuş şu ara kulaktan kulağa!
Anlayacağınız dedikoduların aslı astarı varsa, bizim “formdan düştü” dediğimiz Vedat Hoca, “form tutmak” için hazırlık kampına çekilmiş meğer şu ara!
Zavallı Fransızlar
Fransa’nın “soykırımcı” olduğunu ilan eden TBMM, bununla yetinmedi, “soykırım yoktur” diyeni hapse tıkan yasayı gündemine aldı.
Sarkozy, bizim Başbakan’a mektup yazdı, cevap alamayınca, bizim Cumhurbaşkanı’nı telefonla aradı, ancak, bizim Cumhurbaşkanı telefona bile çıkmadı. Fransızların “insan kasabı” olduğunu tescilleyen kritik oylama başladı.
Fransa’da çoluk çocuk herkesin gözü kulağı TBMM’deyken...
Fransız Meclisi, sanki “insan kasabı” ilan edilenler kendi halkı değilmiş gibi, tam da kendi halkını “insan kasabı” ilan eden oylama sırasında, oturdu, kendi maaşına zam yaptı iyi mi!
Koyun can derdinde...
Kasap et derdinde yani.
Fransız halkı şoke oldu tabii.
Fransız gazetelerinin santrallarını kilitlediler, “yahu adamlar bizi tarih önünde infaz ederken, bizim milletvekilleri hâlâ cebini düşünüyor, yazın bunları Allah aşkına” diye isyan ettiler.
Yalaka Fransız basını bu rezaleti nasıl örtecek bilmem ama, benim sözüm meclisten dışarı...
Meşhur bi atasözü var.
Fransız atasözü...
“Parmak bir şeyi işaret ederken, parmağa bakana müstahaktır” der.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Kime, neyi, neden savunuyoruz?
Ermeni soykırımı iddiası üzerinden yüzyıl geçti. Ama yoğun ve başarılı bir Ermeni propagandasıyla, sanki dün olmuş gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına her fırsatta çıkarılmakta ve kararlar alınmakta. Fransa’nın son kararı da bunlardan biridir. Bu tür siyasi kararların hiçbir hukuki sonucu yoktur, ama her karar bizi etkilemekte, zedelemektedir.
Peki biz buna karşı ne yapıyoruz? Hukuk profesörü Şeref Ünal’ın tespitine katılmamak mümkün mü?
“Devletimiz, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma bir alışkanlıkla fütursuzca sürdürülen bu tür düşmanca itham ve müdahalelere karşı etkin bir tez ve mücadele yöntemi geliştirememiş ve ümitsizce kendisini savunmaya çalışmıştır. Bu tutumun bir sonucu olarak Ermeni olayları uluslararası siyasetin kirli çıkar platformuna çekilmiş ve asılsız soykırım iddiası dünya kamuoyunda aksinin kanıtlanması mümkün olmayan ve buna kalkışanların cezalandırıldığı bir dogma haline getirilmiştir.”
Hasan Pulur / Milliyet
Mektubunu bekliyoruz
Çok merak ediyorum; şike suçlarında cezaların azaltılması için çıkarılan yasanın iptal edilmesi için Cumhurbaşkanı Gül’e mektup yazan, sonra da tek başına savaşan AKP Milletvekili Şamil Tayyar, acaba milletvekillerine kıyak maaş yasası için de aynı şeyi yapacak mı?
“Yapmaz mı?”
Yapar canım, yapar...
“Adam gibi adam” dır
Şamil... Değil mi Şamil?
Mustafa Mutlu / Vatan