‘Bölünen Türkiye’nin Ülkücü milletvekilleri’
“Ey Türk! Titre ve kendine dön...”
Bu motto ile büyüdü bir nesil... Bu motto ile milliyetçiliğin romantizmini yaşadı... “Yüksel ey Türk! Senin için yükselmenin hududu yoktur...” dizelerini okuduğunda Ülkücüler, Türk ırkının arî ve diğer tüm ırklardan üstün bir ırk olduğuna değil, Türk milletinin faziletlerine inandılar. “Kahramanlar can verir, yurdu yaşatmak için” mısralarından, kan dökmeyi değil, kandan beslenmeyi değil, vatanın mukaddesâtını zerk ettiler ruhlarına ve terbiyelerine. “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” dediğinde Mithat Cemâl, vatanın uğrunda ölmeyi düğün gecesi olarak idrak etti Ülkücüler, Türk milliyetçileri...
“Korkma...” diye başlayan İstiklâl Marşı’nı hançereleri yırtılırcasına söylerlerdi ve hiç korkmazlardı, çünkü Ülkücüler zaten “Ölümlerle eğlenen Tunç yürekli Türkler”di...
Devlet olmak iddiaları vardı... Devleti yönetmek iddiaları...
“Millî devlet, güçlü iktidar...” diye yazdılar duvarlara yıllarca...
Tecvitleri çok iyi olmadı belki hiçbir zaman, ayın çatlatamadılar gırtlaklarından bazı akranları gibi, fakat, en güzel onlar öldüler bu vatan uğruna, en güzel onlar uğurlandılar kara toprağa ‘Fatiha’larla...
7’sinden 70’ine kadar, çocuğundan kadınına ve bıyığı henüz yeni terlemiş civanlarına kadar binlerce cenâzeye omuz verdiler... “Şehitlerim, gâzilerim emin olsunlar...” diye yeminler ettiler mezar taşlarının üzerinde...
Gururluydular.. cesurlardı.. yiğitlerdi.. fedâkârlardı.. cefâkârlardı... sabırlıydılar.. kan içip “kızılcık şerbeti” diyecek kadar mütevekkildiler, idam sehpâlarına giderken ayakları titremedi korkudan, yağlı urgan boyunlara geçerken, “Vatan sağ olsun” dediler...
Ve bu dağlar gibi gençler TBMM’de perîşân oldular...
Kimilerinin kalbine milletvekilliği denilen bir virüs girdi.. kimilerinin ise parti yöneticiliği...
Kendilerine haksızlık yapıldığında, partiden atıldıklarında, isimleri telâffuz edilmeyip “Yozgatlı sarışın çocuk” diye bahsedildiğinde kendilerinden susmayı öğrendiler...
Kendilerine hakâret edildiğinde, “metres” dendiğinde, “salyalı” dendiğinde, “uluyorlar” dendiğinde “askıcı” dendiğinde, “katiller” dendiğinde susmayı öğrendiler...
Kendileri “Erciyes’te uluma, erkeksen Meclis’e gel” diye tehdit edildiklerinde susmayı öğrendiler...
Kendileri için susmayı öğrendikten sonra gerisi daha kolay hazmedildi. Ortada kendileri kalmamıştı, ülkelerinde olan bitenleri de yalnızca ve sessizce izlemeye başladılar, ‘kümede kalmak’ yetiyordu onlara, hiçbir yenilgiden mustarip olmadılar...
Ülkücüler, Türk Milliyetçileri, ülke bölünmeye giderken, ülkenin hükümranlık alanı olan topraklarında binlerce Mehmetçiğimizin kanını akıtan PKK’lı katil Mahsum Korkmaz’ın heykeli dikilirken, operasyonlarda öldürülen PKK’lılar için ‘şehitlik’ adı altında çukurlar kazılırken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Apo başta olmak üzere Kürtçü politikacılar ve Kandil’deki katiller tarafından her gün tehdit edilirken, Güneydoğu petrollerinden hak istenirken hiçbir hesabın içinde yer almayan, hiçbir denklemin içinde hesâb edilmeyen ‘etkisiz eleman’ oldular...
Her girdiği seçimde iktidar partisi karşısında averaj partisine dönüşen MHP Genel Başkanı, kongre fetişine tutulmuşken, TBMM’deki Ülkücüler yakalandıkları milletvekilliği virüsü ile çok mutlular...
Duyarsızlığı, başarısızlıkta saf tutmayı, liyâkatsizlikte tek kol aralığı hizâlanmayı içselleştirdiler...
Vicdanları rahat...
Huzurları yerinde...
“Ey Türk! Titre ve kendine dön!” diyemeyecek kadar sâkinler...
Çünkü onların asla kaybetmeye cesâret edemeyecekleri kadar kıymetli sıfatları var, onlar milletvekili, onlar Genel Merkez Yöneticisi.
“Bu gidiş nereye?” diye sormayacak kadar sorumsuzlar.
Çünkü, bir dönem daha.. bir dönem daha.. bir dönem daha.. bir dönem daha milletvekili olmak zorundalar, Genel Merkez yöneticisi olmak zorundalar, hayatlarını sıfatsız devam ettiremezler onlar.
Kongre salonlarında ‘fitne ezerken’ devleşenlerle, ‘başarısız ve liyâkatsiz otorite’ karşısında ‘süt dökmüş kedi’ye dönenlerin aynı bedenler, aynı zihinler ve aynı sıfatlar olması millî bir trajedi aynı zamanda. Bu millî trajedinin bir millî dramaya dönüşmesi için çok zaman geçmeyecek...
Ve Ülkücü milletvekilleri, Ülkücü yöneticiler, bir zamanlar gencecik bedenleriyle kuşandıkları sokaklardaki cesâretlerini, sokaklardaki hassâsiyetlerini hatırlamaz iseler, yakın bir gelecekte ‘Bölünen Türkiye’nin Ülkücü milletvekilleri’ sıfatlarıyla anılacaklar...
Yani, bölüm bölüm böldürdükleri Ülkücülüklerini ülkenin bölünme sürecine yem yapacaklar...