Bölücülük hız kesmiyor! (04 Şubat 2010)
Türkiye medyasında ve siyasetinde kimse ne yazdığının ne söylediğinin farkında değil. Herkes ağzına geleni söylüyor, aklına geleni de yazıyor. Medya, reyting uğruna birliğin, beraberliğin ve bütünlüğün altına dinamit koyucu programlar yapıyor. Haberler, tartışma programları ve konuşmalar etnisite ile açılıyor, mezhep ve kışkırtıcı yorumlarla da kapanıyor. Ayrıştırma ve ötekileştirme faaliyetleri alabildiğine sürüyor. Etnisiteler, mezhepler ve diller birbirine karşı tahrik ediliyor. Dağdakiler silahla, ovadakiler siyasetle, stüdyodakiler ise söylemleriyle aslında aynı şeyi yapıyorlar: Kışkırtıcılık. İşin tek sevindirici yanı, bütün bu kışkırtmalara halkın itibar etmemesidir. Sağduyu şimdiye kadar kışkırtmalara galip gelmiştir. Bazı etnisite ve mezhepler o kadar mağdur ilan edilmiştir ki bundan sonra kışkırtmalara kapılmayacaklarına dair bir garanti yoktur. Ülkede sorunları çözmekle sorumlu olan iktidar yetkililerinin bizzat kendileri mezhep, etnisite ve azınlık kışkırtıcılığı yapıyor. Siyasi istismarda sınır tanınmıyor.
Farklılıkları kutsamak!
Demokratik ülkeler Türkiye’de olup bitenin tam tersini yapıyorlar. Onlar milli bütünlüklerini ve barış ortamlarını her şeye tercih etmektedirler. Oralarda farklılıklar bütünlük içinde özgürdür. Yani demokratik ülkelerde birlik içinde farklılık esastır. Onların birliğe ve bütünlüğe karşı farklılığa koruma göstermesi söz konusu bile değildir.
Amerika’nın eski başkanlarından demokrat ve barışçı tavrıyla ünlenen Wilson’un aşağıdaki görüşleri, ciddi bir mesaj niteliğindedir. Wilson, Amerikan yurttaşlığına yeni kabul edilmiş kişilere Philadelphia’da seslenirken şunları der: “Kendinizi gruplar olarak düşünürseniz, siz gerçek Amerikalı olamazsınız. Amerika gruplardan oluşmuyor. Kendini bir ‘özel’ grubun üyesi olarak gören kişi henüz Amerikalı olmamıştır”. Wilson, önce Amerikalı olacaksınız! diyor. Aynı şeyi bugün Türkiye’de söylemek cesaret ister.
Ülkeye pamuk ipliğiyle bağlılık!
Diğer yandan ABD’nin bir başka eski başkanı Roosevelt, daha çarpıcı konuşur. Roosevelt, “bir ülkeye yüzde elli bağlılık olamaz. Bir kişi ya Amerikalıdır ya da değildir”.super nosupersub “Bir ülkeyi mahvetmenin yolu, bir ulus olarak yaşamamızı engellemenin yolu; birbiriyle dalaşan Alman-Amerikalı, İrlandalı-Amerikalı, Fransız-Amerikalı, İskandinav-Amerikalı, İtalyan-Amerikalı olarak her biri ayrı grubun kendi ayrı kimliğini benimseyerek yaşamasıdır”. Türkiye’de yetkililerin bizzat kendileri etnik ya da mezhep kökenine vurgu yaparak konuşuyorlar.
Ünlü bilim adamı Lipson’un konuya yaklaşımı da şöyledir: “Eğer insanlar ırklarının, dinsel inançlarının, dil miraslarının ve onun kültürünün şiddetle bilincinde iseler ve bunların herhangi birisinin ya da hepsinin varlığının bu konularda farklı olan bir grubun tehdidi altında olduğuna inandırılmış iseler, bu iki grubun aynı toplum içerisinde bir arada yaşaması oldukça güçtür”. Türkiye’de bizzat açılımlarla hem mezhep hem de etnisiteleri birbirine karşıt bir biçimde konumlandırarak birbirini tehdit eden olgular gibi göstererek bu anlamda tehlikeli bir açılım oyunu sahneye konmuş bulunmaktadır. ‘Karamanın koyununun’olduğu gibi açılımın oyununun da bir sonu olacaktır. Açılım macerasının iyiliği ya da kötülüğü, yol açtığı ya da engel olduğu sonuçlara göre, yakında halkın şaşmaz yargısına muhatap olacaktır. Ancak olan da Türkiye’nin bütünlüğüne olacaktır.