Bırakın yaşasın soykırımcısıyla birlikte

Nam-ı diğer “Light Apo” Kemal Burkay, 31 yıl yaşadığı İsveç’ten ayrılıp Türkiye’ye dönecek olmanın hüznüyle bir veda mektubu yazmış “aşkla bağlandığı” ülkeye:
“Seni özleyeceğim!..”
Burkay’ın mektubunun bir bölümü şöyle:
“Sen kucağını biz Kürtlere de açtın. Bizim çocuklarımız ki kendi ülkelerinde ana dilleri ile okuma hakkından yoksundular -hala da yoksunlar- sen onlara dillerini okuyup yazabilmeleri için her türlü olanağı sundun. Hatta bu amaçla Kürt öğretmen yetiştiren bir okul açtın. Senin sosyal ve kültürel kurumların kendi dillerinde yayın yapmaları, kitap basmaları için Kürt aydınlarına önemli destek sundular. Böylece kendi ülkemizde yasaklı olan kültürümüz burada boy verdi; çiçek açtı...”
Bu toprağa adım attığı anda, “İnsan hakları savunucusu” diye yutturmaya çalışacaklar bu adamı sana... Ey milletim, sakın inanma!
Burkay’ın övgüye boğduğu İsveç’in 40 yıl içinde, hayvanlara uygulanmasına dahi izin verilmeyen yöntemlerle kısırlaştırdığı 62 bin kişi insan değil miydi!
“Mükemmel ırk” yaratmak uğruna düşük zekâlıları, sakatları, suçluları, aykırıları, isyankarları yok edebilirsin!..
Ne “ırkçı” diyen çıkar sana, ne “soykırımcı”, ne “faşist devlet”!
Nifak tohumu kontenjanından Kürtçüleri besliyorsun ya o yeter kendini aklamana!
İşte ululanan Kürt aydını tavrı!
Senden olana gölge etmesin de gayrısını gözlerinin önünde kıtır kıtır kessin isterse!
Burkay dönsün diye davetiye üstüne davetiye yollayan AKP’lilere son çağrı:
Sokmayın bu ırkçı adamı Türkiye’ye!
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş işte, bırakın yaşasın soykırımcısıyla birlikte!


Sen vicdandan mı bahsediyorsun şimdi

“Küresel vicdan; din, ırk, mezhep ve de yerellik ayrımı yapmıyor” diyen Mehmet Altan, kıtlık içindeki Somalili çocukların derdine derman olmaya çağırıyor bütün dünyayı...
Burnunun dibinde, cezaevlerine tıkılan meslektaşlarının kimi kundakta mama-bez bekleyen, kimi okulundan ayrılmak durumunda kalan çocuklarının hangisi için dertlenmiş Mehmet Altan bugüne kadar? Kıtlıktan da değil ha, varlık içinde yokluktan, babaları hem var hem de yok olduğundan, hem iş güç sahibi, hem de iş yapamaz hale getirildiğinden, biçare bırakılan bu çocuklardan hangisi “aç mı, tok mu” diye sormuş soruşturmuş ki, şimdi taa Somali’dekileri düşündükçe uykuları kaçan “vicdanlı abi” pozları kesiyor...



“Norveç”ten ders almaya ihtiyacı olan biri daha var

Tayyip Erdoğan, Norveç’teki olaydan sonra en büyük silahını; dilini bir kere daha Türk medyasına uzattı:
“Norveç’teki olay sebebiyle Gizem kızımızın ailesini aradım. Diyorlar ki “Kızımın fotoğrafını yayınlamak için bizden izin istediler.”
Bizde bu var mı? Yok. Bizde her türlü ajitasyon ve ülkemizde moral güçleri olması gereken kuruluşları demoralize etmek için bir gayret var. Terörün en önemli silahı propagandasını yaptırmaktır. Teröristlerin temsilcileriyle medyanın el ele vermesini anlayamıyorum.”
Maksat Norveç’teki dehşetten Türkiye’ye “hisse” transferiyse, buyrun sayın Erdoğan bu da bizden size:
Malum, Norveç’teki mahkemeleri karar alırken, “terörist”in propaganda yapmasına fırsat tanımamayı esas aldılar.
Meseleye sizin üslubunuzla yaklaşacak olursak:
“Bizde bu var mı? Yok. Bizde İmralı’daki caninin PKK’yı yönetebilmesi için bir gayret var. Avukatları ellerini kollarını sallaya sallaya cezaevinden talimat taşıyorlar militanlarına! Sonra gazeteciler dağdaki teröristle yedikleri kaburgayı anlatıyorlar ballandıra ballandıra... Teröristlerle medya ve hükümet temsilcilerinin el ele vermesini anlayamıyorum.”
Bu arada madem bu kadar rahatsızsınız medya-terörist flörtünden, Kandil’i köşe başı muhallebicisi gibi kullanan “ulak gazeteciler” ile “AKP milletvekilleri”nin elele “eyalet turnesi”nde işi ne?



BASINDAN SEÇMELER


Bu manzaraya hıyar yakışırdı

“Basın” ödülleri dağıtıldı.
“Basın Özgürlüğü” ödülleri.

*


Dolmabahçe Sarayı’nda.
Boğaz’a sıfır.
Hasbahçe’de.

*


1.500 gazteci katıldı.
Fonda ince müzik.
Kokteylle başladı.
Önce biraz fındık, fıstık, badem, kuruyemiş atıştırıldı, sonra kiraz, muz, karpuz, kavundan oluşan meyve barın başına doluşuldu, rakı-viski tokuşturuldu, limon sosunda hıyar servis edildi. Ki, hıyarsız olmazdı, bu manzaraya hıyar yakışırdı...
Ardından, yemeğe geçildi. Döner, tavuk, beğendi, hangisini beğenirsen gari...
Yanında, şakşuka, zeytinyağlı dolma, yoğurtlu semizotu, haydari filan, 12 çeşit. Bilahare, tatlı tabii, profiterol, baklava, tulumba, kazandibi, bi ara ödüller verildi. Üstüne kahve-soda, Allah içinize sindirsin, güzel bi geceydi.

*


Değerli arkadaşım Nedim de
almıştı bu özgürlük ödülünden...
Merak ettim, acaba o ne yedi?
Patlıcan çıkmış.Yanında bulgur.

*


Bulgur idare eder de, patlıcandan nefret eder. Ağzına sürmemiş. Konserve pilakiyi bidonda süzmüş, taneleri ayıklayıp, soğan doğramış, piyaz türevi bi şey icat etmiş.
Ekmek, üstüne su.

*


Diyeceksiniz ki, bidonda süzmüş ne demek? O da Nedim’in icadı... Süzgeç yasak. Plastik bidonda beş litrelik su alıyor, bitince, atmıyor, çatalla dibini deliyor, süzgeç haline
getiriyor.

*


Dolmabahçe Sarayı değil neticede, kışla karavanası gibi, ister kabak, ister ıspanak, hepsinin tadı aynı... İki gün yiyince, gına geliyor. İnsanın canı “evindeki” yemekleri arıyor. Mecburen konserveye sarılıyor. Haftada bir gün talep kâğıdı dolduruyor, kantine veriyor. Dana carpaccio, tatlı ekşi soslu ördek isteyecek hali yok... Hepi topu pilaki var. Bazen ton balığı. Yumurta yasak mesela... Tutkal yapılıyormuş yumurtadan, zamanında nasıl becerdilerse firar için kullanılmış galiba, tehlikeli madde, yasaklanmış.

*

Kaşarlı tosta bayılır Nedim.
Adeta aşeriyor.
O da yasak.

*


O yüzden duruşma günlerini iple çekiyor. Tahliye umuduyla değil... Tost yiyebilme umuduyla... Eşi, arkadaşları getiriyor, elden verilmesi yasak ama, nezaret eden askerler de insan evladı, çaktırmadan göz yumuluyor, mahkemeye girip çıkarken kaşla göz arasında iki lokma ısırıyor Nedim... Son duruşma ziyafetti, tek dilim baklava sokuşturdular ağzına.

*


Biri, değerli arkadaşım Nedim...
Onlarca yurtsever gazeteci içerde.
Telekulaktan hepsi.
“Özgürlük” ödülleri dağıtılan, Dolmabahçe Sarayı Hasbahçe’deki gazteciler gecesinin sponsoru kimdi?
İngiliz telefon şirketi!
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Her sakallıyı deden sanmayacaksın ey milliyetsiz adam

Avrupa ve ABD’nin sömürdüğü İslam ülkelerinde; Batılılara karşı direniş görüldüğünde; Amerika bu direnişçileri ’İslamcı terörist!’ diye damgaladı.
İslam dini yanlılarına karşı yürütülen bu yoğun kampanya; Batı’da ’düşünce özgürlüğü’sayılıp teşvik bile edildi.
Amerikalı stratejist Huntington’ın ’Medeniyetler çatışması’tezi de tam bu sürecin anlatımı olarak gündeme getirilmişti.
Eskiden; Sovyetler’i düşman ve terörist göstererek kamuoylarını kandırıp yönlendiren Batılılar; komünizmin yerine Müslümanlığı yerleştirerek kitleleri terörize etmeye devam ettiler.
Ve geldik Norveç’e...

***

Kendisini, Haçlı şovalyesi ilan
etmiş.
Adam; sıkı bir Hristiyan...
Ne yazık ki bizim gazetelere ve televizyonlara haber yapan salak haberciler; katil Anders’in siyasal-ideolojik kimliğini açıklarken; onu ’milliyetçi’gösteriyorlar.
Dedim ya bizim gazetelerin; televizyonların tümü aptal ve şartlanmış milliyetsizlerin elinde.
Bir kötülük yapılırsa; bunu ancak milliyetçiler yapar.
Öyleyse 76 kişiyi öldüren Norveçli de milliyetçidir.
İşte buna diyorlar Aristo mantığı ile.
Ama her sakallıyı deden sanmayacaksın ey milliyetsiz adam.
Çünkü; Norveçli katil; Norveç milletini yüceltmek için değil; Avrupa’yı Müslüman ve Türklerden; bir de Marksistlerden kurtarmak için çabalayan birisi.
Batılıların dilini kullanacak olursak o bir Hristiyancı terörist.
Rıza Zelyut / Güneş




Başbakanımızın korumaları yoğun stres nedeniyle vatandaşlara kötü davranmamaları için terapi görüp, stres kontrolü dersi alıyorlarmış. Yetmez ama evet, bu dersleri korunan kişi de alsa hiç fena olmaz!
Engin Balım




Hukuk(!)

Eğer; kimisi devletin içinde, kimisi sokakta, kimisi kahvehane köşesinde örgütlenmiş üç beş çapulcu senden daha becerikliyse...
Eğer; suçlu olmak, masum olmaktan daha iyiyse...
Eğer; hukuka güvenenler, hukuksuzluğa güvenenlerden daha güçlüyse...
İstemem seni...
Canım çıksa da kapını çalmam...
Ayağım kırılsın...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet




İyi ki adını anmadı!

CHP’liler haksızlık etmesin: Başbakan seçimlerden önce defalarca andı İsmet İnönü’yü...
Örneğin 25 Ocak 2010’da Memur-Sen’in kongresinde İnönü’yü “diktatör”lükle suçladı...
Partisinin 2 Mayıs 2010’daki Meclis Grubu toplantısında da “Eğer illa Hitler’e benzetilecek bir siyasi figür arıyorlarsa, kendi genel merkezlerindeki eski genel başkanlarının fotoğraflarına baksınlar... Orada Führer’e özenip kendisine ’milli şef’ dedirten genel başkanlarının Hitlervari bıyıklarının altından kendilerine gülümsediğini göreceklerdir” dedi...
Buna benzer sözleri onlarca kez tekrarladı...
Şimdi CHP’liler diyor ki, “Lozan’ın mimarı İnönü’dür...
Vay, nasıl olur da Başbakan ondan söz etmez?”

***


Bana göre... İyi ki söz etmedi...
Mustafa Mutlu / Vatan




“Darbeci” listesinde fire var

İsmet Berkan’ın Hürriyet’te cumartesi günkü yazısından bir bölüm:
“Yıl 2004... Ocak ayının 14’ü. .. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un güvenlik ve irtica sunumu çok kapsamlıydı ve aslında hükümete bir muhtıra niteliğindeydi. O gün, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök bile Başbakan’a ’Bizi istemediğimiz şeyler yapmak zorunda bırakmayın’ diyerek darbeyi ima etti...”
E, hani Hilmi Özkök darbeleri planlayan değil engelleyen adamdı? Baksanıza, meğer o da Başbakan’a darbe imasında bulunmuş 2004 yılında... Ama adı hiç darbeciler arasında geçmiyor! Tam tersine darbelere soğan doğrayan ve siyaseti kurtaran adam rollerine sokuluyor kendileri....
Melih Aşık / Milliyet

Yazarın Diğer Yazıları