Bir yorgun savaşçı Denktaş

Bu zor bir yazı. Bir vatanseverin ardından yazılması zor bir yazı. Rauf Denktaş’tan söz ediyorum. Ben kendisini ABD’de yapılan barış görüşmeleri sırasında tanımıştım. İlk kez Washington’da tanıştık. Akıllı ve kendinden emin neşeli bir liderdi. O denli bilgili ve kendinden emindi ki önüne sürülen tuzaklara düşmedi, düşüremediler.
Denktaş ile bir sohbetimiz sırasında Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Bu seçim sırasında bir ara Denktaş’ın da adı ortaya atılmıştı. Rauf Beye bu konuyu açınca bir kahkaha atarak, “her eşek kendi memleketinde tanınır, siz beni bir de Kıbrıslılara sorun, onlar size bunun olamayacağını anlatır” demişti.
Denktaş’ı ayrıca 1997’de New York yakınlarındaki Troutbeck’te Temmuz ayında Clerides ile bir araya geldiklerinde de izlemiştim. İkisi de öyle kiloluydu ki toplantının yapılacağı bina dışına bir portatif asansör yapılmıştı. Toplantılar sırasında Rum tarafının sürekli basına bilgi vermesine karşılık bizim taraftan ses çıkmayınca Denktaş’a durumu şikâyet etmiştim ve toplantılar sonrası adamcağız kendisi gelip bilgi verdi.
Denktaş’ın New York’taki son toplantılarından birinde birlikte olmuştuk. Kendisine, başbakan olan Talat, Dışişleri Bakanı oğlu Serdar da refakat ediyordu. Birleşmiş Milletler binası karşısında kaldığı otelin barında gazeteciler oturmuş günün muhasebesini yaparken Denktaş gelmiş ve hepimize selam vermişti. Bir grup içinde gördüğü Mehmet Ali Birand’a “ne haber Caren Fogg çocuğu” diye seslenmişti. Birand bu seslenişe tepki gösterip niye öyle diyorsunuz diye sorunca da Denktaş, “sana o... çocuğu diyemediğim için” demişti.
New York’taki o görüşmeler sırasında sabaha kadar Birleşmiş Milletler toplantılarını izleyen bizler gece acıkmış ve aramızdan New York’ta çalışan bir iki arkadaş sabaha kadar açık olan bir Türk kebapçısından hepimize lahmacun falan getirmişti. Biz sipariş verirken Yunanlı gazetecilere de isteyip istemediklerini sormuş, Avrupa’nın bu asil evlatları istememişti. Ancak lahmacun kokuları Birleşmiş Milletler binasını sarınca bizim sipariş lahmacunları onlarla paylaşmak zorunda kalmıştık.
Denktaş ABD tarafından hazırlatılan Annan Planının aslında bir Amerikan planı olduğunu ve bu planın anayasa ile ilgili bölümlerinin Massachusetts eyaletinde üniversite profesörlerine hazırlatıldığını biliyordu. Ayrıca Amerikalılar öylesine bir tuzak hazırlamıştı ki, Türk tarafına göstermeden önce plan üzerinde Rum tarafının onayını almışlardı. Tabii Denktaş yutmadı.
New York’taki toplantılar sırasında gece bekleyen Amerikalı yetkililere Birleşmiş Milletler yetkilileri bilgi veriyordu. Ne acıdır bu toplantılar sırasında Denktaş’ın altını oyan daha sonra da Erdoğan hükümeti ile işbirliği yapan Talat (namı diğer kel Talat) Denktaş’ın bu konuları bu kadar iyi bilmesinin kendisini şaşırttığını söylemiş, görüşmelerin ve olayların ne kadar dışında olduğunu fark etmişti. ABD’nin Clinton dönemindeki Kıbrıs özel temsilcisi Bosna barışının mimarı kabul edilen ve barışı sağlayacağını iddia eden Holbrooke, Denktaş’ı kandıramamıştı, bu yüzden ondan nefret ederdi.
Daha sonra da AKP iktidarı ile birlikte olup Denktaş’ın partisinin seçimi kaybetmesinde tam gücüyle çalıştı. Bu eski solcu tüm öteki solcularda gördüğümüz bir davranışla AKP’nin adaya ihraç ettiği imamlarla birlikte çalıştı ve referandumda evet oyu çıkmasına yol açtılar. Evet, sonucunda vaatlerde bulunanlar daha sonra Denktaş’ın söylediği gibi dillerini yuttular.
İster beğenin ister beğenmeyin Denktaş bir Türk milliyetçisiydi. Vatanı için, üç evladının ölümüne rağmen mücadelesini sürdürmüştü. Uluslar Mustafa Kemal gibi ender bu tür liderler çıkarır ve düşmanları da çok olur. Allah gani gani rahmet eylesin. Şimdilerde ona lanet okuyan, altını oyan siyasetçilerin cenaze töreninde yapacakları konuşmalarda ne kadar kıymetli bir adamı kaybettiğimizi vurgulayacaklar. İşte bu da siyasetçi ahlakı.

Yazarın Diğer Yazıları