“Bir Semaverlik Muhabbet”
Günümüz şairlerinden sevgili Hakan Sürsal, bir şiir kitabının ilk sayfasına şunları yazmıştı: “Oğlum! Sana kitap bırakıyorum, içi dışı ben...”.
Şairlik yönü ağır basmakla birlikte, edebiyatın neredeyse her dalında nitelikli ürünler veren Yahya Akengin, “Bir Semaverlik Muhabbet” adıyla, anılarını kitap etti şimdi de (Bilgeoğuz Yayınevi). Kitabı bitirince aklıma Hakan Sürsal’ın yukarıya aldığım sözü geldi, bu kitabın içi dışı Yahya Akengin.
“Edebiyat muhbirliktir” diyor Frederic Beigbeder. Bu muhbirlik, gerekli ve meşru bir muhbirliktir, muhabirliktir aslında. Eleştirel, nesnel bir bakış, ayrıntı kaçırmayan bir göz gerek bu muhbirlik için, güçlü bir bellek gerek, mizaha da, izaha da yatkın bir üslup gerek. Bütün bunların Akengin’de olduğu, bilinir bu ülkede. Bir Semaverlik Muhabbette, edebiyat ve edebiyatçılar işin eksenini oluşturuyor elbette, oluşturuyor ya, 1980 öncesinin (kısmen de 80 sonrasının) ideolojik mücadeleleri, solun, İslamcıların ve ülkücülerin dogmaları, sapmaları, saplantıları anlatılıp yorumlanmadan olur mu? Sözgelimi şimdi başka tellerden çaldığı artık ayan beyan olan şu Türkiye Yazarlar Birliği’nin torbadaki yüzünü ta o günlerde gören ender kişilerden biri Akengin. İlesam’ın gelmişi, geçmişi de, edebiyat tarihine düşülen notlar olarak yazılmasaydı, bir sözlü kültür olarak yani kayıt dışı olarak kalacak, birkaç kuşak sonra da unutulup gidecekti.
Akengin, muhabbetini, çok sevdiğim o güzelim şiirleriyle de renklendirmiş. Nesirleriyle şiirlerini şöyle yan yana karşı karşıya koydum da, yâdıma Cemal Süreya’nın o sözü düştü: “Nesir jandarma, şiir eşkıya”. Eşkıyalık başına buyrukluktur, boyun eğmemektir, karşı koymaktır, Köroğlu, Dadaloğlu, Kaçak Nebi gibi halkın sevgilisi olup destan, efsane ve şiir yaratmaktır.
“Dünyayı defter edip koydum cebime/Muradım seni yazmaktı uzun uzun” diyen Akengin’in o defterinden edebiyatımıza daha neler sızacak kim bilir, özlemle bekliyoruz.
Elçin, Sarı Gelin, Kırk Ambar...
Azerbaycan’ın ve Türk Dünyasının büyük yazarı Elçin’in Ötüken Yayınevi’nce yayımlanan iki kitabını okudum geçen günlerde. “Sarı Gelin” adlı olanı, öykü; “Kırk Ambar” da deneme türü bir eser. Elçin’in öyküleri, kupkuru anlatılar değil, insanı yormayan ama derinden düşündürten felsefi sorgulamalar var eserlerinde, çarpıcı olay ve sözler bu işin aracı. Örnekler vereyim: Diyor ki Elçin: “Katarlar yüklerle birlikte insanların sırlarını da birbirlerine götürürler... Dünyada birçok şey katarlar gibidir, gider gider gider...”, “Dünyanın çöp kutuları pis kokmaktaydı. Onlardan güzel koku gelseydi o zaman ne olurdu? O zaman başka dünya olurdu”. Ve o akıcı, Türkçe’ye bir Kafkas oyunu ustalığı ve inceliği veren satırlar: “Ay gibi doğdun, gün gibi battın, binende at bağrı yardın, saydığına selam verdin, saymadığına yan baktın.”.
Elçin’in denemelerinde de özlü sözler, doğru ve çarpıcı tespitler var. İşte onlardan birkaçı: “Bazı romanlar ölü doğar”, “Bir esere azıcık da olsa siyaset bulaşmışsa, o eser bitmiştir”, “Edebiyat coğrafyanın önüne geçiyor”, “Şiirle insan arasında genetik bir bağ olmalı”, “Zaman, sözün karşısında güçsüzdür. Zaman kitabın karşısında güçsüz”, “Bazen kitap okura tecavüz eder, bazen de bunun tersi olur”