Bir Muzaffer Özdağ vardı!
Tarih, zaman zaman rutin akışının dışına çıkar, daha hızlı akar. Tarihin hızlı aktığı zamanlarda işgaller, ihtilaller, ayaklanmalar, yıkılışlar, kuruluşlar vb. toplumsal alt üst oluşları yaşanır.
Bu dönemler toplumlar bakımından ontolojik (var oluş) sonuçlar ürettiğinden “bunalım dönemleri” olarak nitelendirilebilir. Osmanlı’nın yıkılış döneminde İttihatçılar, Türkiye’nin kuruluş döneminde Kuvva-i Milliyeciler, darbe dönemlerinde Milli Birlik Komitesi üyeleri, 12 Eylül öncesinde de Ülkücü ve Devrimciler bu tür şartların içine doğmuşlardı. Muzaffer Özdağ da işte böyle bir bunalım döneminde çalışkanlık, fedakârlık ve feragat vasıflarıyla temayüz etmiş bir subaydı.
5 Şubat 2002 tarihinde, bundan tam dokuz yıl önce kaybettiğimiz Muzaffer Özdağ, tarihin hızla aktığı böyle bir dönemde, birçok toplumsal alt-üst oluşa şahit olmuş mümtaz bir şahsiyetti. O, önce büyük bir Türk milliyetçisi sonrasında da devlet ve fikir adamı, subay ve hukukçu olarak ülkesinin ve milletinin yüceltilmesi için mücadele etti.
Muzaffer Özdağ’ın hayatı, başta gençlik olmak üzere siyasetçiyi, aydını ve toplum önderlerini uyarmakla geçmiştir. Onun Rus Çarı’nın “Türkleri yenmek istiyorsanız öncelikle tarihlerini yenmelisiniz!” sözlerine özel vurgu yapması manidardır. Türkiye’ye yönelik “Örtülü İstila ve Psikolojik Savaş”a karşı “milli mücadele” verilmesi gerektiğine özellikle dikkat çekmesinin ne anlama geldiği bugün daha da iyi anlaşılıyor. O, “Milli kültürle bezenip beslenmeden, milli şuur kazanmadan yabancı kültür ortamının etkisine giren fertler kendi toplumlarından kopabilir, kendi milletlerine yabancılaşabilir” diyerek sorunun kaynağına da özellikle dikkat çekmiştir. O, milletlerin büyüklüğüyle evlatlarının bilinci arasında güçlü bir ilişki olduğunu derinden hissetmiş ve sürekli olarak bu bağın koparılmaması gerektiği ikazında bulunmuştur.
Muzaffer Özdağ, günümüz Türkiye’sinde yaşananların doğal ya da yapısal olmadığına da dikkat çekerek şunları yazar: “Yaşanan durumun mücerret bünyevi rahatsızlık, ekonomik ve kültürel olağan değişim ve gelişimle ilgili bir iç sorun değil, güçlü bir düşmanın gizli bir yıkım ve istila girişimi, örtülü bir savaş uygulaması olduğu bilinmelidir”.
Şundan herkes emin olmalıdır ki zamanında rahmetli Özdağ’ın canhıraş bir biçimde dile getirdiği konularda gereken önlemler alınmış olsaydı Türkiye’deki milli yıkım ve kıyım bu aşamalara ulaşamazdı.
Tarih, jeopolitik, kimlik, strateji ve Türk dünyasıyla ilgili konularda Özdağ, düşünenler için bir kutup yıldızı ve referans kaynağı olmuştur. Kaleme aldığı yazılarda millet ve vatan sevgisi dikkat çekecek kadar belirgin ve özgündür.
Kendi halkına yabancı olan seçkincilerin de ondan öğrenecekleri çok şey vardır. “Halkı halka rağmen yönetme” iddiasını sürdürenlerin onun şu tespit ve teşhisini içselleştirmelerinde yarar vardır: “Köylünün sanıldığı gibi, kara fikirli, mutaassıp olmadığını gördüm. Özlü yurtsever ve dindar kimselerdir. Fikir ve inançlarında samimi idiler. Bence Türk inkılâpçısının hatası, halkla olmayıp halkla karşı olmasındandır. Halka rağmen halk için düşünüş yanlıştır. Hakikat anlatılırsa halkla beraber halk için olacaktır”.
2002 yılının 5 Şubatında vatan ve millet sevgisiyle yüklü bir yürek birdenbire susmuştu. Bugünlerde ona ve söylediklerine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Ruhu şad, mekânı cennet olsun!