Bir millet ahlakını toptan kaybeder mi?

Uzunca süredir yolsuzluktan daha tehlikeli olanın, o yolsuzlukların bir felsefeye kavuşup ''toplumsal kabul''e dönüşmesi olduğunu yazmaya çabalıyorum… Geçenlerde Prof. Dr. İskender Öksüz''ün ''bam teli'' niteliğinde yazdıklarını görünce paylaşma ihtiyacı hissettim… Buyrun:

Çocuklarımızı yetiştirirken sağlıklı ortam talep ediyoruz. Parazitler olmayacak. Hava ve su temiz olacak.

Kendi yaşadığımız ortam için de benzer taleplerimiz var. Fakat çocuklar her zaman daha önemli. Çünkü onları kendimizin devamı, bizi ölümsüzleştirenler diye görürüz. Kötülüğün onların başına gelmesindense bizim başımıza gelmesi evladır.

Şimdi soralım: Çocuklarımızın yetiştiği ahlak ortamı temiz mi? Sağlıklı mı? Özü ile sözü bir olmak. Dürüstlük. Yalan söylememek. Çalmamak. Güvenilir bir insan olmak. Allah''ın bildiğini kuldan gizlememekten, gizlemek zorunda kalacağınız şeylerden kaçınmaktan söz ediyorum.

***

Çevreciler, ne dersiniz? Bizim çocuklarımıza ve gençlerimize sunduğumuz ahlak çevresi temiz mi? Ahlak çevresinin temizliği; toprak, su, mekân, ses çevresinin temizliğinden daha mı az önemli? Çevremizdeki maddenin kirliliği tehlikeli ve sakıncalı da ahlakın kirliliği bunların yanında ikinci derecede midir?

Maddenin kirliliğini temizlersiniz. Sosyal ahlakın kirliğini de temizleyebilirsiniz. Geri dönülmez noktaya gelene kadar. Nedir geri dönülmez nokta? Toplumun, ''sosyal ahlaksızlığı artık ahlaksızlık kabul etmediği çürüme düzeyi''dir. Belki o noktaya kadar ahlaksızlık yapmak tehlikeliydi. O noktadan sonra ahlaksızlığa ahlaksızlık demek tehlikelidir.

Mesela toplum, bütün siyasetçilerin yalan söylediğine, hepsinin yolsuzluk yaptığına inanmaya başlarsa. İnanmanın ötesinde, her gün böyle olduklarını görürse. En vahimi, "Siyaset böyledir. Herkes yapıyor. Çalıyor ama çalışıyor. Yalancı ama bizden" diye düşünmeye başlarsa… Ya toplum bu düşünceyi de benimseyip normal sayarsa…

***

Mesela toplum, ticarette ve iş hayatında yalan söylemenin, hile yapmanın, insanları kandırmanın normal olduğuna; bütün iş insanlarının bu ahlaksızlıkları yaptıklarına, aksi takdirde başarılı olamayacağına inanmaya başlarsa! Bir büyüğümüzün, "Zenginse çaldığındandır. Fakirse çalmayı bilmediğindendir" vecizesini hatırlıyorum. Bu anlayış yerleşirse… Hırsızların genel savunması, "Ama herkes çalıyor"dur. İnanmazsanız hırsızlık masasından bir polise veya bir ceza hâkimine, avukatına sorun. Hırsız buna inanır. Ya toplum da buna inanmaya başlarsa!..

Mesela toplum, adaletin haklıdan değil, güçlüden yana olduğuna inanmaya başlarsa. Hatta parayı verenin mahkemede de düdüğünü çaldığına inanmaya başlarsa… Bir ülke için, "Davalar açık arttırmaya dönüştü" diye yazıldığını hatırlıyorum. Açık rüşvet arttırmasına veya açık siyasi güç bilek güreşine… Ve bu kanıksanırsa. Artık o mahkeme, mahkeme midir? O hâkim hâkim midir? O devlet, devlet midir?

***

Makamlara kopyayla, intihalle, torpille gelinebilir. Dünyanın her yerinde olur. Fakat çoğu toplum bunları bulur, basın bunlara işaret eder ve bunlar hızla topluma zarar verebilecekleri yerlerden uzaklaştırılır.

Fakat bir nokta vardır ki o nokta geçildiğinde artık hırsızlar, sahtekârlar, kişiliksizler uzaklaştırılamaz. Tam tersine, hırsız olmayanlar, dürüstler, şahsiyet sahipleri ahlaksızların hışmına uğrar. Buna kimse ses çıkarmamaya, bunu kanıksamaya, olağan görmeye başlar.

O noktadan sonra ahlaksız değil, ahlaksıza ahlaksız diyen cezalandırılır.

İşte kritik nokta odur. İşte ülkenin batışı seçtiği nokta o noktadır. İntihar ettiği nokta o noktadır.

***

Teşekkürler İskender Hocam…

Yazarın Diğer Yazıları