Bir Mayis Alizade Vardı

Bir Mayis Alizade Vardı

Orhan Aras yazdı: Bir Mayis Alizade Vardı

Bir Mayis Alizade vardı, güleç yüzlü, çocuksu ve ürkek…

Gariplik, heyecan, yerinde duramamak, dalıp gitmeler hep bir yurtsuzluk işaretidir. Ömrünün çoğunu gurbette geçirmiş şair Pablo Neruda anılarında, “başka bir ülkede yaşamak felç geçirmekle eş değerdedir” diye yazmıştı. Mayis’in da gönlünün bir yanı kırıktı, eğikti, yaralıydı. Ne zaman görüşsek beş dakika kadar konuşmaz, sırtını sandalyeye dayar, sırtındaki ağrının geçmesini beklerdi. “Şimdi geçecek,” derdi. Ağrıyan belki sırtı değil kalbiydi. Ama o bütün suçu sırtına yüklüyordu.

Mayis, Doğu ile Batı’yı iyi bilen ender aydınlardan biriydi. İki farklı uygarlığı da tanımak ve daha oturaklı desek, idrak etmek çok önemli bir vasıftı. On dokuzuncu yüzyılda İslam dünyasında bu tür aydınlar yetişmiş ve büyük kitleleri etkilemişlerdi. Rusya Müslümanları arasından çıkıp da İstanbul’da tanınan, o dönemin aydınlarını derinden etkileyen İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura, Ali Bey Hüseyinzade, Ahmet Ağaoğlu, Musa Carullah, Mehmet Emin Resulzade gibi aydınlar hem Doğu dillerini hem de Batı dillerini biliyorlardı. Onlar, Bakü’de de Buhara’da da Tebriz’de de İstanbul’da da muhataplarını buluyor, Mehmet Akif’le dini, Tevfik Fikret’le beynelmilelci düşünceyi, Filozof Rıza Tevfik’le felsefeyi, Abdülhak Hamid’le şiiri, Ahmet Mithat Efendi ile romancılığı, Ziya Gökalp’la Türkün sosyolojisini ve destanlarını tartışıyorlardı.

Mayis’in talihsizliği ise onun artık bu muhitte bir muhatabının olmayışıydı. İstanbul’daki Türk entelijansiyası devrinin en dibe vurmuş halini yaşıyordu. Siyaset onları baştan ayağa divane etmişti. Onların seni muhatap alması için sen, ya dini bütün olup iktidarın her yaptığını bir dini emir gibi telakki edeceksin ya da her iki sözünden biriyle iktidara küfredeceksin! Orta yol, ortak kültür, ortak düşünce, ortak edebiyat, aykırı eylem söz konusu bile değildi. Hakikat arayışı bir yerlere yama olmak demekti. Mayis ise bu kalıplara sığacak adam değildi maalesef. Onun için de hep sırtı ağrıyordu.

Mayis aslında bir devrimin, düşünce ve eylem döneminin çocuğuydu. Sovyetler Birliği’nde altmışlı yıllarda edebiyatla ateşlenen özgürlükçü ruh, seksenlere gelindiğinde artık gençlerin gönüllerini bağımsızlık ateşiyle doldurmuştu. 1961 doğumlu olan Mayis, gözü gönlü açık bir gençti. Sovyetler Birliği aldatmacasından çok erken uyanmış ve dışarıdaki dünyayı tanımak için can atıyordu.

Onun dünyaya geldiği Sabirabad kazası Kür ile Aras Nehri’nin birleştiği yerde kurulmuş tarihi bir bölgedir. Aynen Mayis’in ruhu gibi bölge arazisi de ikiye bölünmüştür. Bir kısmı Kür Nehri’nin sağ tarafında, bir kısmı ise sol tarafında uzanıyor. Dağıstan’a doğru seferler düzenleyen Nadir Şah’ın askerleri “Güneşli toprak” diye bilinen bu Muğan Ovası’nda atlarını dinlendiriyorlardı. Mayıs, bu güneşli topraklardan gıdalanmıştı. Ve rutubetli, karmaşık İstanbul muhitinde içinde kalmış o güneşle ısınmaya çalıştı.

Doktora tezinde Dede Korkut’un şiirselliğini konu olarak seçmişti. Dede Korkut Destanı 1951 yılında Sovyetler Birliği’nde yasak edilmiş ve destanla ilgili çalışanlar cezalandırılmıştı. 1957 yılından sonra destanla ilgili çalışmalar yapan ve baskı altına alınan Prof. Hemid Araslı gibi cesur şahsiyetlerin yolunu ancak Mayis gibi dimdik duran insanlar devam ettirebildi. Hem öğrencilik hem de gazetecilik döneminde bütün “başkaldırı” mekânlarında en dikkati çeken kişilerden biriydi Mayis. Çok kısa zamanda Azerbaycan edebi dünyasını da çok yakından tanımıştı. Devrim ve özgürlük aşkı bütün ruhunu sarıp sarmalamıştı. Artık onun evi tartışmaların yoğun yaşandığı çayhaneler, sempozyumlar, mitinglerdi.

Azerbaycan bağımsızlığına kavuştuktan sonra ülkeye demokrasi de özgürlük de gelsin istedi, bu uğurda çaba gösterdi. Ama ülkenin üzerine kâbus gibi çökmüş suni Karabağ Savaşı ve emperyalizmin bitmez tükenmez oyunları onu da yordu. İstanbul’daki Azerbaycan Konsolosluğu’nda görev aldı. Bu görev kısa sürse de Türkiye’nin siyasi ve sosyal çevresiyle tanıştı. Daha çok gazetecilik yönüne ağırlık verdi. Birbirinden önemli yazılara imza attı. Hemen hemen her yazısını wahtsapla bana gönderirdi. Küçük bir cümle yazmama bile sevinir telefon açardı.

Bir araya geldiğimizde, ortak dostumuz mühendis ve fikir adamı Metin Aras da yanımızda olurdu. Benim çok sevdiğim ve eşimin amcası olan yazar İsa Muğanna’nın edebi dilinden sitayişle söz eder, onu dostu Azer Musayev ile otelden alarak İstanbul’da nasıl gezdirdiklerini anlatırdı. Ona yazılmış bir mektubunu bana vermek istediğini söylemişti. Sovyet dönemi yazarlarından birkaçını sever, çoğunun günümüz dünyasına ayak uyduramadıklarını ve hâlâ geçmişte yaşayarak ve geçmişi ısrarla savunarak Azerbaycan’ın dilde, kültürde, edebiyatta gelişmesine engel olduklarını söylerdi. Genç yazar ve şairlerden Aqşin’i, Şehriyar del Gerani’yi, Ulucay’ı, Gısmet’i, Celil Cavanşir ve birkaç genç edebiyatçıyı isim olarak anardı. Azerbaycan edebiyatının Türkiye’de tanınmamasına sebep olanların cahilliklerine, gereksiz eserleri seçmelerine ve Türkiye Türkçesine yanlış aktarımlarıyla engel olanlara çok öfkelenirdi.

Beş Mart Çarşamba günü saat14’de bana “Independent Türkçe” sitesinde yazdığı ABD Başkanı Turmp ile ilgili yazısını göndermişti. Ertesi gün akşam saatlerinde ise oğlu Tuğrul onun ölüm haberini duyurdu.

Sosyal medyada kimse onun vefatına inanamadı. Prof. Cemil Hesenli, Akif Aşırlı, Prof. Vagif Sultanlı ve yüzlerce insan onun için üzüldüler, göz yaşı döktüler.

Cenazesi Ataköy Yunus Emre Cami’sinden kaldırıldı. Oğlu Tuğrul ve eşi Terane Hanım boynu bükük tabutun yanı başında duruyorlardı. Tabutun önündeki fotoğrafta da Mayis sanki uzaklara, yurduna bakıyordu.

Namazını kıldıran imam, insan, ölüm, ahiret ve hayatın geçiciliğinden söz etti. Mayis’ın dünyasını, onun rüyasını, onun heyecanını bilseydi belki daha uzun, daha coşkulu konuşacaktı. Zaten Mayis’i yaşarken kendisinden başka kaç kişi anlamıştı ki?

Cenaze namazından sonra ortak dostlarımızdan Dr. Yusuf ve Prof. Fethi Gedikli ile Mayis üzerine sohbet ettik. İkisi de yitirilen insanın değerini bilen insanlardı. Mayis’i unutmayan biri daha vardı. O da usta gazeteci ve program yapımcısı, ayrıca Mayis’in yazılar yazdığı Independent Türkçe’nin Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek’ti. Sonradan bana gönderdiği yazıda Mayis hakkında şunları yazmıştı:

“Mayis Alizade insan- gazeteci ve entelektüel bir insandı. Yan yana geldiğinizde meselelere o kadar hakimdi ki kendinizi bir fikir denizinde yelken açmış gibi bulurdunuz. Azerbaycan ve Türkiye onun için kutsaldı. “Canım ağabeyim” ile başlayan her sohbeti muhakkak ya sitem ya da özlem içerirdi. Çok yönlü olmasının yanında mütevaziliği de oldukça dikkat çekerdi. Emekçi bir aydındı ve alın terini yazıyla kazanan bir cevherdi. Kıymeti çok bilinmedi bundan şikâyet etmezdi ama “biz neler yaptık cümlesiyle” sitemini belirtirdi. Eşim Bakü Devlet Üniversitesi’nden mezun ve benim Mayis ağabeyle tanışmam da onun üzerinden oldu. Her sohbet ettiğimizde aileden biri gibi ilgilenir, çocukları sorar onlara muhakkak bir çikolata da olsa hediyeler getirirdi. Onların da artık Mayis amcaları yok. Allah mekânını cennet eylesin. Güzel bir insandı hayattaki gibi kimseye yük olmadan emanetini teslim etti.”