Bir “kıvılcım”a bakar...
“Menekşe’den Önce”yi izledim.
Keşke izlemeseydim.
Dost acı söyler; beğenmedim.
Başladığı andan itibaren “bitsin artık” diye bekledim.
Hiç “güzel” değil.
Ne “harikaydı” diyebilirim, ne de “muhteşem”...
“Korkunç”tu.
-Jenerikte bir dolu isim yazıyor ama kanmayın- “Senaryo” yoktu... “Kurgu” yoktu... “Artistik” - “estetik” bir kaygı-çaba yoktu...
Her geçen dakika bizi, “insan”ı, “insanlığı” biraz daha küçülten o dev perdede “gerçek” vardı sadece.
Tekrar tekrar dönen görüntüler yok... Yanarlı dönerli gümbürtülü efektlerle “süsleyip(!)” gözümüze sokma gayreti yok... Duygu sömürüsü yok... “Mesaj kaygısı” yok... Yaraları kaşıma yok... Kışkırtma yok... Kutuplaştırma yok...
Fazıl Say’ın o gün, o otelden duyulmayan çığlığı konuşturan notaları, o müzikal deha bile geri çekilmiş; çoğu kez yarım kalan, yutkunmaktan tamamlanamayan cümlelerin gerisinde kalmayı tercih etmiş.
Gerçeğin eksiz, yalın hali var bir tek.
“Nebbaş”lığa soyunmaya kalkışsa insan -hele de Soner Yalçın gibi belgesel mevzusunda markalaşmış biriyse- ohoooo nasıl “görkemli bir trajedi(!)” çıkarırdı;
Yapmamış.
Üzerine hiçbir şey katmadan, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta ne olduysa onu anlatmış.
Bu yüzden tıpkı o katliama maruz kalanlar gibi nefesiniz kesiliyor izlerken. Cayır cayır ateşin ortasında ironik biçimde kanınız donuyor.
Yeter Sivri, biri 16 diğeri 19 yaşındaki iki kızının Madımak’ta “Allahu ekber” nidalarıyla öldürüldüğünü “Hac”dan dönen komşularını ziyaretleri sırasında öğrendiklerini anlatırken mesela; kararsız bir tebessüm konuyor dudağınıza; bir aşağı bir yukarı çekiştirip duruyor. Yansanız mı bu etle tırnak olma halinin küle döndürülmesine, ümitvar gülümseseniz mi “biz buyuz, biriz işte” diye...
Ciltler yazılır üzerine lakin giden geri gelmiyor; ne fayda...
“Menekşe’den Önce”sini sevmedim.
İktidarın insan kalbi yiyen cani müttefiklerinden farkı olmayan o zifiri adamların nesini seveyim!
“Paket” açıklanmadan “katiller”den “nefret etme hakkı”mız varken hâlâ bu vesileyle haykırayım:
Bu milletin göbeğine, belgeselin sonunda dakikalarca öylece izlediğimiz o karanlık uçurumu açanlardan, “Menekşe’den Önce”sinden bir kere daha nefret ettim...
Servet (Avcı) Abi,
Dünkü yazında “Şablonculuk, kolaycılık bu, Türkiye’den Yugoslavya çıkmaz” diyorsun ya... Herkesten önce sen izlemelisin “Menekşe’den Önce”yi bence;
Bu devleti oluşturan millet “algıda” soya sopa, etnik kökene, dine, mezhebe, dile göre bu kadar parçalanmışken, böyle “derin” kuyruk acıları sokulmuşken aramıza, birbirini “yakmışlığı” olan, “taramışlığı” olan, “ırzına geçmişliği”, “linç etmişliği” olanlar ellerini kollarını sallayarak dolanıyorken sokaklarımızda;
Tribünde mi olur, bir otel önünde mi, Gezi’de mi, üniversite kantininde mi bilmem ama; inan bana, eğer tez zamanda sarıp sarmalayan, elleri, omuzları, yürekleri birbirine kenetleyen bir irade egemen kılınmazsa, zihnen dört nala “federasyon”a sürüklenen bu ülkeden Yugoslavya da çıkar, Irak da...
Bir “kıvılcım”a bakar!