Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ

'Bir kabadayı çıktı meydane...'

Değerli eğitimci yazar dostum Hadi Önal’ın gönderdiği “Bir kabadayı çıktı meydane...” başlıklı yazısından aldığım bölümleri sizlere sunmak istiyorum. Buyurun efendim; okuyalım...
“Yıllarca önce Hüseyin Gamlı adında Malatya-Hekimhanlı bir arkadaşım vardı; o anlatmıştı. Olay Hekimhan ilçesinde geçiyor. Adamın biri kendisini kabadayılık görüntüsüne kaptırmış; alkolün dozunu da kaçırınca küçük dağları ben yarattım havasına girmiş. O havayla varmış bir kahvehaneye. Şöyle ayağının ucuyla itekleyivermiş kahve kapısını sonra da basmış narayı; ” Heeeyt ulan! Var mı bana yan bakan? Var mı lan! “ Kahvede bulunanlar korku, tedirginlik; az buçuk şaşkınlıkla çevirmişler başlarını bu zıpçıktıya. Öndeki masalardan iri kıyım bir kişi kalkıp yürümüş bizim heeyt heyt’cinin üstüne ve dikilmiş karşısına: ” Sen! “, demiş; ” Bir şey mi dedin, düdük? “ Bizimki, bir iri kıyım adamın enine boyuna bakmış, bir de kendi çapına ve çapsız yüreğine; anlamış ki pabuç pahalı... Boyun bükerek ” Abi “, demiş, ” Adını bağışlar mısın? “ Adam ” Mehmet! N’olacak? “ Bizim kabadayı bir öncekinden daha gür bir sesle: ” Heeeyt! Ulan var mı Mehmet abimle bana yan bakan? Var mı lan? “ diye ikinci bir nara daha patlatıvermiş. Bizim sözde kabadayı, Mehmet ağabeyini de yanına almış ya! Artık, tutabilene aşk olsun!”
“(...) Zaman içerisinde bazı kavramlar gibi kabadayılık da iş ve işlevini kaybetti. Cahil ama terbiyeli, iyiliksever; bir o kadar da fedakâr “Osmanlı kabadayısı” tipinin yerini; günümüzde salt kendini ve avenesini düşünen, çevresine olduğu kadar başkalarına da zarar vermekten zevk alan; kravatlı keneler; kabuğu cilalı süneler, kan emici sülükler aldı. Kabadayılığın ağırlığı da saygınlığı da buhar oldu, uçtu. Osmanlı tipi kabadayılara ise ancak hatıralarda, hikâyelerde, romanlarda rastlanır oldu.”
“O kaybolan kabadayılığın da elbette bir raconu vardı. Kendine özgü kuralları, ’kırmızı çizgileri’vardı. Öyle her önüne gelen, eline aldığı silgiyle kabadayının çizdiği ’kırmızı çizgileri’silemezdi. Kırmızı çizgilerin silinmesi karizmayı çizdirtmekle eş değer olduğundan hiçbir kabadayı buna katlanamazdı. Hele kabadayılara tükürdüklerini ölse de yalatamazdınız. İyi de, bizim tanıdığımız kabadayılarda senin bu saydığın özellikler yok, diyeceksiniz. Doğru; doğru da o sizin tanıdığınız ve kabadayı olarak gördükleriz gerçek kabadayı değiller ki! Onlar, kâğıttan kuklalar; olsa olsa külhanbeyi olurlar. Hani şu hamam külhanlarında yatan yersiz-yurtsuz kişiler var ya...”
“Külhanbeyi ile kabadayı tamamen farklı iki kavramdır. Külhanbeyleri Osmanlı’nın son zamanlarında türemişlerdir. Etrafına topladığı çapulcularla mahallelerinde huzursuzluk çıkartan, halkı haraca bağlayan; hatta başka mahallelerin külhanilerine sataşarak üstünlük kurmaya çalışan, namının diğer mahallelerde de söylenmesini arzulayan bu külhaniler, yaptıkları icraatları ile hem kendi mahallelerinde hem de çevrelerinde rahat, huzur bırakmamışlardır.”
“Vallahi, kabul etseniz de, etmeseniz de; sizin kabadayı olarak nitelendirdikleriniz bunlar. Yani Osmanlı’nın bozularak güncelleştirilmiş külhanileri... Karizması bir değil birkaç defa çizilen, kırmızıçizgileri silinen, tükürdüğü yalatılan; mahallesine, halkına ve çevresine huzursuzluktan başka hiçbir şey vermeyen, bizim Hekimhanlıya dahi kırk defa rahmet okutan; ” höst! “, denildiğinde tırsan, birden çok kişinin gölgesine sığınarak nara patlatanlar...”
Evet... Sevgili Hadi Önal’ın ’kabadayı’tanımı işte böyle...

Yazarın Diğer Yazıları