Bir deyim, bir sözcük...
Yaşanan olaylar, ülkenin sürüklendiği ortam, ‘düşünen’ insanımızda tat-tuz bırakmadı. Ama ben bu hafta, okuyucularımın yüzünde -başarabilirsem- birazcık gülümseme oluşsun istedim...
Hani ummadığımız bir olumsuzlukla karşılaştığımızda yaşadığımız çaresizlik şokunu anlatmak için, “Hoşafın yağı kesildi” deriz ya... Deyim haline gelen bu sözün öyle gülünç bir geçmişi var ki, insan hayretler içinde kalıyor.
Yeniçerileri bilirsiniz... Osmanlı’nın devşirmeyle oluşturduğu küçük askerî gücün adı. Küçük ama etkisi büyük! Biraz gevşek padişah gördüler mi, bir zorbalar yığını hâline rahatça gelebiliyorlardı. Fatih’in ölümüyle başlayan isyanları, 19. yüzyılda ocakları ‘söndürülene’ kadar, sürdü gitti... Öyle sudan sebepler bulup isyan ederlerdi ki, hayret edersiniz. İşte o isyan gerekçelerinden birisi de “Hoşafın yağı” konusuydu.
Yeniçerilere pilav ve hoşaf verileceği zaman; hoşaf, pilav pişirilen kazanda hazırlanırdı. Doğaldır ki, pilavın kazanda kalan yağı hoşafa bulaşırdı. Yüzyıllar boyunca Yeniçeriler, hoşafın yağlı yapıldığını sanırlardı. Aslında aşçıların ‘öyle sansınlar’ diye özel bir gayreti de yoktu; bu, yılların alışkanlığıyla gelenekleşmiş, özünde tembellik yatan bir yemek pişirme düzeniydi. Ve elbette doğru değildi. Doğru olan, pilav pişirilen kazanda değil, temiz olan bir başka kazanda hoşaf yapmaktı... İşte bu doğru işi, Yeniçerilerin başına yeni tayin olan Yeniçeri Ağası gerçekleştirdi. Pilavı ayrı kazanda, hoşafı ayrı kazanda hazırlattı. Bu durumda doğal olarak; her Yeniçerinin kaselerine yağsız, duru, tertemiz hoşaflar konulmaya başlandı.
İşte ne olduysa ondan sonra oldu!
Sultanahmet meydanını dolduran isyancı Yeniçerilerin nâralarında şu sözler yankılanıyordu:
“Hoşafın yağı kesildi! Hoşafımıza yağ isteriz!
Bu Yeniçeri isyanı da zar-zor bastırılabildi.
Pekiyi... Zaman içinde sözcüklerin başka coğrafyada anlamları değişirse ne olur? İnanın çok şey olur!
Yeni Düşünce’de çalışırken, geçtiğimiz Şubat ayında sonsuzluğa uğurladığımız emekli Rıza Bekin Paşamızla röportaj yapıyordum. (İliştiri: Durağı uçmak olsun; Bekin Paşamız Doğu Türkistan kökenli Uygur Türk’üydü. Ailesi, Çinlilere karşı verdikleri mücadele sırasında Afganistan’a sığınanlardandır. Atatürk’ümüz bu aileleri Türkiye’ye kabul etti. Çocuklarını okullara yerleştirdi, Rıza Bekin’i de askerî okula soktu.)
Röportaj bitince, Bekin Paşamız Doğu Türkistanlı göçmenlerin Atatürk’le görüşmelerini de anlattı. İşte o görüşmede Uygur Türklerinin kullandığı bir sözcük, Atatürk’ün çevresindeki yetkililere soğuk terler döktürür.
Neydi o sözcük?
Atatürk Çinlilere karşı yenilgilerinin nedenlerini öğrenmek ister: “Pekiyi... Niçin yenildiniz?” der. Uygur Türklerinin sözcüsü çaresizlik içinde, içtenlikle “Gâzi Hazretleri ya....mız yeterli değildi. Karşı koyacak ya....k bulamadık” der. Anadolu’da müstehcen bir anlamı olan bu sözcük salonda yankılanınca, protokol görevlilerini büyük bir telaş alır. Görevliler Atatürk’e açıklama yapmak isterlerken, o büyük Türk hepsini susturur ve “Telaşlanmayın, ben anlıyorum. Kardeşlerimiz ‘silahımız yeterli değildi. Silah bulamadık, o yüzden yenildik’ diyor” der.
Burada bir Türkçe sözcüğün bir başka Türk coğrafyasında (Anadolu’da) büründüğü anlamın şaşırtıcı olması yanında, Atatürk’ümüzün o sözcüğün gerçek anlamını biliyor olması da, bir o kadar ilginçtir.
Haftaya buluşmak dileğiyle, esen kalın.