Bir dal daha var...
Genelkurmay bu statüye kavuşması için bir adım atar mı atmaz mı, "kandırıldık" naralarının güya çok pişman, güya telafisi -zamanı geriye döndürme imk‰nı varmış gibi- için seferberlik başlatan sahipleri, masum olduğu hukuken de, siyaseten de "itiraf" edilen bir Türk subayının, kendisine reva görülen zulmün neticesi olarak cezaevinde çocuklarının gözü önünde beyin kanaması geçiren ve sonrasında ölen yani aslında "öldürülen" bir Türk subayının, anasının sütü gibi helal olan "şehitliğini" resmen teslim ederler mi bilmem ama bu milletin yüreğindeki yeri "Balyoz şehidi" olan Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp'in eşi ve annesiyle konuştuklarımızın bir bölümünü okudunuz dün. "Bir bölümünü" çünkü sırf sansasyonel olsun, herkes "vay be nasıl da konuşturmuş" desin diye mezar soyguncusu gibi davranamıyorum ben böyle söyleşilerde; Karşımdaki insanın titreyen sesine, bakışlarını ıslatan ama ulu orta akmak da istemeyen yaşlara, en önemlisi çocuklara takılıp kalıyor kalemim; benim "aşılması güç barikatlarım" da bunlar işte. Belki biraz da bu barikatlarıma güvenerek, evlerini, kurufasulye-pilav menüsünden oluşan sıcacık sofralarını, Duru ve Batu'nun hayatını, yüreklerini açan Özenalp ailesine teşekkürüm eksik kalmıştı dünkü yazıda; yeterince eksik bırakıldı zaten hayatları, bir de bizler böyle küçük incelikleri de sansürleyip biraz daha eksiltmeyelim, tam olsun istedim:
Teşekkür ederim!
Artık gelin-kaynanayı aşıp ana-kız olmayı başarmış, becermiş; haksızlığa karşı çelikleşmiş, kimseye eyvallah etmeyen, çoğu erkekten "net" bu iki kadını Sema ve bütün Murat'ların annesi olan Samiye Özenalp'i tanımak memleketin şu araf günlerinde öyle iyi geldi ki...
Arkadaşlarının mutluluğunu gölgelememek için hakimlerin gözlerinin içine baka baka okumalarını arzu ettikleri o kararın verildiği duruşmaya katılmamış olmaları, Samiye Teyze'nin oğlunun ondan son dileği olan aşureyi yaptığı gün, oğluna yazdığı ve bir gün kızıp hepsini yırtıp attığı maniler, en sahici belgeleri yani bugünlerin, "Murat çok severdi" diye "barbunya" yiyemiyor olmaları mesela, Sema Hanım'ın "herkesin yapmasını istediğimiz şeyi bizim de yapmamız lazım, biraz objektif olmamız lazım" diyerek, kimi asker ailelerinin de asker gibi yaşamasından kaynaklanan "halktan kopukluğun" bu dava sürecinde, haklarındaki "insafsızlığı" en azından yüzde 50'nin algısında nasıl bir nevi meşrulaştırdığı, "Perişan görünmek için makyaj yapmadılar" başlıklarına karşı "tam tersine oradaki insanlar göründüklerinden çok daha perişandı" isyanı, "Tahliyeden sonra, Murat ve çocuklarla İzmir'de sıfırdan bir hayata başlama" planları, Beraat sevincini paylaşan Genelkurmay'ın "kayıpları" nı anmamış olması, Haftalık 10 dakikalık telefon hakkını 15-20 dakikaya çıkarabilmek için ürettikleri teknik formüller, Murat Özenalp'in "eviniz ısınıyor mu" diye sorduğu an "evimiz" değil "eviniz" ; kendilerini dışarıdan bu denli soyutlamaları içeridekilerin farkında olmadan; Yaşamaya mahkum edildikleri her detay külliyat olur yazmaya kalksan ama benim aklıma nedense en çok hastane koridorunda "beklerken" ; tutunacak dalının kırılışı kazındı: Murat Özenalp'le ilgilenen doktor, hastaneye gelen Deniz Kuvvetleri Komutanı'na "her an, her şey olabilir" deyince araya girip, "Bir sürü hikaye duyuyoruz, 10 yıl sonra komadan uyananlar oluyor" demiş Sema Hanım. Doktor "Yok" demiş. "Binde bir ihtimal de mi yok" diye sormuş bu sefer. Doktorun cevabı aynı: Yok. "Ne kadar acımasızsınız" diye tepki göstermiş bu kez Sema Özenalp eşi için umut olmadığını söyleyen doktora. Deniz Kuvvetleri Komutanı girmiş araya:
- Kadıncağız bir dal istiyor senden anlamıyor musun?
O gün kırılan dalın bir daha yeşermesi mümkün değil ama Genelkurmay isterse yeni bir dal uzatabilir Özenalp ailesine. Zor değil, bir tek cümle:
- Deniz Kurmay Kıdemli Albay Murat Özenalp Balyoz iftirasında uğradığı kumpas sonucu şehit edilmiştir!
Milleti böyle zehirliyorlar
Atatürk'ün katline ferman verenlere, gıyabında idama çarptırılanlara iade-i itibar yazılarının döşendiği gazetenin, "Atatürk'ü de öldürmüşlerdi" referansına sığınmasındaki yüksek komedi bir yana -çünkü hakikaten İnönü zehirlediyse Atatürk'ü, hayatının olağan akışına uygun olan onu kahraman ilan etmeleriydi- ;
Heidi'ye "Allah razı olsun" , Ben Ten'e "İnşallah" dedirten dublaj kafasına rahmet okutarak Noam Chomsky'ye "mik port/süt liman" dedirtmişliği ve dünya çapınca tekzip yemişliği bulunan gazete bu saatten sonra "Allah bir" dese inanan çıkar mı acaba!
Yine de yiğidi öldür hakkını yeme; hep o aynı çay lekesi -bir ucunda mum yanığı eksik- nostaljik aşk mektubu görünümlü kağıt fonunu kullanıyor olsa da bir "Kabataş'ta 52 saniye" grafikerliğinin ürünü değil tabii, Sabah'tan çok daha başarılı olduğu belli montaj konusunda!
Atatürk'ün ölümüne dair de, bütün diğer zamansız kaybettiğimiz büyük insanların ölümlerinde olduğu gibi şüpheler biriktirmemiz doğal içimizde. Ve lakin, "ben darbe yapacağım" , "darbeyi şu askerlerimle yapacağım" , "darbeyi bu metotla yapacağım" diye bangır bangır yazıştıkları iddiasına dayanan Balyoz iftirası geldi nedense bu haberi okurken aklıma;
Baksanıza CHP'lilerin de antetli kağıtta resmi yazışmayla suikast planladıklarını iddia ettiklerine göre, toplumu aptal yerine koymak -kumpasçının kim olduğundan bağımsız olarak- "kumpas" ın fıtratında var demek ki!
Demedi demeyin;
Gün gelecek "milleti böyle zehirlemişlerdi" diye manşet atacak torunlarımız; ve bu "43 şişe kinin gücündeki" başlıkların hepsi yer alacak o sayfada... Ve torunlarınız adlarından utanacak; reddi miras yapacak!