Bir başarısızlık öyküsü...
Aydınlardan söz ederken kullandığım “ortalık malı” deyimi bana rahmetli Osman Bölükbaşı’yla aramızda geçen röportaj macerasını hatırlattı.
Geçtiğimiz yüzyılın politika sahnesinde görünen en ilginç kişiliklerinden birisi, kuşkusuz rahmetli Osman Bölükbaşı’dır. Kendine özgü eleştiri yöntemiyle, kıvrak zekâsıyla, mantık terazisini bozmadan hızlı konuşmasıyla, nüktedanlığı ve hazır cevaplılığı ile gerçekten bir farklılık idi.
Gerek TRT’de, gerekse yazılı basında çalıştığım sıralarda, Bölükbaşı’yla röportaj yapmak için çok uğraştım; ama başaramadım. Rahmetli, politikayı bıraktıktan sonra, gazetecilerden gelen röportaj önerilerini hep reddetti. İlk kez 1979 yılında şansımı denemiştim. O yıllarda hem TRT’de çalışıyor, hem de Hergün gazetesinde, “Savcı Gündüzalp” adıyla, haftada bir verilen gazete ekinin TV sayfasını hazırlıyordum. Gazetenin başyazarı Taha Akyol ile Ankara bürosunda sohbet ederken, Bölükbaşı ile röportaj konusunu açtım. Taha bey “Ben çok denedim, yapmıyor; adının yayımlanmasını istemiyor” dedi. Kendi kendime, “Belki benimle konuşur; bir de ben şansımı deneyeyim” diye düşündüm.
Birkaç ay sonra fırsatını bulup rahmetli Bölükbaşı’ya “Efendim Hergün gazetesinde çalışıyorum, sizinle röportaj yapmak istiyorum” dedim. “Adın ne?” diye sordu. “Mevlüt Uluğtekin Yılmaz” dedim. Bir süre düşündükten sonra, “Ben o gazetedeki yazarlar arasında bu adla birisini tanımıyorum” dedi. Bunun üzerine, “Efendim, gazetedeki adım Savcı Gündüzalp” tir, der demez; “Ben adı başka, kendi başka biriyle röportaj yapmam” deyip kestirip attı!
Aradan 18 yıl geçti... Ben TRT’den ayrıldım. Yine basınla ilgileniyorum...
Kurultay’da yazıyordum; ama Günaydın grubuna bağlı İlk Haber adıyla çıkan ve sanırım 45 gün yaşayan bir gazetenin de sözde Ankara Temsilcisi gibi çalışıyordum. O günlerde Alparslan Türkeş vefat etti. Benim gazetenin de yayını kesilmek üzereydi. Beni İlk Haber’e davet eden arkadaş daha sonra ne aradı ne de sordu; ama ben yine de Günaydın’a gidip geliyordum. Kocatepe Camisi’nin avlusunda rahmetli Türkeş’in cenaze töreninde Bölükbaşı ile karşılaştık. İçimden, “Tam sırası, bu uhrevî havada röportaj önerimi kesinlikle reddetmez” diye geçirdikten sonra, yalvarır bir edayla “Efendim, uygun bulduğunuz bir zamanda sizinle röportaj yapabilir miyim” dedim. Yıllar önceki olayı unutmamış olacak; bana “Şimdiki adın ne?” demez mi? O anda moralim birden sıfıra indi. Çabucak kendimi toparlayıp “Efendim kendi adımla yazıyorum” dedim. “Hangi gazetede çalışıyorsun?” demesiyle beni bir korku aldı. İlk Haber desem, gazete ha kapandı ha kapanacak. Günaydın’da yayımlayacağız desem, o gazetede hiç yazım çıkmadı; mutlaka anlar... Kesinlikle açık vermemek gerekiyor; çünkü Bölükbaşı, röportaj yapmama kararını gizleyip, karşısındakinin kendince bir eksikliğine yükleniyor ve o eksikliği sebep göstererek olumsuz yanıt veriyordu; bu huyunu biliyordum. Yıldırım hızıyla böyle düşünürken gerçeği söyleme kararı aldım: “Efendim, İlk Haber’de çalışıyordum, ama gazete kapanmak üzere; fakat Günaydın’da yayımlayacağız” dedim... Bu sözüm üzerine sinsice gülerek “Nerede yayımlanacağını bilmeliyim; lâfım ortada kalır. Ben orta malı mıyım? Olmaz!” deyip, yine reddetti...
Kıvrak zekâlı Bölükbaşı’yı çok severdim; fakat onunla röportaj yapmayı başaramadım.