Bir ABD işgali ve 'demokrasi'
ABD fiilen işgal etmesine rağmen Irak’ta kazanamadığı savaşı Türkiye’de kazanmış görünüyor. Çünkü ABD’nin işgaline Irak hâlâ direnirken bu işgal Türkiye’de “zafer” olarak takdim ve kabul ediliyor.
Biliyorum bu tür ifadeler ‘demokrasiyi hazımsızlık’ olarak algılanıyor. Olsun. Herkes bu satırların yazarına istediği kadar, “Demokrasi düşmanı” diyebilir, bundan rencide olmam, amma, “Millet yahut halk düşmanı” denilmesini asla içime sindiremem. Çünkü sizin demokrasi dediğiniz şey, kökleri Yunan’a mı, Fransa’ya mı ait tespit edilememiş faili meçhul bir mevhum, amma biz bu milleti asgari yedi bin yıllık tarihî derinliklerinden biliyor, üstelik daha Hendek Savaşı’nda Hz. Muhammed(s.a.v)’in mübarek dilinden onun adını dinliyor ve böyle olduğu içindir de ‘demokrasi’ maskarası olmaktan ne kadar azap duyuyorsak, bu millete mensup olmaktan da işte o kadar gurur duyuyor, şükürler ediyoruz. “Yahu bu nasıl iştir, bu oyları veren bu millet değil mi?” diyenlere, “Olsun, bu oyları benim milletim de verse, demokrasi adına sandıktan çıkan sonuç, ABD’nin zaferidir, amma o oyları veren milletim, inanınız ki mâsumdur!” cevabını tekrarlıyoruz.
Mesele madde ve mânâ plânında derinliği ve genişliği bir mesele.
“Demokrasi” kullanılarak her şey öyle altüst edildi ki, 19 Haçlı seferini püskürtmüş, Çanakkale ve Milli Mücadele’nin sahibi bu toprağın insanı bugün tutmuş, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu coğrafyamızdaki bütün İslâm ülkelerinin sınırlarını değiştirmek, üstelik bu amacını, “Haçlı seferi başlattım” diye açıkça deklare ederek yola çıkmış ABD’ye, onun müttefikleri ve yerli işbirlikçilerine “evet” demiş, daha doğrusu bu millete “demokrasi yalanları” son haçlı seferinin karşısında değil de yanında yer almaya “evet” dedirtilmiştir. İsterseniz meseleyi biraz daha elle tutulur şekilde izah edelim. Seçimlerde halkın tercihini tayin edici en önemli faktör Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olup olmaması değil miydi? Evet, öyleydi. Halkımız, “Eşi başörtülü olduğu için Gül’e haksızlık yapıldı!” dedi ve burada Türk milletinin genetik kodları harekete geçerek “Haksızlığa uğrayanın” ve inanç kodları savunma refleksine geçerek, “başörtüsünün” yanında yer aldı ve sandıktan Gül ve Gül’ün AKP’si çıktı.
Peki işin aslı ne?
Millet verdiği bu oylarla gerçekten “haksızlığa uğramış” bir siyasi kişi ve kadroya ve inanç değeri olan “başörtüsüne” mi sahip çıkmış oldu? O hâlâ öyle zannediyor olabilir amma millet aslında, “Büyük Ortadoğu Projesi’nde ABD ile birlikte hareket ediyoruz, amacımız İslâm ülkelerine özgürlük ve demokrasi götürmek” diyen Abdullah Gül ve “İnşallah Büyük Ortadoğu Projesi gerçekleşir” diyen Erdoğan’a, yani, “İslâm ülkelerinin sınırlarını değiştirmek için Haçlı seferi başlattım” diyen Bush’un Türkiye’deki, “Eş Başkanlarına” yani ABD’ye, yani Irak’ta Kur’an’a bevl eden, camileri Haçlı kışlası haline getiren, 750 bin Müslüman’ı katletmiş ve Irak’ı fiilen üçe bölmüş, yanı sıra Afganistan’da her gün 40-50 mâsum insanı katleden ABD’ye oy vermiş oldu.
Ama o bunu böyle olsun diye yapmadı.
Buna inanmak millete iftira olur.
Çünkü mesele onun önüne böyle konmadı.
“Gül cumhurbaşkanı olamaz, çünkü eşi başörtülü” dediler, iş bitti.
Seçim meydanlarında hep bu konuşuldu. Bırakınız cumhurbaşkanı yahut başbakan olmayı BOP’a evet diyen hiç kimse siyasette ise milletvekili orduda ise astsubay bile olmamalı, olamamalıydı.
Çünkü BOP demek Haçlı seferi demektir.
BOP demek Türkiye’nin parçalanması demektir.
Medya ve meydanlarda üzerine örtülen başörtüsü ile BOP milletten gizlenmiş, seçmene, “Son Haçlı seferine evet” hileyle dedirtilmiştir.
Oysa milletin muradı asla bu değildi(r).