Bekleyemem Nihat Abi...
Türk Edebiyatının en güçlü kalemi televizyon programları yüzünden yazamaz hale gelmişti. CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mustafa Sarıgül ile ilgili sorulara kaçamak cevap vermesi üzerine dayanamayıp kaleme sarılmış. Kendi adıma Nihat ağabey kadar sabırlı değilim. Bekleyemem diyorum. Ehveni şer diyerek kabullenmem mümkün değil diyorum. Ama Yeniçağ okuyucuları Sevgili Genç gibi bekle derse çaresiz bekleyeceğiz. Önce Genç’e kulak verelim. Bakın neler diyor.
Aslında yazımın başlığı ‘küstüm oynamıyorum’ idi, biraz daha ‘bekle’ daha uygun olur diye düşündüm. Yazarlığımı Ekim Kasım Aralık aylarının gittikçe kısalan gündüzlerine borçluyum, sabah kalkıp kitap daktilo dört beş saat, bir iki saat dışarıda kalırım ve akşam beş-altı-yedi üç saat daha yoğun konsantrasyonla daktilomun başına gömülürüm. Otuz yıldır aralıksız böyle, bu mevsim ilk defa, daktilonun başına oturamıyorum. Oysa sayfalarca notlarımı aldım hatta çoğu metin sadece daktilo edilmeyi bekliyor, ama içimdeki o heves o tabakhaneye bok yetiştiren adama o akrebin peşindeki yelkovana bir şeyler oldu.
Yazın kuşlar sulu sepken sıçar, insan kışın geldiğini kuşların artık kabuklu çekirdek gibi misket gibi sıçtığını görünce anlıyor. Biz de artık belki de yazarlığımızın takur tukur dönemine giriyoruz, o salya sümük yazar nerede, baharın hayallerin rüyaların umudun meydan okumanın mevsimi geçiyor sanki.
Bu benim hatam, hayatımda büyük bir yanlış yaptım. Ünlü anarşist baba Toro’nun bir lafı vardır, unutulmaz, ‘yolda giderken adımların arkadaşlarının adımlarının temposuna uymuyorsa, o arkadaşın kulağı başka bir davulcudadır.’ Ben hep tek yürüdüm, bu, bağımsız bir yazar olmak için olmazsa olmaz karakterimin dizginleyemediğim bir hevesiydi. Ancak uzun uzun anlatmak gereksiz son dört beş yıldır ülkenin çok acil koşulları birilerinin adımlarıyla tempo içinde yürümemizi şart koştu.
CHP Genel Başkanı Baykal’a malum çirkin saldırı yapıldığında CHP havadan bombalanmış gibi infilak etti. Herkes skandala odaklandı ve Deniz Baykal’ın ağzından çıkacak son sözleri beklerken, ben daha atik davrandım, ODA TV’den Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmekte olduğunu duyurdum. Tek bir kimse bizi ciddiye almadı, tek bir gazete köşe yazarı Kılıçdaroğlu olabileceği tahminini yapmadı. Peşinden bir yazı daha, tık’lanma rekorları kırdı. Bir şey mi biliyorduk, hayır, işin mantığı buydu, rakip partiyi dosyalarla köşeye sıkıştırmış ve geniş kitlelerin takdirini kazanmış bir isim vardı ve sağa dön sola dön bütün kapılar ismi öne çıkmış Kılıçdaroğlu’na açılıyordu.
O gün bugündür Kılıçdaroğlu ismine onurla sahip çıktık, ta ki, geçen Cuma akşamı Uğur Dündar’ın Kılıçdaroğlu röportajına kadar.
Uğur Dündar, çok insan farkında değil, Kılıçdaroğlu’yla ’Yeni CHP’tarihinin en önemli röportajını yaptı. Kılıçdaroğlu’nun malum sorulardan kaçabileceğini tahminim iyice hesap ederek aynı soruyu yarım saat sürecinde döndürüp dolaştırıp tekrar ve ısrarla Kılıçdaroğlu’nun önüne koydu. Soru, şüphesiz Sarıgül’ün yolsuzluklarıydı. Kemal Kılıçdaroğlu özetle: AKP şimdiye kadar Sarıgül’ün yolsuzluklarını gündeme taşımadı, seçim öncesi Sarıgül’ün yolsuzluklarını gündeme taşırsa, ben bunu saymam (ciddiye almam).
Bu sözler bir devrin kapandığını gösteriyor.
Kılıçdaroğlu gibi bir isim ‘yolsuzluk’ karşısında böyle mi konuşmalıydı?
Kemal Kılıçdaroğlu’nu ilk defa bu kadar tutarsız cümleler kurarken gördüm.