Bayburt Fıkraları Kitabı

Fuat Baş adlı yazar hemşehrimin "Bayburt İsviçre Hattı" adlı romanını tanıtan bir yazı yayımlamıştım bu köşede, birkaç ay kadar önce... Diyordum ki yazının bir yerinde "Bayburt anlatılır da mizah olmaz mı? Var, o da var, Bayburtlu'nun nüktedanlığı ve zekiliği pek güzel aktarılıyor."

Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Hayri Köklü Beğ aradı telefonla, "O ki, mizah var, fıkra yok muydu? İnsan birkaç fıkra da sıkıştırırdı araya..." dedi... "Var da çok uzun Hayri Beğ, sığmaz köşe yazısına" diye cevapladım.

Geçtiğimiz hafta Fuat Baş, aradı telefonla beni, tanıştık konuştuk, "Bayburt Fıkraları" adlı birkaç baskı yapmış bir kitabı da bulunduğunu söyledi (Bilge-Kültür Yayınları), ben de istedim o kitaptan. Sağ olsun hemen gönderdi. Bu kitaptan, beğendiğim üç Bayburt fıkrasını aşağıya alıyorum.

Silah Atacak Bir Herif

Anşa Nene, Bayburt'un bir köyünden, mert mi mert, tam bir Türk kadını...

Bu ninenin silah taşıdığını ihbar etmişler jandarmaya. Jandarma da gelmiş köye, dikilmiş kapıya.

Karakol Komutanı:

-Nine evinde silah varmış. İhbar var, ver onu bize, vermezsen evi arayacağız. Der.

Der ve alır cevabını:

-Hele buriye bah Başefendi! Benim herif şimdi evde yoh. Birezden gelür. Buyur otur bekle, bir ayranımı iç. Geldügünde de gocama bir eyce bah, silah atacak adam mı? Silah atacak adamdur, dersen, sehen bir deel iki silah vereceem... Yooh silah atacak adam deeel dersen, o zaman sen behen silah atacak bir herif verecek misen?

Cennet Brokolisi

Sofrada yemeklerden sohbet açılmıştı.

-Hatun ben heç brokoli yemedim, bu otun tadı nasuldur bilmirem, diyen seksenlik dedeme:

-Bey, artuk öteki terefte cennette yersen, cevabını verdi hınzır anneannem...

Mekke'nin Sokaklarında Galduh

Bayburt'un bir köyünde oturan yaşlı amcamızı, Almanya'da işçi olarak çalışan, gurbetten gelen oğlu ısrarla hacca yollamak ister. Babası:

-Oğul, hacca daha çağrılmadık. Daha evlenmemiş, mürvetini görmediğim kardeşlerin var, köyümüzün fakir fukarası var, onlar varken bize hac farz değildir, derse de dinletemez.

Çaresiz gider. Mekke'de hac farizası sırasında, bir hemşehrisi ile karşılaşır bir gün. Hemşehrisi hal-hatır sorar:

-Neydirsen, Hacı Emi, ey misine, rahat tavaf edebüldün mi?

Bizimkinin derdi başkadır, der ki:

-Neydek amaaan... Millet işinde gücünde, bizde galduh Mekke'nin sokaklarında...

BİR SABİR ŞİİRİ

Azerbaycan'ın büyük yergi şairi, Mirze Elekber Sabir, paranın, aslında adam olmayanları nasıl adam sınıfına soktuğunu bakınız nasıl anlatmakta:

Âdemi âdem eyleyen paradır/ Parasız âdemin üzü qaradır (yüzü karadır)!

Qoy (koy) ne eslin (soyun, sopun), necâbetin (soyluğun) olsun/ Ne necîbâne haletin (soyluca davranış) olsun,

Baş-ayaq eyb (baştan ayağa ayıp) içinde olsan da,/Tek bu âlemde dövletin olsun.

Âdemi âdem eyleyen paradır!/Parasız âdemin üzü qaradır!

Olmasın fehmin (anlayış, sezgi), ağlın, idrâkin/ Yar ne qem (gam), tâ ki, vardır emlâkin,

Âteş-i xanesûz-i millet (milletin evini yakan ateş) iken/ Her kesin secdegâhidir xâkm (secde ettiği yerdir).

Âdemi âdem eyleyen paradır!/Parasız âdemin üzü qaradır!

Olmayır olmasın da insafın/ Tut qanın şîşe içre esnafın (esnafın kanını em),

Tâ ki, var elde beş buçuq quruşun/ Mö'tebersen (saygınsın) gözünde esnafın.

Âdemi âdem eyleyen paradır!/Parasız âdemin üzü qaradır!

Yazarın Diğer Yazıları