Batsın sizin barışınız!
Aynı itirafı Balyoz davasında karar açıklandıktan hemen sonra dönemin Star Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu da yapmıştı;
“PKK terör örgütü başı Öcalan’la müzakere”nin böyle rahat rahat, geniş geniş, pişkin pişkin, utanmadan, sıkılmadan, “korkmadan” yürütülebiliyor olmasını ’Yıllarca terörle mücadele eden, dağlarda bilfiil çatışmaya giren, bir şehidin son bakışına şahitlik eden, gözlerini elleriyle kapatan, ilk Fatiha’yı okuyan, Öcalan dahil örgüt yöneticilerini idamla yargılanmak üzere Türkiye’ye getiren, sorgulayan, terörü “0” noktasına getiren, denizde, karada ve havada Türkiye’nin “milli menfaatleri” uğruna siyaset kurumuna, uluslararası odaklara ve hatta kendi üslerine kafa tutmaktan geri durmayan komutanlarının, subaylarının Balyoz davasıyla etkisiz hale getirilmelerine “ bağlayıp şöyle yazmıştı:
“Çünkü en temel engel ortadan kalktı; askeri vesayet tarih oldu!”
***
Benzer cümleleri -bu kez Ümraniye davasıyla ilgili olarak- Sabah’ta Hasan Bülent Kahraman tekrarladı dün.
Önce “objektif” imajı için zaruri olan “evet ben de usul hataları yapıldığını kabul ediyorum” temelini attı:
“Çok üzücü. Olmamalıydı. Bir tek hukuk noksanı bile önemlidir. Çünkü hukukta usul aynı zamanda vicdan demektir. Vicdanın işlemediği bir hukuk düzeni olamaz. (...) Milletvekillerinin (...) Meclis’e girmeleri sağlanmalıydı. Bunca yıl süren tutukluluk halini kimse yaşamamalıydı. Şimdi de savcılık mütalaasıyla ilgili sorunlar var. Bazı hususlar gerçekten akıl karıştırıcı. Gene aynı şey: Keşke olmasaydı.”
Ve sonra, “ama” dedi!
‘Bakın ben nasıl da iyi niyetli, nasıl da hakkaniyetli, adil, dürüst ve vicdanlı biriyim’ mesajını itinayla verdikten sonra bakın nasıl ‘Ama siz de kabul edin, değmedi mi yani buna’ frekansına geçti:
“Ne var ki Ergenekon davasının neleri değiştirdiğini görmemek de olanaksız. (...) Türkiye’nin yanlış kurucu yöntemi bu davayla birlikte değişti. (...) Jön Türkler-İttihatçılar-Kemalistler olarak tarihe yayılan ve devletin militer bir çekirdeğin elinde kalmasına toplumun o çelik çekirdek tarafından kontrol edilmesine, bu uğurda her şeyin mübah görülmesine dayanan anlayışına bir ’darbe’indirildi.
(...)
Sanıyor musunuz ki, bu adım atılmasaydı Kürt konusunda bu kadarcık bile mesafe kaydedilirdi?”
***
Demek ki neymiş;
O kadar insan;
Maazallah, Öcalan’ın mektuplarını taşıyan “barış güvercinleri”nin kanatlarını kırmaya kalkışırlar kokusuyla hapsedilmiş!
Demek ki mevzu bahis Türkiye Cumhuriyeti’nden “100 yılın intikamı”nı almaksa “hukuk” teferruatmış!
Hoş daha 2008’de; dün Melih Aşık’ın da itiraf ettiği gibi çoğu yazar “derin devlet çökertilecek, faili meçhul cinayetler aydınlatılacak, darbelerin önü kesilecek” söylemine kanmış haldeyken ve ilk gözaltılara “kendi mahallelerinden” olmadığı için kayıtsız kalırken de yazıyorduk biz bunları; yeni keşfetmiş değiliz. Ama madem sadece her gün aynı hikayeyi tekrarlayan “papağan”ların dilinden anlayan yeni bir toplumsal algı mekanizması inşa edildi;
Toplumun -bugün getirildiği noktada bile- anlayabileceği dilden ve her gün, karşımızda bir “ahmak” ve “sersem”ler sürüsü olduğunu “varsayarak” tekrarlayacağız biz de:
Demek ki neymiiiiiş;
Dinimizde “diri” sayılan şehitlerimizi, Kur’an ayetlerini ezip geçerek öldürmelerine,
Evlatlarınızın mezarlarında ters dönmelerine,
Mete Han’dan bugüne “çorak bir karışı”nı bile feda etmeme iradesini göstererek koruduğumuz “vatan” toprağında paçavra dalgalandırılmasına müsaade etmezler diye;
Hakka, hukuka, kitaba, vicdana sığıyor mu sığmıyor mu bakmadan,”öbür dünya” korkusu olmadan; Öcalan’ın hatrını Allah korkusunun üzerinde tutarak zulmediyorlar Silivri’de, Hasdal’da, Hadımköy’de, Sincan’da, Mamak’ta, Şirinyer’de tutsaklaştırdıklarını sandıkları onca askere, doktora, avukata, gazeteciye, yazara, milletvekiline, akademisyene, hakime, savcıya...
Öcalan’ın kelepçeleri çözülürken, 1999’da ona kelepçeyi takan komutan cezaevinde!
Siniyor mu gerçekten içinize!
Gerçekten razı mısınız o katilin, o caninin gölgesinde başınız eğik ömür tüketmeye!
Bugün “Ergenekon’dan çıkışı” kutladığımız “Nevruz”un ateşiyle değil;
Adlandırması, Türk’ün bu kutlu destanını itibarsızlaştırmak üzere yapılan bu kirli tezgahı kuranların intikam ateşiyle cayır cayır yanıyor Türkiye;
Hissetmiyor musunuz acısını içinizde!
İki ateş arasında kaldık;
Bir yanda, düne kadar “demokrasi” masallarıyla uyutanlar... İşte bakın artık hiç çekinmeden “evet biz bir darbe yaptık” diyorlar.
Darbeyi kime yapmışlar:
Türkiye’nin kurucu yöntemine?
Türkiye’nin kurucu yöntemi ne?
Milliyetçilik!
Milli Mücadele!
Kuvayı Milliye!
İstiklal Harbi!
Sakarya, Kocatepe ve Çanakkale!
On bin kere yazmadık mı;
Ruh köklerinde “Mustafa Sabri” var diye;
Dün Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu hakkında “idam fermanı” yazdılar;
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran “yöntemi” benimseyenler hakkında yazıyorlar!
Diğer tarafta da ruh köklerinde “bağımsız Kürdistan” için ayaklananlar olduğunu itirafta mahsur görmeyenler; Alişan’ın, Şeyh Sait’in çağdaşları!
Ve bugün devlet -3 PKK’lının cenaze töreni bahanesiyle yapılan meydan okumada olduğu gibi- bir kere daha varlığını çekiyor Diyarbakır’dan!
Tıpkı Divan-ı Harp’in, Kürt Nemrut Mustafa’nın Kürdistan Teali Cemiyeti üyeleri hakkındaki ihbarı dikkate almayın onlara “Haydi gidiniz oğlum, yolunuz açık olsun” deyişi gibi, birer birer salıveriliyor Öcalan’ın “PKK’nın yerine geçeceğini” bildirdiği KCK’lılar!
Orasını anladık;
100 yıl sonra yeniden Kürtçü ve dinciler ittifak halindeler! De...
Ey Yeniceoba Karakol Komutanı;
Üzerinde Mustafa Kemal’in emaneti o üniforma ile sen nasıl girdin “Biji serok Apo” sloganları eşliğinde, BDP’lilerle el ele halay çekebildin!
Eğer bu ise barış dediğiniz;
Batsın sizin barışınız!