Başkanlığa tek, Cumhurbaşkanlığına 3 aday...

Tayyip Erdoğan, yeniden tartışmaya başlattığı başkanlık sistemi için, “Halk karar verecek” dedi. Bunun, “Tayyip”çeden tercümesi, “Nihayetinde benim anayasamı kabul edecekseniz. Görürsünüz bakın buna da halk onay verecek” şeklindedir.
Peki, Tayyip Erdoğan’ın partisinin sandalye sayısı buna yeterli mi?
Meclis’ten geçecek anayasa değişikliği için en az 330 ’evet’oyu gerek. AKP’nin şu andaki sandalye sayısı ise 326. Anayasa değişikliklerinde 330-366 rakamları referanduma gitmek demek.
Bir bildiği vardır (!) Başbakan’ın. En azından şu anda referandumu göze alıyor görüntüsü veriyor.
AKP kulislerindeki kesine yakın kanaat ise Başkanlık sisteminin Meclis’ten referandum gerektirmeyen sayı 367 ile geçmesinin çok zor olduğu yönünde.
Fakat, AKP’liler bugünlerde “teknik ayrıntı” ile pek kafa yormuyor. Aralarındaki konuşma ve tartışmalarda hep, “kim, ne olur” var.
“Tayyip Erdoğan, parti tüzüğünde 3 kere üst üsteden fazla seçilememeyi değiştirmeyeceğini açıklayarak kendini bağladı” diyorlar. Bu durum Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Binali Yıldırım, Ali Babacan için de geçerli.
AKP’liler, Abdullah Gül’ün “gerek medya üstünden gerekse kapalı kapılar ardında yaptığı pazarlıklardan” duydukları sıkıntıları dile getiriyor. “Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül’ü ’kardeşim’ diyerek hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı yaptı. Daha ne olacak?” diyorlar. Abdullah Gül’ün Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkmasını ise, “Gül tarihten silinir gider” diye yorumluyorlar.
Bu tarih hangi tarih ve de neyin tarihi ise?..
İktidar partisinin sözcüleri ve kurmayları Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e “Başkan” olarak çıkmasını AKP’nin düşüşe geçip dağılmaması için şart görüyor.
Neden?..
Araştırmışlar;
“Bir önceki seçimlerde teşkilatın aldığımız oya katkı oranı yüzde 8’di. Geçen seçimde bu rakam yüzde 22’ye çıktı. Her şey ortada. Erdoğan’ın karizmasını kim doldurabilir ki? Abdullah Gül, gelip partinin başına geçse ne olur? Görevini tamamlayıp artık köşesine çekilmeli” diyorlar.
Ama dönüşümlü ama dönüşümsüz, Abdullah Gül’ün bir kez daha Köşk’te oturmak istediği kesin. Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemini ilk tartışmaya açtığında Abdullah Gül, “çekinceleri” olduğunu dile getirmişti. Bülent Arınç, o zaman Cumhurbaşkanının yanında yer almıştı. Bugün ise durum değişti. Arınç bu seferki tartışmalarda Tayyip Erdoğan’ın yanına geçti.
Neden mi?
AKP kulislerinde konuşulan o ki; Bülent Arınç, Erdoğan’a “Siz Cumhurbaşkanı olarak Köşk’e çıkmazsanız ben adayım” dedi. Yine aynı kulislerde, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in de gönlünden Köşk geçtiği konuşuluyor.
Anlayacağınız;
Şu andaki verilere göre, AKP’de Cumhurbaşkanlığı için (Gül dahil) üç, Başkanlık için ise tek aday var.
AKP’yi “olası erken seçimlerin”de havası kuşatmış. Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı için hemen hemen her yerde “Ali Babacan” deniyor. Melih Gökçek’in Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresine “Başbakan bana
bir dönem daha müsaade etsin” diye devamlı fısıldadığı konuşuluyor.
Tarihler çok yakın görünmese de Ankara’yı sandık havası sardı.


Şuşa’da bülbüller kan ağlıyor

Günlük meselelerin içine öyle dalıp gittiğimiz oluyor ki!..
Etrafımızdaki, yakınlarımızdaki can dostlarımızın üzüntülerine veya sevinçlerine ortak olmayı unutup, dalıp gidiyoruz. Azerbaycan’dan Şuşa’lı bir okurumun bana yazdığı mektup yüreğimi cız ettirerek bu acı gerçeği bir kez daha hatırlattı. Paylaşıyorum:
 “Bir yeryüzü Cenneti düşünün. Rakım 1400 m, yemyeşil bir diyar. Doğanın bu eşsiz güzelliklerine kuşbakışı bakarken, Tanrının bu yerleri yaratırken ne kadar cömert davrandığını düşünmekten kendinizi alıkoyamıyorsunuz bir anlık. Bir tarafta akan suların şırıltısı, bir tarafta şaha kalkıp kişneyen atlar, bir tarafta kulaklarda yankılanan Azerbaycan muğam sanatının baş tacı ’Karabağ Şikestesi’, bir tarafta da sanki bu duygulu müziğe eşlik etmek için birbirleriyle yarışan bülbüller. Evet, Karabağ’ın göz bebeği Şuşa’dır. O yerin adı ve o bülbüllerdir ki, Şuşa’nın bağrından kopan kimi Azerbaycan sanatçısına ilham vermiştir nağmeleriyle, ismini takmıştır bazılarına. Şuşa, bir zamanlar belki kimileri için hayal gibi gözüken bütün bu güzellikleri kendinde barındırıyordu kem gözleri kıskandırırcasına.
Temeli 1750 yılında Karabağ Hanı-Penahali Han’ın emriyle atılan Şuşa kalesi tarih boyu çok badireler atlatmış ve düşmanlara kahramanca sine gerişi kendisine ‘geçilmez kale’ ününü kazandırmıştı. 1795 yılı yazında Şah Ağa Mehemmed Gacar’ın ordusuna kahramanca direnişi ve 1797 baharında tekrar saldırarak hileyle kaleye girdikten bir gün sonra Şah’a mezar oluşu, bu ününü pekiştirmişti adeta.
Ama ne yazık ki, bu günlerde Şuşa sanki bir hayalet şehir. Çünkü 1992 yılı Mayısın 7’sinden 8’ine geçen gece kaderi değişmiş ve belki de tarihinde en güçsüz kaldığı bir günü yaşamıştı Şuşa. O gece Ermeniler, Rusya’nın kendilerine bıraktıkları çok sayıda zırhlı araç ve topçu birlikleriyle aniden kenti aralıksız ağır top ateşine tutmuş, sayıca az olan Azerbaycan savunması destek kuvvetlerinin yetişememesi ve cephane yetersizliği nedeniyle sabah saat 6’ya kadar devam eden bu saldırıya dayanamamıştı. On saat süren ağır top ateşi ve daha sonrasındaki sokak çatışmalarında 480 Azerbaycan Türkü hayatını kaybetmiş, 1860 kişi yaralanmış, 68 kişi esir düşmüş, 22.000’den fazla Şuşa sakini kendi yurdunu terk ederek Azerbaycan’ın değişik bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştı.
8 Mayıs 2012 tarihinde Şuşa, Ermeniler tarafından işgalinin 20. yılını doldurdu ve tarihin değer biçilemez izlerini taşıyan bu şehir, şimdilerde bu değerlerinin Dünyanın gözü önünde yok edilmesine tanıklık ediyor. Ve ne tuhaf ki, başta her fırsatta kendini ‘insan hakları savunucusu’ diye uluslararası kamuoyunun gözüne sokma çabası içinde olan ülkeler olmak üzere, varlık nedeni devletler hukukunun işleyişini temin etmek veya kültürel varlıkları korumak olan uluslararası kuruluşlar bu yok ediliş karşısında sessizliklerini muhafaza etmektedirler. Bu sessizliğin verdiği cesaretle olmalı ki, tarihi kültür birikimine sahip Şuşa işgalle birlikte Ermeniler tarafından yakılmış, müzeler talan edilmiş, camiler, tarihi ve kültürel yapılar yerle bir edilmiştir. Şuşa’nın işgali zamanı toplam 280 civarında tarihi ve kültür değeri yüksek yapıtın yok edildiği bilinmektedir.
Evet, bugün Şuşa’da bülbüller bir başka ötüyor. Sanki ağıt yapıyorlar hüzünle. Çünkü bugün hâlâ kara bulutlar dolaşıyor bu hayalet şehrin başı üstünde. Yalnız bu bilinmelidir ki, bir gün gelecek, o sabah tekrar gönülleri okşayacak bülbüllerin şuh nağmeleri. Ve  o gün ‘Karabağ Şikestesi’ geri getirecek onların neşesini.”

Yazarın Diğer Yazıları