Başı dik, karnı tok olabilmek...
Küresel sermayenin ülkemde efelenerek dolaşmasından - ‘beslenenler’ dışında- düşünen her insanın, rahatsız olduğuna inanıyorum. Kapitalist düzenin oyunlarından birisi de kişi başına düşen ulusal gelir aldatmacasıdır. Bu oyun Meksika’da da, ülkemizde de oynanıyor. Kişi başına on bin dolar düşüyormuş! Buna kim inanır? 350 bin kişinin maddi varlığının, 71.650.000 kişiye eşit olduğu söylenen bir ülkede; sanal gelir dağılımını, yaşamdan alınan gerçek veri gibi öne sürmek; yoksullukla alay etmek demektir.
İnsanımız küresel vahşi sermaye yanında; cemaat, tarikat kanatlı sermayenin de sinsi kıskacında. Bu sömürü sarmalını fark eden saygın bilim insanları önerilerini -Prof. Dr. Turan Yazgan gibi- açıkça belirtmek gereğini duyuyorlar.
Bir iktisat Profesörü olan Sayın Turan Yazgan, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı. Sayın Yazgan’ın Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi’nin geçtiğimiz Şubat sayısındaki yazısı, dertlendiğimiz konuları dile getiriyor. Harika tespit ve öneriler içeren bu yazıdan bölümleri dikkatlerinize sunuyorum:
“Kartel ve tröstlerin oluşumuna imkân veren politikalar, genellikle iktidarın “Yandaş”larını koruma ve mükâfatlandırma, yükseltme arzularından doğar. Bu tutum, kendiliğinden bir siyasi parti yandaşlığını aşarak, cemaatleşmeye giden yolu açar. Cemaatleşme de, dini unsurlar ne kadar tesirli olursa olsun, siyasi bir himayeyi de beraberinde getirir. Cemaat siyaset, siyaset de cemaat üzerinde tesirli olabilir. Bu durum kartel ve tröstlerle siyaset arasındaki ilişkilerden daha vahim sonuçlar doğurabilir. Zaten bir safhadan sonra cemaat de kendi başına bağımsız kartel ve tröstler gibi sermayeye hükmeder. Pek çok basın ve yayın organına sahip olur ve hem halkı yönlendirir, hem iktidarı yönlendirmeye kalkar...”
“Yabancı sermayenin bu kartel ve tröstler üzerinde söz sahibi olması çok daha büyük tehlikeler yaratır. Ülkemizde haberleşme, banka ve borsaların büyük ölçüde yabancıların eline geçtiği bilinmektedir. Bu hizmet sektörleri, milli güvenlik açısından olduğundan daha fazla milli refahı etkiler. Çünkü hizmet sektörü içinde çok büyük pay işgal ederler. Bunların katma değerlerinin dışarıya akması ve yeniden ülkemize borç olarak dönüp hem devletin hem vatandaşların sırtından faiz yoluyla transfer geliri sağlamaları bir çeşit soyulmanın yolunu açar. Üretimden çok tüketimin teşvik edilmesi bu fasit daireyi büyütür. Artan tüketim, aşırı teşviklerle borçları biraz daha artırır. Sonuçta millet ve devlet beraberce borçları artan durumuna düşerler. Borçlarını ödeyemeyen halk aynı zamanda suçlu durumuna düşer.”
“Ülkede üretimden çok tüketim oluyorsa, tabii olarak ihracattan çok ithalat olur. Meydana gelen açık yeniden borçla kapanır. Bütçe açıkları da borçla kapanacaktır. Borçları, bu büyük sermaye sahipleri, görünür veya görünmez aktörler olarak sağlarlar ve kendi transfer gelirleri artarken, bütün ülkeyi önemli ölçüde transfer ekonomisi haline getirirler. Aşırı derecede artan işsizlik ve aşırı derecede artan gelir dağılımı dengesizliği, ister istemez devletin de halka sosyal yardım adı altında transferler yapmasını zaruri kılar ve sonuç bir çeşit sessiz bir dilenciler ülkesi durumuna düşmektir.” Yazının tamamına http://www.turan.org.tr/dosya/resim/tarih/kultur/278/278s.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Biz bu ülkede başı dik, karnı tok olarak yaşamak istiyoruz.
Sizce çok şey mi istiyoruz?
Haftaya buluşmak dileğiyle...