Başbakan’dan basına ileri tehdit
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son günlerde bazı yazarlar ve yayın organları hakkında yaptığı sert çıkışlar, kendisinde basını “tekdir etme” hakkını gören tutumunu yeniden gözler önüne serdi.
Erdoğan’ın son çıkışları, geçmişte basın gruplarını, gazeteleri, yazarları ve aydınları hedef alan çatışmacı zihniyet kalıbının yeni tezahürleri olarak dikkat çekiyor.
Bedel ödeme riski
Başbakan’ın bu sert üslubunun yöneldiği son örnekler, Milliyet köşe yazarları Abbas Güçlü ve Nuray Mert ile -yanılmıyorsak bir ilk olarak- dış basından da ünlü “Economist” dergisi oldu.
Abbas Güçlü, eğitim alanında Türk basınının en kıdemli ve en uzman kalemidir. Güçlü, YGS’de ortaya çıkan bariz soru işaretlerini ısrarlı bir şekilde işleyerek kamuoyunun gündeminde tutmuştur. Güçlü, bunun karşılığında Başbakan’dan “Bu kişinin sürekli bu iş üzerindeki kampanyasını söylüyorum. Mensubu olduğu yayın organının televizyonunda da köşesinde de bu işi takip etti. Maşeri vicdanda mahkûm olacaktır. Gelecekte de bedelini çok ağır ödeyecekler tabii...” tepkisini almıştır.
Burada dikkat çeken Başbakan’ın Güçlü’nün “bedel ödeyeceğini” belirtmiş olmasıdır. Pek çok insan, bu ifadeyi bir tehdit olarak okumuştur.
Bu gözdağı ile Başbakan’ın geçen hafta seçimde CHP’nin birinci çıkacağı yolunda bir tahminde bulunan işadamı İnan Kıraç için de “Bu yazılanlar doğruysa, geleceğe yönelik kendisi bazı riskleri üstlenmiş demektir. Bir işadamının böyle bir şeyin içine girmesi ciddi bir risktir” sözlerinde yatan anlayış arasında tam bir benzerlik söz konusudur.
Başbakan’ın hedefindeki ikinci isim Türk basınının entelektüel donanımı itibarıyla en önemli köşe yazarlarından biri olan Nuray Mert oldu.
Erdoğan “Bir bayan gazeteci, köşe yazıları yazıyor. Son yıllarda kendini kaybetmiş bir şekilde kin kusuyor. Güya biz duble yolları Dersim’de olduğu gibi kolay harekât yapılsın diye inşa ediyormuşuz. Bu mertlik değil, namertliktir” dedi. Aynı açıklamada, Nuray Mert’i PKK ve BDP yöneticilerinin “sırtını sıvazlamakla” da suçladı.
Çekingen bir demokrasiye doğru
Bütün bu açıklamalarda önem taşıyan, Başbakan’ın yalnızca muhataplarını eleştirmekle kalmaması, yüksek ses perdesinden, onları azarlayan, hadlerini bildiren bir üslup içinde konuşmasıdır.
Neresinden bakılırsa bakılsın, Başbakan Erdoğan’ın bu tutumu basın özgürlüğü açısından kabul edilebilir bir durum değildir ve eleştiri karşısında hoşgörü eşiği yüksek olmayan bir düşünce dünyasının yansımasıdır.
Yürütme çarkının bütün dişlilerine ve bu arada polise hükmeden, yargı üzerinde de artık önemli bir ağırlığa sahip olan bir Başbakan’ın sıkça “Sonuçlarına katlanırsınız” söylemine başvurmasının basınla ilişkisinde “asimetrik” bir durum yarattığı da teslim edilmelidir.
Bu söylemin yaratabileceği muhtemel bir sakınca, gazetecilerin ifade özgürlüğü algılarını sınırlayarak, genel bir çekingenliğe yol açabilecek olmasıdır. Çekingenlik, ileri demokrasiler için iftihar edilecek bir haslet değildir.
Sedat Ergin/Hürriyet
+++
Fatih Altaylı’ya operasyon mu?
Geçen gün Yavuz Semerci’nin yazısını okuyorum Habertürk’te. ’Kime oy versem’diye yazmış ve herkese mavi boncuk dağıtmış. AKP’ye de oy verebilirmiş, CHP’ye de...
Bu yazıya ’Ben Genel Yayın Yönetmenliği’ne adayım’mesajından başka okuma yapılamaz.
Kulisler durmuyor.
12 Haziran’dan sonra Fatih Altaylı’nın görevden alınacağı, hatta bunun patronlar tarafından bizzat garanti edildiği söyleniyor.
Yerine tabii ki herkesin dalga geçtiği Yiğit Bulut gelmeyecek.
Bu açıdan Yavuz Semerci’nin yazısı anlamlı..
Fatih Altaylı seçimlerden sonra verilecek ilk kelle mi olacak?
Göreceğiz.
Oray Eğin/Akşam
+++
Demokrasi!
Öncelikle, Sayın Başbakan’ın bana yönelik konuşması karşısında tepki veren herkese teşekkür etmek isterim. Bu tepkileri şahsi destek veya her durumda söylediklerime katılma olarak değil, öncelikle, medeni ve demokratik bir tavır olarak görüyorum. Öyle olmasaydı, Başbakan’ı kızdıran sözlerime, fikir düzeyinde en az onun kadar karşı olduğundan emin olduğum, MHP Genel Başkanı tepki vermezdi. Sayın Bahçeli, fikren karşı olduğu bir düşüncenin ifade hakkını ve nezaket kurallarını hatırlatmış oldu.
Nuray Mert/Milliyet
+++
Seçim tiyatrosu!
Cumhuriyet savcısı dün, adından “Sayın Cumhurbaşkanımız” diye söz ettiği Kenan Evren’in ifadesini aldı. Yarın da 12 Eylül darbesinin Konsey üyelerinden Tahsin Şahinkaya’nınkini alacak.
Ne oluyor? Gerçekten darbeciler mi yargılanıyor?
Hayır... Tiyatro oynanıyor... Olup biteni avukat Şahin Mengü anlatıyor:
“Kenan Evren ve şürekâsının Anayasa’ya koydurdukları geçici 15. madde kaldırıldı. Ancak maddenin yürürlükten kaldırılmış olması söz konusu kişilerin yargılanabilmesinin önünü açmaz. Çünkü geçici 15. madde ile belirtilen kişiler için ’sorumsuzluk hali’yani ’yargı dokunulmazlığı’söz konusudur. Geçici 15. madde ile getirilen düzenleme geçici bir dokunulmazlık olmayıp milletvekillerinin kürsü masuniyeti ile aynı nitelikteki sorumsuzluk halidir. Anayasa’nın 83/1 maddesini kaldırmakla nasıl ki eski milletvekillerini yasama dönemlerindeki oy ve sözlerinden ötürü yargılayamaz isek aynı şekilde geçici 15’in kalkmasıyla da Evren ve şürekâsını yargılayamayız. Bu konu 12 Eylül referandumu öncesinde de alevlendirildi. Amaç AKP darbecilerin üzerine gidiyor havası vererek oy avcılığıdır.
Seçimden sonra konu yine uykuya yatırılacaktır.”
Melih Aşık/Milliyet
+++
Arka bahçenin meyveleri
Bir okurumun mesajında dikkatimi çekti. İktidar yargıyı tamamen ele geçirinceye kadar hep “Yargı CHP’nin arka bahçesi, dedelerinin yeri” propagandasını yapıyordu. Oysa yeni seçilen başkan 30 yıldır Yargıtay üyesi. AKP zihniyetinde olduğunu hiç saklamayan Nazım Kaynak tamamı AKP iktidarı tarafından atanan yeni üyelerin blok oyu ile
seçildi.
Bir diğer dikkat çekici nokta da, Yargıtay Başkanı’nın ilk kez ilk turda seçilmesi. Bugüne kadar Yargıtay Başkanı 100’e varan turlar sonunda
seçilirdi.
Anayasa referandumu ile yargının daha bağımsız olduğu propagandası yapılmıştı. Kimi aymazlar “yetmez ama evet” diyerek bu “ileri demokrsi hamlesine” destek olmuştu.
Şimdi gerçek ortaya çıktı ki, iktidar yargıya tamamen hâkimdir ve bir talimatla yeterli sayıdaki kişi istenilen yönde oy kullanmaktadır.
Can Ataklı/Vatan
+++
Nefreti iktidar yapmayın
İnsanoğlu nefreti durdurmak için çok uğraştı...
Yasalar, tabular, kurallar...
Dinler, aslında nefreti durdurmak içindi...
Olmadı; bekçiler, polisler, hâkimler, mahkemeler...
Hapishaneler yaptı insan; içine nefreti kapatmak için...
***
Ama nefret her zaman bir yolunu buldu...
***
Ve nefret yüzünden, tarih normalinden daha uzun yazılır...
Kısaca “güzel günlerdi” demek yerine...
***
Nefreti iktidar yapmayın...
Şu sıralar bütün gün televizyonların karşısına oturup nefreti dinliyorsunuz aslında...
(...)
İyi bakın...
Köpükler saçarak...
Dişlerini göstererek...
Yüzünü buruşturarak...
Yumruğunu sıkarak...
Ve en belirgin sözcükleriyle geliyor nefret...
***
Nefret, nefreti çağırır...
İşte itiraf ediyorum; bu bir nefret yazısıdır...
Ben de nefretten nefret ederim...
***
Nefret başa geçtiğinde; kin, öç, intikam peşine takılır... Ve arkasından gelir sancılar, acılar, gözyaşları...
Nefret öne geçmesin...
Geçerse...
Söylemeye dilim varmıyor; çok kötü şeyler olacaktır bu topraklarda... Ve tarih çok sayfa ayırmak zorunda kalacaktır bugünler için...
Kısaca “güzel günlerdi” demek yerine...
***
İyi bakın...
Görün...
Bilin...
Direnin...
Herkese söyleyin...
Bu kez daha farklı; son yumruğu vurmak, son gözü oymak, son başı koparmak, son sesi boğmak için geliyor nefret... Kazanmasına izin vermeyin nefretin...
Bekir Coşkun/Cumhuriyet
+++
Susuz Dede barajı geçer Telli Baba bağımsız girse seçilir
İlk işgününde...
6 şehirde miting vardı.
Mesai saati içinde.
***
İstediğin kadar makyajla...
İşsizliğin kanıtı
meydanlarda.
***
Bakın, Yunanistan’da ekonomik kriz mitingleri yapılıyor. Ne zaman? Saat 18.00’de... Mesai bittikten sonra yani... Çünkü, ekonomik kriz mitingi yapanların bile işi var birader!
***
Frankfurt’ta Salzburg’da Eindhoven’da mesai saati içinde sokağa çıkma yasağı var sanırsın... Sarkozy mesela, pazartesi günü Toulouse’da Nantes’da miting yapsa, hatta Carla Bruni’yi kürsüye çıkarıp şarkı söyletse... Üç-beş hapçıdan başka dinleyen bulabilir mi meydanda?
***
Cumhuriyet tarihinin en kalabalık mitingi, 1977, kanlı 1 Mayıs... Hangi gündü? Tatil, pazar... İyi kötü gidecek işi vardı insanların o yıllarda... Çarşamba veya perşembe yapılsaydı, kaç kişi gelebilirdi?
***
Vay efendim neymiş...
Ben bu kadar topladım.
Sen şu kadar topladın.
Ha sidik yarıştırmışın...
Ha miting.
***
İşsiz kalabalığı toplamaksa maharet...
Zuhuratbaba’yı başbakan yapalım.
Asıl onda en büyük marifet.
Yılmaz Özdil/Hürriyet
+++
GÜNÜN SÖZÜ
MHP’li Oktay Vural, AKP için “Sülün Osman’ı geçti bunlar” demiş.
Teşbihte hata var... Sülün Osman dediğin en fazla Galata
Köprüsü’nü satabilen bir amatördü.
Fahrettin Fidan