'Başbakan karşısında ayılıp-bayılan gazeteciler' yarışması yapılsa Taha
Beş gazeteci ( “mi” diye sorma hakkımı saklı tutuyorum) tek sıra halinde dizilmişlerdi:
Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı
Star Genel Yayın Yönetmeni
Mustafa Karaalioğlu
Bugün Genel Yayın Yönetmeni
Erhan Başyurt
Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak
Sabah Genel Yayın Yönetmeni
Erdal Şafak
Bu dizilişte yatay bir hiyerarşi söz konusu muydu bilemiyorum. Öyle ise, kimin halay başı olup grubu sürükleyeceğine nasıl karar verilmişti?
Şöyle olabilir mi:
“Boy sırası” yapar gibi en başa, plazası en büyük, baskısı ülkemin bütün kapılarına bacalarına gazete yettirecek kadar çok olan...
Hemen yanına “gönüllerin birincisi” olan...
Sonra “eh çok içimize sinmese de, ağzına bir parmak bal çalıp susturmak lazım” olan...
Peşine, “ne güzel abimizdin sen” vefasının gereği atsan atılmaz satsan satılmaz olan...
Son olarak, “kuyruğa” da, yandaşlar alemine “iliştirilmiş” olan...
***
İlk dakikalarda sırada göz kamaştırıcı bir hiza, bir nizam vardı. Hatta bir ara ekrana öyle bir kare yansıdı ki, hepsinin elleri bacaklarının üstünde kavuşmuş haldeydi. Aylarca prova edilen 19 Mayıs’ta görmek zordur bedenler arası ahengin böylesini!
Ama ah o ayaklar; kooooca Başbakan’ın karşısında nereye nasıl konacaklar. Hiçbir yere sığamadılar. Uzatsan olmaz, bacak bacak üstüne zinhar atamazsın, sandalyenin altına nasıl gömeceklerini şaşırdılar.
Bir masa olaydı iyiydi!
Neyse ki ceket düğmeleri fora edildi de kurtarıldı “valla kasmıyoruz bakın nasıl da rahatız” resmi!
***
Merceği tek tek üzerlerine çevirmeden önce şunu belirtmezsem haksızlık olur:
Ekrem Dumanlı ve Mustafa Karaalioğlu (ki yönettikleri kurumlara bakınca o kadrodaki en taraf olanlardı) kendilerini (diğerleriyle kıyaslayınca) hemen hemen hiç bozmadı. Şaka değil, bütün ciddiyetimle tebrik ediyorum ikisini de!
Ki Ekrem Dumanlı için orada bulunmak sanki bir ızdıraptı. Program başladığı andan itibaren bronzlaşmış yüzünden “Ben ki artık Enis’lerle, Fatih’lerle aşık atıyorum buraya nasıl düştüm” havası okunuyordu. Bana göre, o stüdyoya kendini en ait hissetmeyen kişiydi. Ama misyon deyince akan sular duruyor işte! Onunki de bir nevi “köprü bakım çalışması”... Hoş bir ara, Hüseyin Aygün konusu açıldığında, Başbakan’ın “Kaçırıldığına inanmıyorum” çıkışını kaçırmadı. Alaycı bir ifade ile “Biz de öyle (kaçırıldı) zannettik yüreğimiz ağzımıza geldi” diye bir “makaralaşma” hamlesi yaptı ama Dumanlı’dan esen sıcak rüzgarlar Tayyip Erdoğan cephesindeki donu zerre eritmedi; artık nedense!
***
Mustafa Karaalioğlu’na gelince... Gecenin en profesyoneli, işi ayağa düşürmeden çanak soru sorabilen tek kişisiydi! Bir kere de bunun için tebrik etmeli... Sonuçta yandaşlığın da bir raconu olmalı değil mi; çanakçılık başka, taklacılık başka! Nitekim baygın geçen programın tek golü (kimin kalesine atıldığı tartışmalı da olsa) Karaalioğlu’nun “PKK terörünün uluslar arası bağlamını Suriye üzerinden değerlendirir misiniz?” pası sayesinde geldi:
“Bu vesileyle burada medyayla bir anlaşma yapmak istiyorum. Medyaya mesaj: Afganistan’da koalisyon güçlerinin 1 ayda 158 kaybı var. Bunu ne Fransız, ne İngiliz gazetesinde okuyamazsınız. Fakat bizde bütün görsel medya yazılı medya hepsini verir. PKK’nın amacı sürekli propagandasını yaptırabilmek, adam propagandasını bedava yaptırıyor. Ülke yönetimine zafiyet tesis ediyor. Bunu halletmemiz lazım. Medya kimin yanında yer alacak? Sizin haber kaynağınız ROJ TV mi, Mezopotamya mı? Sansasyonel haber üretmek doğru mu? Tavrı yazılı ve görsel medyanın hep birlikte alması lazım. Bunları ademe mahkum etmek zorundayız. Bu konuda çalışmamız var!!!”
(Tabi kimse Erdoğan bu sözleri söylerken “İyi de Afganistan’daki işgalle, Türkiye’deki vatan savunmasını bir mi tutuyorsunuz?” Yahut; “TRT ve AA’ya da Suriye konusundaki kaynaklarını soruyor musunuz?” diye sormadı!!!)
***
Gelelim Erhan Başyurt’a:
Var mısın yok musun kardeş!
Bir de çok merak ettim; soluk almadan, nefessiz, hareketsiz kaç dakika durabiliyorsun? Bunun için özel bir eğitimden mi geçirildin?
Parti ayrımı olmaksızın bütün ülkeyi ayaklandıran “66 ay kabusu” nu “66 ay heyecanı” olarak tanımlayarak sen zaten kendini bitirdiğin için seni bu yazıda es geçtim...
***
Erdal Şafak’tan sonra izlerken en kızardığım kişi Nuh Albayrak’tı. “Biz aslında terör konusunda çok hassas davranıyoruz ama topyekün olmadığı için bize de baskı geliyor” diye diğer gazeteleri şikayet etmeye kalkışması çok acınasıydı. Bütün sınıfın antipatisini kazanmış ilkokul öğrencileri gibi;
-Örtmenim, örtmenim, ben yapmadım o yaptı!
***
Ve işte o an...
Bir kırmızı halı yayıp, bir heykelcik de mi hazırlasaydık!
Gecenin en ayılıp-bayılan, en gevrek gülüşlü, en tasdikçi Genel Yayın Yönetmeni:
Erdaaaal Şafak!
Yokluğunu aratmadığınız için Taha Akyol ödülü sizin!
Her sorudan önce “izin isteyerek” ve hatta “Suriye’ye değineceğim kusura bakmayın” gibi gazetecinin soru sormasını “kusur” haline getiren tarihi bir cümleye imzanızı atarak bu ödülü sonuna kadar hak ettiniz!
Hem bu ülkede Genel Yayın Yönetmenini, gazeteciyi bırakın, kaç insan, çeşitli kurumların şehit aileleri için öngördükleri yardım miktarları kalem kalem sıralanırken “kah kah-kih kih” gülebilir ki!
Bu ülkede kaç insan, “Anaların evlatlarına fiyat biçildiği” o anlarda “yazıklar olsun” demek yerine “Benim yaptığım hesaba göre küsuratları atarak ödenen toplam para 450 bini geçiyor” der, lafı “Allah’tan daha ne istiyorlar, belalarını mı, nankör bunlar” demenin kıyısına getirebilir ki!
Sonra kaç gazeteci “sansür” konusunda “Ankara’da zaten biz sizinle prensip anlaşmasına varmıştık” diye övünebilir!
***
Programın son dakikaları... Başbakan değerlendirmesini “Buna kargalar bile güler” diyerek bitirdi.
Erdal Şafak, o anda stüdyoda hem de katıla katıla gülen tek kişiydi!
Nokta!