Barzani’nin muştucusu sanki
TRT Haber “peşmerge bozuntusu”nun gelişini “Türkiye’ye çok önemli bir konuk geliy or” diye duyurdu.
Bugüne kadar Türkiye’ye türlü hakaret yağdıran Barzani’nin gelişini, her evde sevinç yaratacak bir habermişçesine müjdelemiş TRT:
“Türkiye bugün çok önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor sayın seyirciler!..”
Muştucu mübarek!
***
TRT, resmi internet sitesinde “Türkiye’nin kamu yayıncılığı yapmakla görevlendirilen tek yayın kuruluşu” olarak tanımlıyor kendisini.
Niteliklerini sıralarken “halkın geri bildirimine önem veren, açık, dinamik, üretken ve en önemlisi cumhuriyet ilkelerine bağlı, tarafsız yayıncılık”tan dem vuruyor.
Madem bu kadar açık, madem bu denli önem veriyor “halkın geri bildirimine”, aha da “halktan birinin geri bildirimi” TRT yönetimine: (Bu durumda kalkıp bir dava daha açmazlar herhalde...)
PKK’ya dönük operasyonların durmaması halinde “Diyarbakır ve Türkiye’nin diğer kentlerine karışma” tehdidi savuran bir “peşmerge bozuntusu”na “değer” atfeden söylem ile “kamu yayıncılığı” ilkesi çelişmiyor mu sizce?
Kamu hizmeti “devlet ve öteki kamu tüzel kişileri tarafından halkın genel ve ortak gereksinimlerinin karşılanması” anlamına geldiğine göre, “PKK’ya yardım ve yataklık eden” bir işbirlikçiye, daha fenası Türkiye’nin bir dönem yaptığı “hamiliği” düşününce bir “hain”e “V.I.P.” muamelesi yapmanın neresi “kamu hizmeti” söylesenize?
***
Biz yayının “halka” yapıldığı zannından hareketle “olmaz böyle şey” diyoruz ama TRT Haber ekibinin mesajı halka değil de “Genel Müdür”ü atama makamınaysa iş değişir tabii...
Malum Barzani onların davetlisi!
Hele de MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır’ın dediği gibiyse, yani “Apo’nun ikamesi”yse, elbette “postal öpücü”lüğü tarihe gömülerek “zatı şahane” oluverecek... Elbette “geliş”i “kurtuluş müjdesi” diye 41 pare iltifat atışıyla kutlanacak TRT Haber spikerlerince!
“Değişimin” dışında kalanın “değişmez kaderi” madem ki tasfiye “Yeni Türkiye” de, İbrahim Şahin’in büyük bir titizlikle oluşturduğu TRT ekibi de belli ki “yerlerini korumak” için dahil olmuş aşağıda kısaca özetlediğimiz değişime:
Yıl 2006, Eylül’ün 28’i. Dönemin Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek “Terörle ilgili şu ülkenin yöneticisi, filanca aşiret şeyhi, ‘dünün postal öpücüleri’ şöyle demiş, böyle demiş... Şuan ki terör algılamamızda bir değişikliğe neden olmaz. Biz inanıyoruz ki hâlâ terörün destekçileri dışardadır.” dedi.
Yıl 2007, Ekim’in 21’i. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Bana bu tür kişilerle ilgili sorular asla sormayın. Benim muhataplarım bellidir.” dedi.
Yıl 2007, Ekim’in 29’u. Başbakan Tayyip Erdoğan, “Barzani bizim muhatabımız olamaz. Şu an kendisi terör örgütüne yataklık yapar durumdadır. Bana o kişiyi sormayın...” dedi.
Yıl 2007, Kasım’ın 26’sı. Dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan, “Barzani tanımadığımız yönetimin önde gelen ismi.” dedi.
Yıl 2011, Ekim’in 29’u. Başbakan Tayyip Erdoğan “Irak Bölgesel Yönetimi eski Başbakanı ve KDP Başkan Yardımcısı Sayın Neçirvan Barzani ile bir görüşme yaptık. Mesut Barzani ile de telefon görüşmesi gerçekleştirdik ve bir araya gelme kararı için kendilerini Türkiye’ye davet ettik ve gelecekler.” dedi.
***
“Başbakan’ın davetlisi” ne, o davetli eski “peşmerge başı”, eski “postal öpücü”, eski “aşiret şeyhi” olsa bile başının üstünde yer açacak ki TRT, yeniden Genel Müdür olabilme yolunda önemli bir viraj daha aldırabilsin İbrahim Şahin’e...
Yeri gelmişken, Şahin’in karşısına aday olarak çıkan diğer kırk küsur arkadaş arasında Apo’nun yerine ikame perşmerge başına “çok önemli konuk” muamelesini içine sindiremeyecek olan varsa şimdiden çekilsin bana kalırsa...
Not:
Züğürt tesellisi gibi ama olsun; konakçıya göre konuk “asalak” demek aynı zamanda. Ödediğimiz vergilerle bu “konağın” asıl sahibi de biz olduğumuza göre, devlet televizyonunda iktidara yaranmaya çalışanlar ne derse desin, Barzani’nin niteliği değişmeyecek bizim gözümüzde....
KCK tutuklamalarıyla iyice belirginleşen ikiyüzlülüğe tepki büyüyor
Buyurun size bağımsız ve tarafsız yargı
Özel yetkili mahkemeler
tarafından yeri ve adresi belirli olan yurttaşlara davetiye gönderilmeden apar topar gözaltı uygulaması...
Susma hakkını kullanmalarına karşın şühphelileri 4 gün nezarette bekletme...
Sabahlara kadar savcı - hakim sorgulaması...
Dosyadaki bilgi ve belgelerin avukatlardan saklanması...
Basında iğrenç bir linç kampanyası başlatılması...
Bunlar özel yetkili mahkemelerde artık hukuk klasiği oldu...
Adil yargılama, masumiyet karinesi gibi ilkeler paspas gibi çiğneniyor... Evrensel ceza hukuku kuralları ve AİHM kararları ağır biçimde ihlal ediliyor...
Ergenekon soruşturmasının başından beri, dört yıldır bu
böyle...
Son olarak Ragıp Zarakolu ve Prof. Büşra Ersanlı’nın gözaltı ve sorgulamasında şüphelilere aynı eziyet uygulandı...
Ancak Ergenekon soruşturmasıyla son tutuklamalar arasında büyük bir fark var...
Ergenekon sürecinde yazarlar, üniversite rektörleri, generaller tutuklanırken:
- Artık herkese dokunuluyor, diye sevinç çığlıkları atan... “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz, kurunun yanında yaş da yanar” , gibi basmakalıp laflarla adaletsizliğe kılıf uyduran yarım aydınlar bu defa çok öfkeli... Hukuk ilk kez çiğneniyormuşcasına tepkililer...
Oysa bu yargı düzeni de onların oylarıyla “Yetmez ama evet” sloganlarıyla kuruldu. Yargı onlara göre Kemalist vesayet altındaydı, referandumda anayasa değiştirildi, böylece yargı tarafsız ve bağımsız bir niteliğe kavuştu! Buyurun size bağımsız ve tarafsız yargı...
Bir; Özel mahkemeler kaldırılmadıkça hukuk kendine
gelemez...
Bilelim ki... HSYK iktidarın emrinden çıkarılmadıkça, bağımsız ve tarafsız yargı hayaldir... Tam tersine, bu yapıdaki bir yargı, iktidarın siyaset silahı olarak görev yapacaktır...
Melih Aşık / Milliyet
N.Ç.’nin artık adalete inanmadığına eminim. Ben de inanmıyorum. Peki ya toplum vicdanı? Peki ilahi adalet? Yazıklar olsun!
Kanat Atkaya / Hürriyet
(N.Ç., 13 yaşındayken satıldığı 26 kişinin tecavüzüne uğradıktan sonra mahkemenin “bilerek yaptın” dediği kızımız...)
Bumerang atanı vurmaya geldi
Bu güruhun azgın çığlıkları nedeniyle kaç aydın, gazeteci, akademisyen; emeklisiyle muvazzafıyla kaç subay hapse girdi, hesabını tutmak zor.
Şimdi bu güruh korku ve panik içinde. Çünkü aynı yasa dönüp dolaşıp kendilerini arkadan vurmaya başladı. Haykırıyorlar “Ne oluyor böyle?” diye. Bir şey olduğu yok. Düne kadar o şehvet kokan çığlıklarınız iktidarın işine geliyordu.
Çıkardığınız gürültü ile halkın duyarlı olmayan kesimlerinin beyni uyuşturuluyordu, iktidar hem içte hem de bölgesel olarak global dünyanın taleplerini yerine getiriyordu. Şimdi durum farklı galiba.
Belli ki global güçler hedef değiştirdi, düne kadar “kullanılabilir” olanların “son kullanma tarihine” yaklaşıldı, iktidar da makas değiştirdi.
Zamanında “hukuka saygı gösterin, hukuk bir gün herkesin ihtiyacı olacaktır, sizin bile” diyor, (...) ülkenin “tek parti diktatörlüğüne doğru hızla yol aldığını” belirterek “Şimdi canhıraş destek veriyorsunuz ama bu iş bumerang gibidir, sonunda size dönecek” tahmininde bulunuyorduk. O bumerang şimdi geri geldi, atanı vuruyor.
Can Ataklı / Vatan
Yaaa, ne hayret verici değil mi!
Aslı Aydıntaşbaş “Nasıl oluyor da iktidarı %50’yle almış, son derece rahat olması gereken bir hükümet, her geçen gün daha az değil daha baskıcı oluyor?” diye soruyor.
Bilmem... Bir kısım patron, genel yayın yönetmeni, köşe yazarı Başbakan’ın karşısına dizilip “Efendim biz bu haberi de yazmayalım, bu fikri de dillendirmeyelim, bu gerçeğin de üstünü örtelim” diye gönüllü bir boyun eğiş sergileyince, dik duranlar, “gül bahçesi”nin tıraşlanması gereken “diken”leri gibi durduğu için olabilir mi mesela!
Atatürk’e “diktatör” diyen kadına böyle seslendi: YAZIKLAR OLSUN!
CNN Türk’te yayımlanan “Dört Bir Taraf” programında Nagehan Alçı adlı yazar, “Atatürk diktatördü” diye buyurmuş...
***
Atatürk nasıl bir diktatörse, iki sözünden biri “ulusal egemenlik”ti.
Nasıl bir diktatörse, başarıyla çıktığı Kurtuluş Savaşı’ndan sonra halk onu “padişah” yapmak isterken, o Cumhuriyet’i, yani “halkın üstünlüğü”ne dayanan rejimi kurdu.
Nasıl diktatörse, Padişah’ın çıkarlarını korumakla görevli Bab-ı Âli Hükümeti’ni yıktı ve yoluna en küçük illerden bile temsilci gönderilen Türkiye Büyük Millet Meclisi ile devam etti.
Nasıl bir diktatörse, 16 Ekim 1923’te Arifiye’de, bütün güç ve egemenliğin halktan kaynaklandığını ve halka dayandığını haykırdı.
Nasıl bir diktatörse, “Tanrısal bir hukuka dayalı bir mutlakiyet yönetimi” nin yerine “Halk iradesine dayalı Cumhuriyet”i koydu...
Nasıl diktatörse, “Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir, onun amacı, milletin, yönetenler üzerindeki denetimi sayesinde, siyasal özgürlüğü sağlamaktır” dedi.
Nasıl diktatörse, “Demokrasi, memleket aşkıdır, aynı zamanda babalık ve analıktır” diyerek demokrasiye övgüler düzdü.
Nasıl diktatörse, demokrasiyi “eşitseverlik” olarak tanımladı.
Nasıl diktatörse, kurduğu devleti, “Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayalı bir devlettir” diye dünyaya ilan etti.
***
Atatürk’ün ölümünden tam 73 yıl sonra, kendi tarihini yabancılar kadar bile bilmeyen, üstelik bugün mesleğini yapabilmesini bile Atatürk’e borçlu olan kadın bir gazeteci çıkıyor, “Atatürk diktatördü” diyor!
Yazıklar olsun!
ÖYMEN’E “KÜFRE ARACI OLMA” ÇAĞRISI
Bir çift söz de şöhret peşindeki bu kadının hezeyanlarının her hafta topluma ulaşmasına aracılık eden sevgili ağabeyim ve Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen’e:
Orada ne işin var abi?
Ortak değerlerimize her hafta küfredilmesine “aracılık etmek” ağırına gitmiyor mu?
Mustafa Mutlu / Vatan