Barışı ararken tuzağa düşmek!
Ermenistan ile Türkiye, İsviçre’de malum anlaşmayı imzalandı. Her iki ülkenin Dışişleri Bakanları masada anlaşmayı imzalarken arka tarafta ABD Dışişleri Bakanı, Rusya Dışişleri Bakanı, İsviçre Dışişleri Bakanı, NATO ve AB temsilcisi ayakta olaya tanıklık ettiler. İmza krizinin aşılması da ABD ve Rusya dışişleri bakanları tarafından sağlandı. Gerçekte anlaşmayı imzalayanlardan daha çok imzalatanların tutumları dikkat çekiciydi.
Ermenistan, bilindiği gibi başta Dağlık Karabağ olmak üzere Azerbaycan topraklarının %20’ini işgal etmiş, Türkiye’yi de dünyanın hemen her kıtasında “soykırımıcı” ilan etmiş bir ülkedir. Ermenistan’ın bu işgalci ve iftiracı tavrı Türkiye’nin Ermenistan’a karşı sınırlarını kapatmasına neden olmuştu. Türkiye, “işgali bitir, iftiraya son ver, sınırları tanı; sonra kapıları açalım” diyordu. Türkiye kendi iradesiyle ya da ABD’nin baskısıyla geri adım atarak “önşartsız” Ermenistan ile anlaşma imzaladı. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ihtilafların çözümüne ise bundan sonra geçilecek.
Birkaç soru!
Bu süreçte akla gelen birkaç soru var önce onları soralım: Birincisi, Türkiye ile Ermenistan’ı bir protokol vesilesiyle bile bir araya getiren ABD ve masanın arkasındaki diğer güçler acaba neden Ermenistan’ın işgal altında tuttuğu topraklar konusunda aynı tavrı sergilememektedir? Ermeni işgali sonucunda yerinden, yurdundan olmuş bir milyonu aşkın Azeri Türkünün içinde bulunduğu şartlar, sınırların açılmasından daha mı az önemlidir? İkinci soru da Türkiye’nin tavrıyla ilişkili olarak sorulabilir. Türkiye (Karabağ’da işgal sürdüğü halde) protokolu “ön şartsız” imzalarken, Ermenistan’ın bunu (soykırımiddiasını sahiplenmek) “önyargılı” bir biçimde ustaca imzalaması garip değil midir? Üçüncüsü de Türkiye, önce “Karabağ’daki işgal bitsin” derken, “önce imza sonra Karabağ” noktasına gelmiş olmakla izlediği politika konusunda her an geri adım atabilen bir ülke konumuna geldiğinin farkında değil midir? Türkiye ile sorunları olan ülkeler bundan böyle “Türkiye’nin söylediklerine bakmayın, onlar her zaman geri adım atmaya müsaittir” anlayışıyla hareket etmeyecekler midir? Dördüncüsü ise Türkiye’nin Azerbaycan’a verdiği sözlerle ilgilidir. Türkiye, bu protokollerin gereği olarak eğer sınırları açarsa Azerbaycan ile olan ilişkilerde içine düşeceği durumu hesap etmiyor mu?
Tuzağa düşmek!
Üzerinde anlaşılan metin, her anlama çekilebilecek, tarafların kendi anlayışlarına göre yorumlanabilecek özellikler arz etmektedir. Bir çeşit iyimserlik ve temenni bildirisi kimliğindedir. Durum ortada iken Türkiye’deki yandaş medyanın “Tarihi Sorun Tarihe Gömüldü”, “Diaspora Yıkıldı” türünden zafer manşetleri atmasının mantığını anlamak mümkün değildir. Zira ortada vazgeçilen bir iddia ya da kazanılan somut hiçbir şey yoktur. Aksine Türkiye bu imza ile yeni yükümlülükler üstlenmiş olmaktadır. Türkiye ya sınırları açacak ya da atmış olduğu imzanın gereğini yerine getirmeyen bir ülke konumuna düşmüş olacaktır. Protokolü Türkiye “ön şartsız” imzalamıştır. Başbakanın “Karabağ olmadan sınırı açmayız” sözlerinin de bu bağlamda fazla bir gerçekliği yoktur. Nitekim aksi söylenmesine karşın imzalanan protokoller de derhal TBMM’ye getirilmiştir. Diğer yandan 24 Nisan öncesinde Obama “ya altını imzaladığınız metnin gereğini yaparak sınırları açın ya da ” soykırım “ tasarısı senatodan geçecek” derse, Türkiye’nin söyleyeceği fazla bir şey kalmış olmayacaktır. Öyle görünüyor ki Türkiye, barışı ararken tuzağa düşürülmüştür.