Baransu vakası...
Nereden, ne zaman kimler tarafından eline tutuşturulan bavulun içindekilerden habersiz olduğu davranışlarında sırıtıyordu. İddiaya göre yüzbinlerce sayfalık belgelerde “darbe” nin izlerini bulmuştu. Ama o yüzbinlerce sayfayı tek tek okuması “hayatın olağan akışına aykırı” idi. Dahası adı geçen askeri yazışma ve planları bırakın genç bir gazeteciyi, ömrünü ordu içinde geçirmiş tecrübeli bir subayın tek tek okuyarak yorumlaması da çok zordu. Nitekim işi kılıfına uydurmak için “bilirkişi” ye havale ettiler. Bilirkişi de bilirkişiydi hani savcının tam da savcı olduğu gibi o savcı ki “Baransu fenomeni ile tanışmanın heyecanını yaşayan Bülent Münger” bilirkişi binbaşı Ahmet Erdoğan’dı. Münger ve Erdoğan başlı başına ayrı konu, yaz yaz bitmez. Biz dönelim Baransu’ya. Erzurum’dan dershane kanalı ile İstanbul’a devşirilen Baransu, okulu bitirir bitirmez soluğu Amerika’da alır. Kendi ifadesine göre hem çalışır hem okur ama bu da eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü, okulun eğitim müfredatı ile Baransu’nun çalışma saatleri tutmaz. Amerika’da her şeyin affı vardır ama verginin asla. Çalışma ve vergi kayıtlarına asla rastlanamaz, asıl olan Baransu’nun beyanıdır. Hızlandırılmış kurslardan geçer özel eğitim derslerinde becerikli bulunur tam 8 yıl boyunca (Okyanus ötesi uçamaz raporlu abi) ile Amerikan polisi ve istihbarat örgütü ile çalışır operasyon için düğmeye basıldığında (sorgulamayan biat eden eleman) ihtiyacına binaen görevlendirilir. Görev de görevdir hani. Daha önce rutin haberlerde bile imzası olmayan Baransu’ya (Sedat Simavi ödülü bile verilir) şöhretin basamaklarını hızla tırmanmaktadır. Hâkim, savcı, emniyetçi, politikacı, bürokrat onun hışmından tırsmaktadır. Bir anda medya şöhreti olur. Onu ekranlara taşıyıp reyting kazanabilmek için televizyonlar rekabete girmiştir bile. Her gün ayrı program. Bazen günde iki üç program. Rasim Ozan Kütahyalı bile kıskanır olmuştur kankasını. Silivri’de yargıç ve savcı cübbesi giyenler, onun ağzına bakmaktadır. Yeni bavul yoksa bile birkaç gün önceden yeni delillerin bulunacağını müjdeler, köşesinde bakanları tehdit eder hale gelir.
O sıralarda Silivri duruşmalarını izleyen nadir yazarlardan olduğum için çeşni olsun diye bazı televizyon programlarına konuk olarak davet ediliyordum. Katılanları seçme şansımız elbette yoktu. Ama katılımcılar sır gibi saklanıyor, canlı yayında stüdyoda karşılaşıyorduk çoğu kez. Acayip bir denge vardı; Silivri davalarını savunan bir avukat ile duruşmaları takip eden tek gazeteci ben. Karşımızda ise en az iki emekli hâkim savcı, iki yandaş gazeteci bir candaş hukukçu. Program başlar başlamaz çapraz saldırıya uğruyoruz. Emekli sandığımız hâkim ya da savcı kafadan bizi de örgüt üyeliği ile suçluyor, iki yandaş gazeteci gündem dışı laf atıp sözümüzü kesiyor, diğerleri sinirlerimizi bozma derdinde ama top çevrilip Baransu’nun ayağına gol atması için pas haline geliyor. Baransu ezberlediklerini sırayla makineli tüfek gibi saydırıyor. Bu arada bizlerin ya da program yöneticilerinin sorularına asla yanıt vermiyor bildiğini okuyor anlayacağınız.
Tezgâhın farkına vardığım için muhataplarımla polemiğe girmektense sahte dijital verilerden bariz örnekler veriyorum. Baransu’nun yalanlarını ifşa edip, gerçekler karşısındaki suskunluğuna dikkat çekiyorum, öfkeleniyor çıldırıyor. Reklam arası yöneticilere “bana böyle demediniz bir daha gelmem” çıkışında bulunuyor. Sadece Habertürk ekranlarında iki defa bozguna uğrattığım Baransu, “O gelirse ben yokum” diye restini çekti. Bir gün hatta birkaç saat kala programın iptal edildiği bildirildi ilgili kurumlarca. Karşıma çıkamıyor, kaçıyor ama peşini bırakmaya niyetli değilim. Her platformda yazıyor konuşuyor, onun arkasında kimlerin olabileceğine dair kanaatlerimi paylaşıp sorular yöneltiyorum. Son dönemde kapatın kapıları kaçacak diye uyarıyorum. Geçtiğimiz gün tutuklanıyor, ağa babaları ortada yok. Bu pilav daha çok su kaldırır. Bıkmadan yazmaya devam edeceğim.