Banu gitti Hürrem geldi

Gencecik kızlar onun boşluğunu doldurmak için güzelim saçlarını boşu boşuna zift karasına boyatıp, postakiye benzetmek için her gün fön makinalarıyla boğuştular.

NTV yönetimi tarafından yazılan “tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” mesajının Banu Güven’e ulaştığı an itibarıyla bir yarış başlamıştı ki sormayın gitsin!
“NTV’nin yeni yüzü” acaba kim olacaktı?
Gencecik kızlar “yeni Banu Güven” potansiyeli taşıdıklarını ispat için ilk iş o ışıl ışıl, dalga dalga saçlarını zift karasına boyatıp, postakiye benzetmek için fön makinalarıyla boğuştular saatlerce...
Azami ölçüde soluk olmasına özen gösterdikleri benizlerinde, gözlerini pörtletmek için alttan üstten kalemle çerçevelediler; dudaklarınıysa hafif nemlendirmekle yetindiler...
Aaaa o da ne!
Banu Güven’den sonra NTV ekranında en sık görünen kadın yüzü olma ünvanı bakır-kızıl, biraz da karamel, biraz da portakal kafa, boncuk gözlü, al yanaklı, kiraz duraklı, “Hürrem”e nasip olmasın mı?
Kızlar şaşkın tabii...
Ekranda ince gözükmek uğruna aç geçirdikleri günler, baklavalara, böreklere iç geçirdikleri aylara mı yansınlar, günün bir saatinin kendilerine tahsisi için neredeyse zafiyet geçirdikleri ekranı, bıldırcınları, helvaları hüpleten, kaça kaç olduğunu kestiremediğim ama bayağı “kapı gibi” Hürrem’e kaptırmış olmalarına mı?
Tamam televizyon ekranları hâlâ Andy Warholl’u mezarında ters döndürecek derecede beceriksizce uygulanan “pop-art” etkisinde ama Banu Güven’in NTV ekranında “saltanat” sürmesini sağlayan “rengi değil işlevi”ydi! Oğuz Haksever gibi emsallerine bakmanız bunu görmek için yeterli.
Onları “farklı” kılan izleyiciye uyguladıkları Çin işkencesi.
Hatırlamıyor musunuz Banu ekrana çıktığında yükselen “Iıııı... Iıhh... Aııı... Aoo... Ooo... Eeee... Hımmm... Aaaahh... Ohhhh...” seslerini. Kafanızın hep aynı noktasına çarpan su damlacıklarının beyne giden damarları çatlatıcı etkisine sahip değil miydi!
Belki “uygulamalı” anlatınca daha kolay olur anlaması. Gözünüzde Banu Güven’in Süleyman Demirel’le ilgili bir haber sunduğunu canlandırın:
“Süü-eeeee, ıı, Süle-aaa ,Süley-eeeeaa-man...”
Gözler de bir tavana, bir boşluğa, bir önündeki kağıda fıldır fıldır dolanıyor bu arada...
Hürrem de sabit bir noktaya odaklamayı başaramadığı fıldır fıldır gözlerini süze süze aynısını demiyor mu:
Sü-lü-man!
Ha Banu, ha Hürrem izleyici açısından değişen bir şey var mı:
“İnleyen nağmeler ruhumu sardı...”
Budur bence Banu’nun yerini Hürrem’in almasının sırrı!
Şaka bir yana, bir haber kanalının “Bohçacı geldi haanım” kıvamında “Star’ıma gel” yaygarasıyla, eğlence kanalı pazarlayıcısına dönüşmesi, NTV’den haber, yorum, analiz bekleyen kitleyi çileden çıkarmak dışında sakıncalar da barındırıyor bana kalırsa.
Milletin gözünü açmak için haber yaparken, milletin gözüne perde indiren dizilerin propagandasını yapmak tutarsızlığa yol açıyor bir kere. Çelişkili; hem haberdar etmeye adaysın, hem haberdar olmasınlar diye uyutmaya, uyuşturmaya!
NTV’nin “haberciliği” zaten tartışmalı olduğundan hadi işin bu kısmından yırttı diyelim.
İyi de tam Cumhurbaşkanı’nın köşke “aynen gönderilen” yasa taslağıyla ilgili ne tavır alacağına dair demeç alıyorsun birilerinden, yahut tam Cumhurbaşkanı’nın mesela Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atadığı Mümtaz’er Türköne’nin istifasını istediğini bildiriyorsun, pat diye yay gibi gerilmiş bir ses giriyor devreye:
“Hangisi zor Süleyman karar vermek mi kararından dönmek mi!”
Veya tam Başbakan hasta yatağındayken ona posta koyan “eski yol arkadaşları” geliyor ekrana, hemen yanlarında elinde hançerle bir Damat İbrahim Paşa belirmesin mi:
“Cennetle cehennem arasında bir yerdeyim!”
Bakanlar Kurulu’ndan kimlerin gideceği kimlerin kalacağı, Köşk’ün kime, Başbakanlığın kime yar olacağının hararetle tartışıldığı şu günlerde o ne tehlikeli bir replik öyle Şehzade Mustafa, kellenden olursun valla:
“Bu taht benim olacak!”
Ya peşinden “Hünkâr”ın ağzından dökülene ne demeli:
“Madem bir oyun oynadınız neticelerine katlanacaksınız!”
Fragman arası haber vermeye başlayan NTV için en fenası da Muhteşem Yüzyıl reklamının finali bence. Ne demek “İktidar tehdittir ve sağır eder”. Yağmurdan nem kapan iktidarlı dostlarınız, “iblis”e uyup muhalefet yapmaya başladığınızı filan düşünmesin, yol yakınken o fragmanı montajdan geçiriverin derim ben!
Hoş bu sevdadan külliyen vazgeçseniz daha iyi ya... Yoksa... O pembe-mor ışıklar zaten aile ortamında bir soru işareti yarattı, bir de kör gözüm parmağına tavrıyla Star TV’nin varolan seyircisini de kaçıracaksınız sonunda!
Ha bu arada milletin ağzı torba değil, ne konuşuyor biliyor musunuz ahali hakkınızda:
Görmemişin oğlu olmuş misali, izlenmeyen NTV de kırk yılın başı “izlenir” bir kanalı olmuş ama NTV tutmuş izleyicinin gözünü çıkarmış!



BASINDAN SEÇMELER


Komorlar’da mı yaşıyormuş

Cumhuriyet gazetesinden Alican Uludağ’ın haberine göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Ankara Barosu yöneticilerinin kendisini ziyareti sırasında, Başkan Metin Feyizoğlu’nun anlattıklarına çok şaşırmış!
Feyizoğlu’nun tutup da “Hint okyanusundaki Komorlar devletinin dünyayı ele geçirme planları var” yahut “Baro binasının bodrum katında bir grup Plüton’lu mülteci yaşıyor” diyecek hali yok Cumhurbaşkanı’na. Baro Başkanı sıfatıyla gireceği konular üç aşağı beş yukarı belli.
“Allah Allah” dedim Feyizoğlu ne söylemiş olabilir ki!
Mesela “yargının kutuplaşarak dönemsel olarak bir öç alma duygusuyla hareket ettiği algısı oluştuğunu” söylemiş.
El cevap: “Eğer böyle bir algı varsa bu çok tehlikeli, vahim ve endişe vericidir.”
Pardon da acaba Sayın Cumhurbaşkanı bugüne kadar Komorlar veya Plüton’da mı ikamet etmedeydi acaba!




Hakan Şükür tartışması devam ediyor

Koyu Galatasaraylı Altaylı’da tepkili

Bu kimliğinle haftanın en az 4 günü ekrana çıkmak, orada spor yorumları yapmak, hakemleri, futbolcuları, yöneticileri olumlu veya olumsuz eleştirmek ve bu eleştirilerinde polemiklerin bir parçası ve hatta hedefi olmak sana yakışmaz. Bir milletvekilinin, bir işadamından, hem de sürekli sorunlu işleriyle gündeme gelen bir işadamından maaş alıyor olması, onun kadrosunda, bordrosunda görünmesi hiç hoş olmaz. Üstelik senin buradan elde edeceğin gelire de ihtiyacın yok. Sen sporla ilgili bilgini, birikimini Meclis’te taşı, sporun önünü, yolunu orada aç.
Fatih Altaylı / Habertürk




Ekranda da bana sormayın
büyüklerime sorun mu diyecek

Şunu söyleyeyim, mesele Hakan Şükür meselesi değil.. Bir milletvekilinin Genel Kurul saatinde başka yerde çalışma meselesi.. Özel sektörden ücret alma meselesi..

*


Bu konuda çarpıcı örnek var.. Yıl 2004.. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce taze milletvekilidir.. Öğrenir ki Çankaya Balgat’taki Ömer Seyfettin Lisesi’nde Fizik dersleri boş geçmektedir.. İnce, eski Fizik öğretmenidir.. Şöyle düşünür.. Meclis saat 15.00’te çalışmaya başlıyor.. Sabahtan okula gidip ders veririm, öğlenden sonra da Meclis’e gelirim..
Vekilliğin dışında kamuda görev yapacağı için Anayasa’ya göre Meclis’ten izin alması gerekir.. Dilekçe yazar.. Ücret almadan ders vermeye talibim der.. Dönemin Meclis Başkanı Bülent Arınç karşı çıkar..
Şahane bir cevapla İnce’nin talebini reddeder..
Der ki: Öğretmen atamaları Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğundadır.. Yani yürütme organının.. Bağımsızlığını korumak durumunda olan milletvekili, ücretsiz de olsa yürütme organının emrine giremez.. Meclis bu kadar hassas.. Hassas da ücretsiz öğretmenliğe bile izin vermezken, ücretli yorumculuğa nasıl ses çıkarmıyor anlamış değilim!..

*


Hakan Şükür’e birkaç sorum var.. Meclis’e ücret aldığı kurumu ilgilendiren bir düzenleme gelirse ne yapacak? Yorum yaptığı kulüpler, futbolcular için bir karar alınması gerekirse? Gündemde şike mevzuu var.. Üç gün sonra belki de bazı kulüplerin puanı silinecek, bazıları küme düşürülecek, bilemiyoruz.. Bu konuda ne diyecek? Koskoca yorumcu ekranda, bana sormayın büyüklerim bilir diyemez herhalde. (Gırgır yapmıyorum.. Hakan Şükür böyle dedi valla.. Şike olayları patlayınca futbolun içini en iyi bilen milletvekili olarak mikrofon tutuldu; ‘Ben bilmem büyüklerim bilir’ dedi)

*


Milletvekilinin aynı zamanda özel sektörde çalışması, para alması sakattır.. Benim bu bakışıma.. Bülent Arınç ne der acaba!
Mehmet Tezkan / Milliyet




İkiyüzlü devekuşları

İki yıl önce birkaç gazeteci CHP’de siyasete başlayınca, medyadaki kimi kalemşorlar aynaya bakmadan koro halinde etik dersi vermeye kalkışmıştı. Şimdi bakıyorum da, 2 yıl önce gazetecilere “istifa edin” baskısı yapanlar devekuşu kesilmiş!..
Korkudan olsa gerek, AKP milletvekili Hakan Şükür’ün ayda 150 bin TL karşılığı Lig TV’de yorumculuğa başlamasını izlemekle yetiniyorlar.
Sorarım o zavallılara; bir gazetecinin siyaset yapmasıyla bir politikacının televizyonculuk yapması arasında ne fark var ki?
Niye susuyorsunuz? Resmen ikiyüzlülük işte.
Mehmet Faraç / Aydınlık




Kovulmuş bir yandaş
olmamak için 7 ders

BİR: Yalakalığın da bir kıvamı vardır. Kıvamı kaçırma!
İKİ: “Nasıl olsa sırtımı hükümete dayadım” rahatlığıyla “nefret objesi” haline gelmiş olmaktan rahatsız olmazsan, sırtını dayadığını sandığın hükümet bile seni taşıyamaz olur.
ÜÇ: Ölçüsüz muhaliflik ile ölçüsüz yalakalık emmioğludur. Ölçülü ol!
DÖRT: İçselleştirilmemiş izlenimi veren yandaşlık, kuşkuyla karşılanır ve benimsenmez. Yalaka olmadan önce içselleştir!
BEŞ: Okurunu ciddiye alan bir yayın organı, ölçüsüz yalakalığın neden olduğu itibar kaybına uzun süre tahammül edemez. Dikkat et!
ALTI: Kovulunca arkandan tef çalınıyorsa, tek nedeni tef çalanların vicdansızlığı değildir.
YEDİ: Herkesin “gönüllü yandaş” olmaya can attığı bir ortamda senin yandaşlığının fazlaca bir değeri yoktur. Rolünü abartma!
Ahmet Hakan / Hürriyet




Ya Müyesser Yıldız’ı ziyaret edenler

Muvazzaf generalleri ziyaret eden Koşaner hakkında “teröre yardım ve yataklık” iddiasıyla soruşturma açılması üzerine “Halkı kin ve nefrete tahrik etmekten” hüküm giyen Erdoğan’ı “çete liderliği yapmakla” suçlanan Aziz Yıldırım’ı ziyaret edenlerin ne olacağını sormuştum. Odatv davasından yargılanan gazeteci Müyesser Yıldız küçük bir not göndermiş: “Beni ziyaret eden bazı AKP’li milletvekilleri olmuştu. Onlara da teröristlere yardım ve yataklık nedeniyle soruşturma açılacak mı?”
Can Ataklı / Vatan




Taraf’lı yorum...

OdaTV’den kısa bir yorum... Okuyalım: “OdaTV operasyonu yapıldığında Taraf gazetesi günlerce polis - savcı sızdırmalarını manşetten verdi. Aradan on ay geçti OdaTV duruşması başladı. Günlerce gazete sayfalarında linç edilen isimler savunma yapmaya başladı. Fakat, Taraf gazetesi bu savunmalardan bir cümle bile alıp haber yapmadı / yapmıyor! Gazete değiller, kirli propagandanın ne yazık ki gönüllü piyonları olmayı seçtiler.”
Melih Aşık / Milliyet




“Bu yolda bin Yiğit feda olsun” diyor Yiğit Bulut. Ne yolu, hangi yol? Hangi misyonu yüklendin de bizim haberimiz yoktu? Hangi dev aynasında baktın kendine?
Cengiz Semercioğlu / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları