“Banu artı Çin işkencesi” sona erdi!
Muhalif olduğu için işine son verilmiş de...
Gazetecilik yapma alanı kalmamış da...
“Vah vah”mış, “tüh tüh”müş de...
Ne gazeteciliği yahu, Banu Güven zaten “artiz” olmayacak mıydı Amberin Zaman’la birlikte?
Hani Caner Alpay ve Mehmet Binay rol kabiliyetlerini keşfetmişti, bir “gay”in namus cinayetini anlatan Zenne filmi için “oyunculuk” teklif etmişti! Göz süzerek, saç savurarak yani aslında bugüne kadar yaptıklarını yaparak, Hintli kız kardeşleri canlandıracaktı bu ikili!
***
Bütün kavramların suyunu çıkaracağız ya...
Necati Doğru’lardan, Bekir Coşkun’lardan, Mine Kırıkkanat’lardan sonra açılan yolda, işini kaybeden medya mensubunu “kimdir, nedir” bakmadan direkt “direnişçi” sayıp kahramanlaştırmak moda oldu!
- Kovulmuş mu?
- Hııı, bu devirde kovulduysa kesin “muhalif”tir!
Belki maaşta anlaşamadı...
Belki kurum içinde kendisinden “daha iktidarlı” kadınlarıyla rekabette geri kaldı...
Belki yöneticiye gıcık...
Olamaz mı!
***
Yazsam mı, yazmasam mı!
Sonuçta rivayete göre “işsiz kalmış bir meslektaş” var ortada!
Bilgisayarın başına oturduğumda, düşene tekmeye mi girer yoksa anlatabilir miyim derdimi diye düşündüm, kararsız kaldım...
Ama yok, yazmalı... Sırf “muhalefet” dediğimiz onurlu duruşun namusunu kurtarmak için bile söylenmeli bu birkaç cümle...
Kelime anlamıyla, herkes gibi Banu Güven de “muhalif”tir elbet bir şeylere... Neticede “gül reçeli olmaz, çilek reçeli yapalım” demek bile bir tür muhalefet kendi sınırları içinde!
Öyle ya sarışınların ekranında siyah saçla var olmak az şey mi bunca sene (!) O ne muazzam karşı duruş, ne eşsiz irade öyle!
Ve fakat...
Türkiye’de kavramlaştırdığımız biçimiyle “muhalif” derseniz Banu Güven’e, şahsen “hakaret” sayarım “muhalefet”e!
Türkiye muhalefetinin en belirgin özelliği AKP’nin kurumsal kimliğiyle değil, onu maşa olarak kullanan uluslararası güçlerle mücadele etmesi...
Muhalefet “iktidar”a karşı geliştirilen bir tavır ise, Türkiye’de “iktidar” olan gerçekten AKP mi?
AKP’ye muhalefet ederken, ona biçilen misyona talip başkalarını kutsamak gerçek manada muhalefet olabilir mi?
Banu Güven mesela, AKP’ye muhaliftir belki. Peki hemen her gün ekranda emperyalistlerin ellerine layık “alternatif maşalar” cilalaması da muhalefet mi!
Sen her gün Soros fonlarıyla hazırlanan raporları cilala...
Mısır Çarşısı bombacılarını kanatsız melek diye kutsa...
İstanbul ve Güneydoğu’da taş taş üstünde bırakmayan, otobüsleri taşlayan, işi insanların evlerini ateşe vermeye vardıran kudurmuş köpekleri “barış gönüllüsü” diye tanımla...
Terörizmi “Meclis dışı siyaset alanı” yap...
Kemal Burkay’ından Cengiz Çandar’a ne kadar kullanışlı isim varsa her gün özenle yıka, yağla, parlat...
Nedim Şener ve Ahmet Şık gözaltına alınana kadar, aynı operasyonlar çerçevesinde gözaltına alınan, yıllardır tutukluluk yaşayan, ailelerine hasret bırakılan, mesleklerinden edilen, göz göre göre hayatlarından edilen onca gazetecinin uğradığı haksızlığı, hukuksuzluğu yok say; hatta onlara müstahakmış algısı yarat...
Sonra “muhalif olduğu için işinden olan erdemli gazeteci” diye çık karşımıza!
Yok öyle üç kuruşa beş köfte!
Hiç de dramatik bir son değil bence....
Ha bir de sanki bulunmadık Bursa kumaşıydı, sanki ekrandan bir yıldız kaydı... Banu Güven ve Çin işkencesi bitti...
Oh be!
Artık “ııh, aaaahhh, oooohhh, ıııııımmm, aaaaeeeııı” yok!
Artık dünyayı değiştirecek soruyu soracakmış pozları kesip de, “eeeıııııuuu” diye ezberini unutmuş öğrenci gibi kalakalan ve izleyiciyi dumura uğratan sinir işgalcileri yok!
Yaşasın inleyen nağmelerin sessizliği!
BASINDAN SEÇMELER
Emenike! Haline şükret bence
Eski RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın, Deniz Feneri e. V soruşturması nedeniyle gözaltına alındıktan sonra çekilen görüntüleri dönüp duruyor haber kanallarında...
Beyefendi kiminde kravatını takmış, takım elbisesini giymiş, deri bir koltuğa oturmuş ifade vermek için; sırasının gelmesini bekliyor...
Kiminde polislerin arasında ama koluna giren, arabaya binerken başını bastıran, oraya buraya sürükleyen kimse yok...
Oysa şu son dört yılda kimleri sürüklemedi ki polis! Kimleri pijamayla alıp götürmedi?
Kimlerin kafasına bastırıp, arabaya paket gibi atmadı...
***
Sonra; şike soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve savcılık tarafından serbest bırakılan futbolcu Emenike’nin isyanını anlatıyor ekrandaki spiker...
Fenerbahçe’nin yeni transferi, gözaltından kurtulduktan sonra katıldığı kampta hocası Aykut Kocaman’a dert yanmış:
“Başıma gelenlerin hâlâ şokunu yaşıyorum. Olanlara hâlâ inanamıyorum. Bu yaşadıklarımı nasıl unutacağım bilmiyorum!”
***
Eğer serbest kalırsa aynı sözleri Zahid Akman da söyleyecek mi acaba?
Kahvede okeye dönerken masadaki arkadaşlarına, “Bu yaşadıklarımı nasıl unutacağım” diye dert yanacak mı?
Yanarsa... Masadakilerin biri, “Ne yaşadın ki” diye sormayacak mı?
***
Emenike şanslı; üç günde kurtuldu alt tarafı...
Zahid Akman’ın kurtulup kurtulmadığı bu yazının yazıldığı saat itibarıyla belli değil ama; o da şanslı...
İtilip kakılmadı; savcılar kendisine, hakkındaki iddialar ve ifadesi sızdırılmasın diye ayrıcalık tanıdılar... Polis itip, kakmadı...
Ya Ergun Poyraz?
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Nedim Şener, Soner Yalçın, Ahmet Şık mesala...
Eski rektörler, siyasetçiler, dernek yöneticileri, bilim adamları... 50’ye yakın general, 100’ü aşkın albay, yarbay, binbaşı, yüzbaşı, teğmen...
Kiminin tutukluluğu dördüncü seneye girdi, kimi aylardır içeride...
Eğer “suçsuz” bulunup, aklanırlarsa...
Onlar ve onların yakınları nasıl unutacaklar yaşadıklarını... Bu ağır travmayı nasıl atlatacaklar?
***
Emenike, güzel kardeşim... Tüm bu insanları düşün ve haline şükret.
Eminim o zaman tüm yaşadıklarını bir saat içinde unutursun!
Mustafa Mutlu / Vatan
Muhalefet Oluşturma ve Yönlendirme Bakanlığı
Sayın Başbakan, Seçimden önce yazdığım dört açık mektuba dolaylı biçimde, söylemlerinizle yanıt vermiş oldunuz.
Size göre demokrasi şöyle tarif edilebilir:
İktidarın gereksinimlerinin toplamına demokrasi denir.
Bu tarifin varacağı uç nokta şudur:
Eğer ülkeye muhalefet gerekiyorsa, onu da biz inşa ederiz.
Hazır bakanlıkların sayılarıyla, adlarıyla oynamışken şöyle bir bakanlık da uygun düşerdi:
Muhalefeti Oluşturma ve Yönlendirme Bakanlığı
Mustafa Balbay / Cumhuriyet
“Toplumsal sorunlardan“, hele hele hukuktan kaynaklanan ”toplumsal sorunlardan“ kimse kaçamaz, korunamaz... Her an, herkes, her yerde bu sorunlarla yaşamak, yüzleşmek ve hesaplaşmak zorundadır.
Emre Kongar / Cumhuriyet
Meclis’e gerek yok İmralı çalışıyor onun yerine
Meclis çalışmıyor diye üzülmeyelim... Galiba çalışmasına gerek de yok.. Nasıl olsa İmralı çalışıyor... Makina gibi çözüm üretiyor... Öcalan 6 Temmuz’da kamuoyuna müjdeliyor:
“Heyetle yaptığımız bugünkü görüşmede Barış Konseyi’nin kurulmasına ilişkin bir mutabakata varmış durumdayız...”
Öcalan bir de Anayasa Konseyi tasarlamış, anlatıyor:
“Anayasa Konseyi, yeni anayasa yapımı çalışmalarını yürütecek bir konseydir.”
Böylece Anayasa çalışmaları konusunda TBMM’nin yükü de hafifletilmiş oluyor!
Peki son bir ayda 6 askerimiz ile 2 polisimizi şehit eden PKK terörü ne olacak? Öcalan o konuda da dobra:
“Gerilla yirmi dört saat öz savunmasını yapacaktır. Kendisine yapılan saldırılara da misliyle karşılık verecektir...”
Öcalan’ın barış koşulları ve Anayasa önerileri biliniyor... “Demokratik Özerklik” adı altında ayrı bayrak, ayrı savunma gücü, ayrı meclis, özetle bölgeyi bağımsızlığa hazırlayacak bir eyalet sistemi... Bunları kabul ettiniz ettiniz.. Etmezseniz PKK terörü azdırılacak, Türk kamuoyu her zaman olduğu gibi “Biraz daha taviz verelim de kan dursun” kıvamına getirilecek...
Taviz verince karşı taraf bir fazlasını isteyecek, vermezseniz yine terör...
Taviz/ terör/ taviz sarmalıyla bölünmeye kadar gidilecek. Terörün yükselmesi iktidarın da işine geliyor. Böylece seçmen tabanı yumuşuyor,
hükümetin taviz vermesi
kolaylaşıyor.
Uzun sözün özü; ülke açıkça bölünmeye götürülüyor...
Türk halkı bu manzarayı görüyor ama görmezden
geliyor... Rahatını bozmak
istemiyor...
Ne var ki bu görmezden gelmenin faturası bir gün önümüze konacak ve çok ağır ödenecek... Çok ağır...
Melih Aşık / Milliyet
Şu açılım açılsın artık
Her anlaşma kurtarıcı olmaz. Bazıları çare olacağı düşünülen felâketin beterini başınıza getirebilir.
PKK’nın ömürboyu hapse hükümlü lideri Öcalan, uzun zamandır bir “devlet heyeti” ile müzakere yürüttüğünü
söylüyor ama iktidardan bu
iddiayı doğrulayan veya inkâr eden hiçbir açıklama
gelmiyordu.
Avukatlarına yaptığı son açıklamada terörist başı, mutabakatla oluşturulmaya karar verilmiş iki yeni yapıdan
söz etti.
Barış arayışları için Barış Konseyi, yeni Anayasa için
de Anayasa Konseyi kuracaklarmış.
Ve bunlar karma yapılar olacakmış...
Abdullah Öcalan “Bu çabalara ben de katkı sunarım”
diyor.
Gazeteciler, Barış Konseyi’nden haberdar olup olmadıklarını Meclis Başkanı Çiçek ile Başbakan Yardımcısı Bozdağ’a dün sordular.
İkisi de haberi gazetelerden öğrendiklerini söylediler.
Başbakan, Kürt sorununun en önemli milli mesele olduğunu belirtirken haklıdır. Peki, en üst düzey iktidar sorumlularının bile bilgi sahibi olmadığı anlaşmalar, terör örgütü muhatap alınarak yapılabilir mi?
O “devlet heyeti” neyin nesidir ve hangi onayla hangi devlet yetkisi kullanıyor?
Yeter... Milli iradenin üstünde hiç bir güç tanımadığını her fırsatta tekrarlayan siyasi iktidar, terör örgütü ile yürüttüğü bir “gizli diplomasi” varsa bunu artık sonlandırmalıdır.
(...) İktidar çözümü İmralı’da değil Meclis’te aramalıdır.
Türkiye’nin terörle terbiye edilebilen bir devlet olduğu yanılgısı uyandıracak bir süreç “barış getirecek” diye gazlansa bile herkes emin olmalıdır ki, daha çok kan ve gözyaşı sebebi olur.
Gizli görüşmeler, karanlık maceralar üretir.
Şu “açılım” açılsın artık!
Güngör Mengi / Vatan