Balyoz yargılaması yayınlansaydı hakimler sokağa çıkamazdı
Karar günü verilen arada, babasına sarılabilmek için avukatlara ayrılan sıraların üstüne çıkmaya çalışırken gördüm ona. “Aliiiş” diye sesleniyordu. Cevap geldi: “Kuzuş.”
Baba-kız birbirlerini böyle seviyorlarmış. İkisinin de yüzünde, içinde bulundukları koşulları düşününce anlaşılmaz sayılabilecek bir huzur vardı. Bir yanda sinir krizleri geçirenler, ağlayanlar, bayılanlar, bir yanda yüzlerindeki manidar tebessüm ile onlar. Hadi babası yıllarca çok zor şartlarda görev yapmış bir asker; antremanlı. Ya bu kız çocuğu?..
Vicdanımız rahat,
devlete vereceğimiz yok
Karar günü sergilediği soğukkanlı duruşu konuşurken “Benimki ‘onlara bunu vermeyeceğim’ psikolojisiydi aslında” diyor Aslıhan;
“Tutuklama kararı çıktıktan sonra babam aradı, ‘Kuzuş’ dedi, ‘Tek yapacağın, dik duracaksın, annen sana emanet’. Kimsenin yanında ağlamadım. Niye çökeyim! Benim babam çok ciddi bir suç işler ‘nasıl yaptı’ diye kahrolurum. Allaha şükür vicdanımız rahat. Babamın hep söylediği bir şey var. ‘Geceleri yatarken düşünüyorum’ diyor ‘benim bu devletten alacağım çok ama vereceğim yok. O konuda çok rahatım’. Ben bu kadar onurlu, şerefli duran bir adamın kızı olarak burada ağlayamam.”
Bakın düşünmüş karar açıklandığında;
“Kar-kış olacak Silivri’ye sık sık gidip gelebilecek miyiz? Silivri çok soğuk olur, üşümesin; hemen kalpaklarını, montlarını götürmek lazım. Adanalı olarak etçildir babam, yemeklere alışabilecek mi?”
Çocukların gözyaşlarıyla
intikam acizliktir
En büyük kızgınlığı Samanyolu TV’de yayınlanan bir habere:
“Habere göre o eşlerin, çocukların mahkeme önünde ayılıp bayılması ‘kasıtlıymış’. Talimat olarak verilmiş bunlar. ‘Makyaj yapmayacaksınız. Televizyona çıkıp halktan biriymiş imajı vereceksiniz. Toplumun milli hassasiyetlerini kullanacaksınız... ‘Yine bir televizyon programında dendi ki ‘Bugün onların çocukları ağlamasa yarın bizim çocuklarımız ağlayacak’. O laf benim çok canımı yaktı. Yaşar Nuri Öztürk, “günah intikal etmez” dedi geçenlerde. Faraza babam darbeye niyetlendi diyelim, sen onun çocuğunun gözyaşının üzerinden siyaset yapıyorsan çok büyük acizliktir. Ben sürekli tek telkinde bulunuyorum kendime, “Aslı kindarlaşma!”
Asrın davasında savcı
horul horul uyuyordu
Evlat Aslıhan başka, avukat Aslıhan başka. Cüppesini giydikten sonra nasıl bakıyor bu davaya:
“20 ay mizansen oynanmış Silivri’de. Eğlenmişiz kendi kendimize. Kamu kurumlarından, müftülükten, belediyeden alınan belgeler hepsi boşuna boşunaymış. Yargıda silahların eşitliği vardır. Hiçbir hakim avukata ‘tamam, yeter, otur’ diyemez. Savcı ile avukat eşittir. Hatta savcı koltuğunun yüksek olmasına ‘marangoz hatası’ denir. Bu davada avukatlar yargılamayı tamamlamak üzere süje olarak kullanıldı. Bize ve mesleğimize hakaret edildi. Hakim bir kadın avukata, Şule Nazlı Erol’a ‘Öyle elin kolun oynamasın kendine gel’ dedi. Asrın davasında hakim ‘Siz ne diyorsunuz sayın savcım’ dediğinde savcı horulhorul uyuyordu! Askeri teamülde ast üste emir veremez. Astı babama emir verecek gözüküyor, böyle komik hatalar var iddianamede. Yassıada bile o zamanki teknolojiye rağmen yayınlamış. Bu dava canlı yayınlanmış olsaydı bugün halkın Balyoz’a bakışı farklı olurdu. Hakimler sokağa çıkamazdı. Ki ben şimdi de çıkabildiklerini sanmıyorum. Çok komik şeyler duyuyoruz. Mahkeme heyetindekilerin çocukları okula korumalarla gidiyormuş. Korkuyorlarmış! Çocukları onlarla aynı okullarda okuyan aileler ‘çocuklarımızın can güvenliği yok’ diye rahatsız olmaya başlamış. Şimdi de böyle bir imaj yaratıyorlar; bunlar bize zarar verecekler. Sanki biz PKK’lıyız!
Paşalar oruç
tutmaz Paşam!
Sadece yargılama yayınlanmadığı için mi millet mesafeliydi bu davaya?
Türk Ordusu’nun “yalnız” bırakılmasını “imaj”ına bağlıyor Aslıhan:
“7-8 yıldır üzerinde çalışılarak ‘dinsiz ordu’ imajı yaratıldı. Ve bizim iki aydaolduğumuz şeyi anlatarak bu imajı değiştirmemiz çok güç. Babamın “Balyoz Davasının enleri”ne giren savunmasını paylaşıyorlar internette, yorumlara bakıyorum. ‘Acaba sorsak Amentüyü okuyabilir mi’ diye yazanlar var. Bir de bunlar bizimle aynı dünya görüşüne sahip olduğunu iddia eden insanlar. Demek ki bir şeylere inandırmışlar toplumu. Amiral bir abimiz ‘Türk donanması İslam’ın son donanması’ dedi. Bizim bütün fırkateynlerin en üstünde Kur’an-ı Kerim olurmuş. Deniz Kuvvetleri’nin bütün komutlarında “Bismillah” var. Bu yargılama başlayana, Hasdal’a o denizci subaylarla tanışana kadar biz bile bilmiyorduk bunu. Benim babam görevdeyken de sivil elbisesini giyer, şahsi arabasıyla teravihlerine giderdi. Tanıyanlar eline kapanırmış ‘Komutanım seninle saf tutmak onurdur’ diye. Bu ütopik bir şey değil ki. Senin ordunun generali bu adam. Senden farkı yok ki, senin gibi. Bilecik Tugay Komutanı’yken yaşadığı bir olay var babamın. Ramazan’da bir grup işadamı ziyaretine geliyorlar. Babam da usulen ‘Çay içer misiniz’diyor. ‘Yok paşam içmeyelim’ diyorlar. Sohbet uzuyor. Adamlardan biri ‘Paşam siz için çayınızı’ diyor. Babam ‘Efendi’ diyor, ‘Sen benim niyetli olmadığımı nerden biliyorsun.’ Cevap ne biliyor musunuz? ‘Paşalar oruç tutmaz!’ Bunun üzerine babam adamları alıp tugayın camisine götürüyor. İmama ‘Nasıl ceamatin’ diye soruyor. İmam ‘Cumalarda dışarıya battaniye atıyoruz’ deyince adamlar askeriye de cami mi olurmuş diye şaşırıyor. Tabi inandığını yaşamak başka takıyye başka olduğundan toplum bilmiyor bunları.
Harp gücü kırıldı
Aslıhan için Balyoz davasının tek anlamı “tasfiye”:
“Yargılananlar sosyal demokrat olabilir, ulusalcı olabilir, ülkücü olabilir. Ama hepsi mesleki anlamda çok dolu insanlar. Kurmay subaylar. Kendi devreleri içindeki en başarılı kurmay subaylar. Hepsini özel kılan bazı kritik anlar var kariyerlerinde. Engin Amca Apo’yu getirmiş, diğeri sorgulamış. Karacılar terörle mücadelede öne çıkan isimler. Denizciler içinde Milli Gemi Projesinde görev alan mühendis kadro var. Bu ne demek? Senin deniz kuvvetlerinin tamamen bağımsız olması demek.”
Bu niteliklere sahip insanlar savunmaya çalıştıkları devletten “terörist” damgası yiyince, “aman bize madalya vermeyin” gibi bir tepki oluşmuş henüz “sanık” yapılmayan muvazzaflar arasında:
“Güney Doğu’ya tayini çıkıp istifa eden bir çok subay var. Alan Paşa, Özarslan Paşa, Temizöz Paşa bunlar hep madalyalı askerler. Böyle olunca “Demek ki PKK ile mücadelenin hesabı soruluyor” diye düşünen çok asker var. Madalya teklif edilince “İstemiyorum” diyormuş insanlar. Askerin savaşma şevkini bitirdiler. Denizciler rütbe alsa da, doğayı tanıyıp pişmeleri gerektiğinden ustalık çıraklık vardır aralarında.
Gemi yüzdürecek komutan yok. En başarılı F 4 - F 16 pilotları içerde. Harp gücü
kırıldı.”
Vatan sağ olsun
Ya bundan sonrası?
“Türkiye’de bir günde çok şey değişir” diyor Aslıhan. Oğuzhan araya
giriyor:
“Demirel dedi ya ‘köprülerin altından çok sular akar’ manidar bir sözdü.”
Arayıp “Biz bu davaya inanabilirdik ama içinde Yörük Ali varsa inanmıyoruz” diyen öyle çok insan olmuş ki, moralliler. “Babam da çok moralli” diyor, “Kendini değil emekliliğini kazanmamış subayları düşünüyor. Annemden önce onları soruyor.”
Ve son sözleri, bana değil size söylüyor bunları:
“Kuzey Irak operasyonunda bir askeri kucağında şehit oldu babamın. Aşağı bölgesi tamamen parçalanmış. Babam çocuğa “Oğlum inanıyormusun” demiş, elini tutmuş, son bir defa kelime-i şahadet getirmiş ve asker şehit olmuş... Bunları dinleyerek büyüdük biz. Şehit haberlerinde annemin ayılıp bayılmalarına şahit olarak büyüdük. Ben rüyamda babamın şehit olduğunu gördüğüm için havale geçirdim. Lise 1 ve 2’yi Şırnak’ta okudum. Şehit haberi gelince halay çeken insanlar gördüm. Operasyona gidip günlerce dönmeyen babam GPRS’li telefonla arayıp “Kuzuşum iyiyim” deyip kapatıyordu. O iki kelimeyi söylerken ‘Çuvçuuv’ diye arkadan gelen mermi seslerini duyarak büyüdüm. O zaman iç rahatlığıyla ‘Babam vatan için çarpışıyor’ diyordum. Ama şimdi ‘Ne yaptı ki bunu reva görüyorsun’ diyorum. Darbe mağduru biri ne kadar darbeci olabilir. Babam Yörük çadırından, Ülkü Ocağı’ndan çıktığı gibi hâlâ, aynı terbiyeye sahip. Görev yaptığı yerlerde hep halkın içinde oldu. Kahvehanelerde genç yaşlı köylüleri dinledi. Operasyona kurban keserek bölge insanının duasını alarak gitti. Onun bu hali her dönemde rahatsız edici bulundu. Ama ben çok rahatım. Babam da çok rahat. Allah bu rahatlığı bize bunu yapanlara da nasip etsin diyorum. Çünkü onların bu kadar rahat olduklarını zannetmiyorum. Babam hâlâ şahsını düşünmüyor ‘İnşallah vatan millet için hayırlı olur’ diyor. Adamların yaşadığı hiçbir şey yokken bu ülkeye karşı bu kadar kinleniyor, biz ise bu kadar zulümden sonra hâlâ ‘Vatan sağ olsun’ diyoruz;
Vatan sağ olsun!”
Bingöl’de “Mehmedim” sesleri
Babasını her düşündüğünde gözünün önüne gelen bir fotoğraf var Aslıhan’ın. Yıllar öncesine ait, Bingöl’de
çekilmiş:
“Hayatım boyunca en duygulandığım andır... Babam Bingöl Jandarma Komutanı. Bir operasyona çıktılar. Tam PKK’lıların ölülerinin ailelerine verilmesi yasasının çıktığı günler. Babamlar 6 veya 8 teröristle birlikte örgütün Diyarbakır bölge sorumlusunu öldürdüler. Babamın makamındaki asker anneme sürekli bilgi veriyor; ”Yenge 3 aldılar, 5 aldılar... “Lojmandaki herkes birbirini arıyor. Çok şükür şehit yok. İki yaralımız vardı, şehitsiz bitirdik o operasyonu. Pastalar börekler yapıldı. Jandarmanın bahçesinde masalar kuruldu. Osman Öztunç, Mehmedim, Azerin, Çırpınırdı Karadeniz, Mustafa Yıldızdoğan, Türkiyem çalıyor. Ben lisedeyim. Askerler geliyor, arabaların arkasına oturmuşlar. Annem gelen çocuğu alıyor, sarılıyor, oturtuyor pasta börek yediriyor elleriyle. Yüzleri gözleri toprak çocukların. Babam helikopterle ilk sortide gitmişti en son o geldi. Halini görünce çok ağlamıştım. Gözlükleri yüzüne oturmuş. Kulaklarındakirler katman katman. Toparlak bir adam benim babam. Tosun Paşa deriz biz zaten. Genç de değil o zaman, 48 yaşında filan. Tabur komutanı ‘Nasıl bir baban var senin’ dedi. Tabur komutanları ‘Geri çekilin’ demiş, dinlememiş, en önde girmiş çatışmaya. ‘Yeğenim’ demiş durdurmaya çalışanlara ‘Ben bu operasyonu arkadan komuta etsem bu Mehmetçik neye inanıp çarpışacak.’Normal insan mantığıyla şura sırasında generalliktesin ne işin var senin orada! Babamların mücadelesini sağlayan o ruhu yok ettiler. Düşünün o gün Bingöl’de, birliğin üzerinden alçak uçuşla geçen bir helikopterde, babamın komutanı olan paşa dev Türk bayrağı sarkıtıyordu aşağıya. Bugün askeri araçların, lojmanların bayrakları sökülüyor ‘tahrik olmasın’ diye.”
Babasının kızı...
“Çok yoğun bir ideolojik yükleme yaptı bize babam” diyor Aslıhan. Sırf babasının eseri değil aslında, Edebiyat öğretmeni olan ve ilk iki haftayı uzun uzun İstiklal Marşı ile Gençliğe Hitabe’yi anlatmaya ayıran annesinin de payı var bugünkü duruşlarında:
“4 veya 5 yaşındaydım, Ozan Arif’in ilk Türkiye konseriydi, Başbuğ’un elini öpmeye götürdüler beni. İlkokul 4’e kadar bütün Türk klasiklerini okuttu annem. 7. Sınıfa kadar dünya klasiklerini okudum. 7. sınıfta ideoloji okumaya başladım. Şiir yazardım. Börtü böcek değil hep vatan millet meseleleri...”
Yazdığı şiirlerden biri rahmetli Rauf Denktaş’a kadar ulaşmış:
“7. Sınıftaydım. Öğlen okuldan geldim. Resim ödevim vardı. Gittim salona televizyonu açtım. Ermeni Tasarısı ilk defa Fransa parlamentosunda görüşülecek... Mesut Yılmaz Kürtçe televizyon konusunu konuşuyor... Bütün bunlar şimdiki kadar sıradanlaşmamış o zaman. Çok doldum. İçeri girdim, “AB, AB dediniz / Başımızın etini yediniz / Mehmetçikler dağlarda vuruşuyor terörle / Öbür yanda milli duygulardan yoksun yönetici Kürtçe yayın istemekte” diye uzun bir şiir yazdım. Sonu da şöyle bitiyor:
İnsan hakları kim siz kimki bize ders verme çabasında
Daha yüz yıl önce Orta Doğu’da Afrika’dayaptığın işkenceleri unutma
Uyuma uyan Türk Milleti
Boz Avrupa’nın gizli niyetini...
Şimdi Ergenekon’dan tutuklu olan Levent Ersöz Paşa, Rahmetli Denktaş’a gösteriyor bu şiiri. Ben bir de Kıbrıslı Mücahitleri anlatan “Küçük Mehmetçikler” diye bir kitap okumuştum o günlerde. Kitapta geçen Kıbrıslı Zeynep içinde bir şiir yazdım. Rahmetli Denktaş şiirleri okuyunca ‘Böyle Türk çocuklarının olması bizi çok mutlu eder’ deyip teşekkür mektubu yollamıştı.”