Babıali’nin mandacıları
Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşçıları’nın aleyhine, İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Yunanların ve kukla İstanbul hükümetinin lehine yayın yaparken, milli orduya hakaretlerle saldıranlara rağmen zafere ulaştı!
Bugün 30 Ağustos, Büyük Zafer’in 88’inci yıldönümü...
Başkomutan Mustafa Kemal’in 26 Ağustos’ta başlattığı Büyük Taarruz bugün işgalci Yunan ordularının kesin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Bu zaferle Ege, Marmara ve Trakya’nın kurtuluşunun yolu açılmış, bir anlamda Kurtuluş Savaşı’nın askeri boyutu tamamlanmıştı. Bundan sonra, süngünün ucunda barışın sağlanması ve “kuruluş” aşaması gelecekti.
30 Ağustos hezimeti!
Bu tarih, elbette kimileri için mutlu bir tarih değildir. “Kurtuluş Savaşı verildi de ne oldu?” ya da “Kurtuluş Savaşı verilmese daha iyi olurdu” veya “Türkler Kurtuluş Savaşı ile Anadolu’yu yeniden işgal ettiler” gibi yorumların sahibi “sivri zekâlılar” için bu tarih, elbette bir hezimeti ifade eder. Büyük Taarruz’un ardı sıra cumhuriyetin, ardı sıra devrimlerin, ardı sıra aydınlığın gelişini bir türlü hazmedemedikleri için, Kurtuluş Savaşı’na da Büyük Taarruz’a da “taarruz” eder dururlar.
Onlar, 88 yıl önce Büyük Taarruz’a “el koymayı” başaramayanların bugünkü uzantılarıdır aslında.
Onları, içlerinden bir türlü çıkmayan ve çıkmayacak olan hınç ve öfkeleriyle baş başa bırakırsak...
Muazzam bir devrimin kapılarını açan muazzam bir zaferdir 30 Ağustos. Çağdaş Türkiye, 30 Ağustos’ta kazanılan zaferin kanatları altında kurulmuş ve aydınlık yoluna çıkabilmiştir. Bu zafer kazanılmasaydı ya da bu zafere rağmen Mustafa Kemal’i dışlayıp zafere el koymaya çalışanlar amaçlarına ulaşsaydı, bugün Türkiye Cumhuriyeti diye bir varlıktan söz edilemezdi.
Yıldönümlerinde 30 Ağustos’un geçiştirildiğini düşünüyorum. 30 Ağustos’un halka yeterince anlatılmadığı inancındayım. Sadece Türkiye tarihini değil, dünyanın gidişini değiştiren bu zafer, bütün yönleriyle; askeri, siyasi, diplomatik boyutlarıyla daha geniş kitlelelere anlatılmalıdır. Seminerlerle, panellerle, kitaplarla, televizyon programlarıyla, akademik çalışmalarla...
Cumhuriyetin medyası yoktu
30 Ağustos deyince bir hatırlatma yapmadan geçmek olmaz... Büyük Taarruz’un da, öncesiyle, sonrasıyla Kurtuluş Savaşı’nın da medyası var mıydı?
Hayır yoktu.
İstanbul basınında Kurtuluş Savaşı’nı ve Mustafa Kemal’i destekleyen birkaç cılız ses, ya cazgır basının yaygarası ya İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerinin baskısı ve sansürü altında boğulmuş, gazeteler kapatılmış, gazeteciler hapse atılmıştı.
Anadolu’da binbir güçlük içinde yayın yaparak Kurtuluş Savaşı’na destek veren yerel gazeteler de işgal yayıldıkça aynı akıbete uğramaktan kurtulamadı.
Geriye kalan büyük medya çarkı, Kurtuluş Savaşçıları’nın aleyhine dönüyordu.
* * *
Kurtuluş Savaşçıları’nın aleyhine, İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların, Yunanlıların ve onların kuklası İstanbul hükümetinin lehine...
Milli orduya ağza alınmayacak hakaretlerle saldırıyor, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını işgalcilere hedef gösteriyor, Babıali, İngilizciden, Fransızcıdan, Amerikancıdan, mandacıdan geçilmiyordu.
Büyük Taarruz onlara rağmen zafere ulaştı.
Kurtuluş Savaşı onlara rağmen kazanıldı.
Cumhuriyet onlara rağmen kuruldu.
* Hikmet Bila / Vatan
++++++
Karakaçan Bey’i ne çabuk unuttun!
Eski dostlarının bir emekli aylığından başka geliri olmadığını söylediği “Boz Mehmet”i İzmir’de fabrikası olan komünist diye yazarak yeni bir skandala imza atan Engin Ardıç’ın dünkü özrü kabahatinden beterdi.
Diyor ki: “Zarar yok. Düşmanlarıma kırk yılda bir “Engin Ardıç’ın açığını yakaladık” keyfini tattırmak da benim için bir zevktir....”
Kırk yılda bir mi?
Emin misiniz!
Yahu daha 2 yıl olmadı Karakaçan Bey “açığınızı” kapatmak için yollara düşeli...
Açılan gedikler köşenizi kevgire çevirdiğinden ‘ne desem su kaldırır’ rahatlığı çökmüş belli ki üstünüze...
Ama yemezler...
“Adı Hüseyin olan biri ABD Başkanı olursa, Taksim’de anırırım” deyip, adı Hüseyin olan biri ABD başkanı olduktan sonra sağıra yatmanızın üzerinden daha iki yıl geçmedi!
Hani Karakaçan Bey’in özrü!
++++++
Harakirilere son verme zamanı
İnsan belleği çok ilginç. Kimi davranışların özünü ve sözünü hiç unutamıyor da, bazı ayrıntıları kolayca silebiliyor. O densizlik ve söz zihinden kaybolup gitmediği halde, tam zamanını, yerini ve edenini bir türlü anımsayamaz olabiliyorsunuz. Kim bilir, belki de o âna, o yere ve o sıfatı taşıyan kişiye yakıştıramadığınız için. Galiba bir yasama çalışması sırasında, Meclis çatısı altında, bir milletvekilinin marifetiydi bu. “Zafer bayramlarında asker geçerken tribünde ayağa kalkıyoruz; artık kalkmayalım” demişti. Ya da buna benzer bir söz. O kadarı, yani böyle bir olasılığın zihinden geçmiş olması bile, yeterince hüzün verici değil mi? Öyle mi düşündürtmeliydi insanı Cumhuriyet Türkiyesi?
* * *
Elli yıllık, yani yarım yüzyıllık bir akıllanma süreci kendi yüzyılını henüz doldurmamış bir cumhuriyet için fazla uzun sürmüş
sayılır. Aynı süre içinde çok daha olumlu ve yararlı işler başarmış başka toplumlar oldu, hem de dünyanın hiç beklenmedik
köşelerinde. Bu cumhuriyet de, kendi
ömrünün yaklaşık ilk üçte birinde tarihin en anlamlı ve köklü devrimlerinden birini
başarmştır. O özgüven yetmez mi?
* Mümtaz Soysal / Cumhuriyet
++++++
Atatürk’ün fotoğraflarında görürsünüz. Yakasında bir tek madalya vardır, o da, İstiklâl
Madalyası’dır. Şimdilerde paşalarımızın madalyaları bol. Korgenerallikten orgeneralliğe geçerken bir madalya, kuvvet komutanlığında bir yıl geçince bir madalya daha, Genelkurmay Başkanlığı bitip emekli olurken de Üstün Hizmet Madalyası. Madalyalar otomatik. Ayrıca bir şey yapmaya gerek yok. Ya istiklâl? İstiklâl,
istikbâlde inşallah...
* Işık Kansu / Cumhuriyet
++++++
Hanımefendiler gidici, zengin yağcı kalıcı
Başbakan’ın eşi “First Lady” Emine Erdoğan Hanımefendi önderliğinde lüks bir otelde iftar düzenlenmiş. Ülkenin en zengin holding, şirket, banka, medya, inşaat, ticaret, turizm, ithalat, ihracat şirketleri sahiplerinin hanımları gelmişler; iftar masasında Emine Erdoğan’ın etrafında ona “en büyük, en güçlü, en yok eden ve en var eden sizsizniz” bakışlarıyla bakarak halka olmuşlardı.
AB’den sorumlu bakan da iftarda!
Ona da “gel... gel... yapma” görevi vermişler. Bakan Egemen Bağış’ın yüreklendirme ve teşviki ile eline mikrofon verilmiş bir kadın; zengin eşlerine dönerek; “Fikir annemiz Emine Erdoğan’In fikriyle bu geceyi düzenledik... Hadi hanımlar pamuk eller cebe... Ben sizlerin bir çantaya kaç para verdiğinizi biliyorum.... 10 bin dolarlar... eurolar... Ne olur yani bir yıl da bir çantanız eksik olsun...” diyerek “gel... gel...” çekiyormuş.
Sonuç mükemmel.
Zengin eşleri bağış yağdırmışlar.
Kocalarını “sizi yok ederim” diye korkutan Başbakan’ın eşi first lady Emine Hanım’ın gözüne girmek için kıran kırana yarış olmuş.
Gecede 3 milyon TL toplanmış.
İşte “evet” alametleri!
Zengin sınıf, iktidar kokluyor.
İktidar koklayarak korkusunu atıyor.
İktidar beni yok eder korkusundan; First Hanımefendilerin gecelerine; yemeklerine, defilelerine ve iftarlarına katılarak kurtuluyor.
Önceki iktidar döneminde yaşanmıştı.
En unutkanımız bile hatırlayacaktır.
Bugün “Emine Erdoğan Hanım’ın iftarına koşan zengin sınıf hanımları” daha önce merhum Turgut Özal’ın başbakan olduğu yıllarda da onun eşi First Lady Semra Özal Hanımefendi’nin gecelerine katılarak; “papatya olurlar” ve onun Vakfı’na bağış yağdırırlardı.
Kocası iktidardan gitti.
Semra Hanım da gönüllerden gitti!
Hanımefendiler gidici.
Bizde zengin yağcı kalıcı!
* Necati Doğru / Sözcü
++++++
Somalililer de 12 Eylül’den çok çekmiş....
AKP’nin Konya mitingine katılan
Somalilileri görünce aklıma Baba Şefik geldi..
1980’li yıllarda Silifke Taşucu’nda
rahmetli Baba Şefik’in şahane bir et
lokantası vardı..
Baba Şefik’in hem eti muhteşemdi hem humusu.. Kanada’dan müşterim var diye övünürdü..
Seksenli yıllar; Kanada nire Silifke
nire!..
Sonra anlaşıldı; Mersin limanına
yükünü boşaltan gemide çalışan iki
Kanadalı mühendisi Baba Şefik’in yerine getirmişler..
Olmuş sana Kanada’dan müşteri....
Konya mitingi vesilesiyle öğrendik.. Meğer Somalililer de 12 Eylül Anayasa’sından çok çekmişler.. Meğer onlar
da değişmesini istermiş..
İstemeseler ellerinde ’evet’ pankartlarıyla alanda yerlerini alırlar mıydı?
Taaa Somali’den gelmemişler..
Konya’daki Mülteci kampından
getirilmişler..
Getirtilmişler!..
Sormak lazım..
Somalilileri mülteci kampından alıp (Allah bilir, Ugandalılar da, Kenyalılar da vardı ) ellerine bayrak verip meydana diken kim?
Yine sormak lazım..
AKP mitingleri böyle mi dolduruyor..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Unutmak ya da unutturmamak!
Mesaj Mehmet Öztürk’ten... Dünkü Medya Polemik’in manşeti olan ve medyanın beyin yıkamak için düzenlediği bombardımanı eleştiren yazı için teşekkür ediyor. Yazıdaki imzanın Emin Çölaşan’a ait olduğunu gözden kaçırmış olmalı ki sitemde bulunuyor: “Muhalefet kanallarını yazarken BengüTürk TV’yi ve Kanal B’yi unutmuşsunuz!” Ama madem yeri geldi, o zaman şu şüpheyi de dillendirmeli: “Belki yazarlar unutmuyordur da muhalefet yapan kimi yayın organları kendilerini unutturuyorlardır!” Ne dersiniz?