Azınlık şaşırma!...
İktidarı temsil eden kalabalığın psikolojisini gözler önüne seren slogan budur. “Azınlık şaşırma!” tüm ikazlara, gelmeyin ihtarlarına (!) rağmen Erdoğan’ı “yedirmeyecek” kalabalıkların Başbakan’ı karşılarken attıkları sloganlardan sadece biridir ama hükümet cenahının icraatlarına muhalefet üretenlere karşı bakış açısını en güzel ifade eden slogandır.
Bu sloganı atan kafa için kendilerine oy vermeyenler “çoğul”un bir parçası değil, çoğunluktan geriye kalandır. Çoğulcu demokrasiyi reddeden bünyenin ifadesi olan bu slogan biraz da şaşkınlığın tezahürüdür. Her kelimesi ve hareketinde “ilahi” bir mesaj aranan “liderlere” karşı yapılan bu eylemler onları şaşırtmıştır. Nasıl olmuştur da “liderin” tarihi canlandırma girişimine bu “fikirsiz” kalabalıklar karşı gelebilmektedir? Bu karşı geliş sabırları taşırmaktadır ve bu “azınlığı” ezmek için onun bir “işareti” yetecektir.
Kafa budur. Demokrasiyi sadece iktidarı ele geçirme “aracı” olarak gören bir zihniyeti içinde barındırır, elinde tuttuğu “çoğunluk”la her şeyi yapabileceğini zanneder. Muhakkak ki demokrasi tedhişe esir olmaz ama demokrasilerde “bir avuç çapulcu”nun da söz hakkı vardır. “Azınlık şaşırma”, “işaretin yeter” psikolojisi “çoğunluk bizde istediğimizi yaparız”la ifade edilebilecek “çoğunlukçu” kafanın tezahürüdür. Sokaktaki vatandaşın bu düşüncede olması “tamir edilebilir” bir şeydir, fakat Başbakan bu kafadaysa o zaman problem başlar.
Başbakan gayet doğal bir refleksle parkları AVM yapabileceğini, sit alanlarına rezidans dikebileceğini, şehit kemikleri üzerine panaromik müzeler kondurabileceğini düşünüyor. Bunun için ilgili kurullara bir talimat vermesi yeterlidir ve öyle de olmaktadır. Lakin çağdaş Demokrasilerde bu iş böyle işlemez. Bu tip müdahaleleri yaparken çevreyi, tarihi ve nihayet toplumsal duyarlılığı dikkate almak zorundasınız. Almazsanız topluma “çaresizlik” psikolojisi hakim olur ve on gündür yaşadığımız olaylar patlar. Bunları yaşamamak için şaşırdığı iddia edilen azınlığın taleplerine “zamanında” kulak kabartmak yeterlidir.
Zamanında dinlerseniz “çevreci” ve medeni insanlarla muhatap olursunuz, geç kalırsanız en “medeni” muhatabınız Sırrı Süreyya Önder olur...
MHP ne yapmalı?
Herkes bu kargaşadan kârlı çıkma derdinde. İktidar “açılım” ile gevşeyen saflarını sıklaştırmaya çalışıyor. Tüm “yumuşama” çağrılarına rağmen Başbakan’ın kalabalıkları tekrar ayaklandıracak söyleminin sebebi bu. Bu “ayrıştırıcı” üslubun başkaca da mantıklı bir izahı yok.
Ana muhalefet ise eylemlerin en hareketli olduğu günde, eylem alanında miting yapmayı düşünebilecek kadar kendinden geçmiş; sanki “paralel” evrende yaşıyor.
Örgütler ise çevreye duyarlılıklarını çevreyi talan ederek ve araç yakarak ifade ediyor. Amaçları eylemlerle saflarını kalabalıklaştırmak.
Bu süreçte MHP çok tartışıldı. Bahçeli yaptığı açıklamalar ve getirdiği yasaklamalarla çok tartışıldı. Kimileri onu yine AKP değirmenine su taşımakla suçladı. Kimileri “kahraman” ilan etti. Görünen o ki olumlu ve olumsuz manada eleştiren herkes MHP’yi yanında görmek istiyor.
Peki MHP ne yapmalı?
MHP Kendisine “özgü”, komplekssiz bir siyasi yaklaşım geliştirmelidir. Halkın taleplerine kulak kabartan, bu tür eylemler “terörize” olmadan meseleye müdahil olarak sosyal katmanların taleplerini gündeme getiren bir yöntem geliştirmelidir.
MHP’nin işi zor. Bu tür kutuplaşmalarda ya CHP, ya da AKP ile “işbirliği” ile suçlanıyor. Siyasetin doğal “ak - kara” ikileminde bundan kaçamıyor. Halkla güçlü bağlar kurabilen ve iletişim kanalları açık bir MHP’nin bu ikilemden kurtulup özlenen “huzur” iklimine hizmet edeceği açıktır. Şüphesiz bu daha canlı ve sokağın “psikolojisini” iyi okuyan, halkın arasında bir MHP ile mümkün.
Bu tür olaylarda temkinli hareket etmek, kitleyi olayların dışında tutmak önemli. Ama bunu yaparken geliştirilen “dil” de temkinli olmalıdır. Aksi takdirde kitleyi sokaktan muhafaza edeceğim derken kendinizden uzaklaştırırsınız.