Ayzıt’tan Özgecan’a...
On, yüz, bin, sayısı bir bile olsa fark etmez... Bugün, bu ülkenin kadınları, pembelere, morlara bürünüp “yaşam haklarını” isteyecekler meydanlarda ha:
- Öldürmeyin bizi!
- Dövmeyin!
- Sövmeyin!
- Testereyle dilimlemeyin!
- İşkence etmeyin!
- Irzımıza geçmeyin!
Bugün, bu ülkenin bir bölümünde dahi olsa kızlar “eğitim haklarını” isteyecekler:
- Baba beni okula gönder!
İşi gücü bırakıp, bütün mesailerini şunları fiiliyata geçirebilmeye harcayacak bu ülkenin kadınları ha:
- Benim bedenim hakkında siz karar vermeyin!
- Bana saygı gösterin!
- “İrademi” engellemeyin!
Utanıyorum!
***
Halbuki kaç bin yıl önce bitirmiştik biz bu işleri; başlamamıştık bile hatta... Asya’nın içlerine kadar gidin, Tanrı Dağları’nın zirvesine doğru toprağın inebildiğiniz kadar derinine inin, topraktan bir tek “ezik kadın” kemiği fışkırmaz; göremezsiniz!
“Açina” diye, bir milletin yaratıcılığı atfedildiği gün dahi “kuluçka makinası” muamelesi görmeyen kadın; Bahaeddin Ögel’in muazzam tarifiyle “erkeğinki gibi insani değil, ruhani kisveye büründürülmüş”, yani Türk’ün tarihinde her dem dokunulmaz, ulaşılmaz, kutsal, ilahi varsayılan kadın şimdi “cehalete paspas edilmemeyi” talep eder hale geldi ha!..
Oysa gök bile “Ay Ata”nın üzerine, 7’nci katına yerleştirmişti “Gün Ana”yı...
Oysa kadın “Tanrı”dan sonraki en önemli dinsel varlıktı; böyleydi Türk inanışı!
Yıllarca ya yüksek entelektüel ölçüleriniz gereği her şeyin başı saydığınız “Zeus ve kadınları”ndan ibaret olan sapkın Olympos/Yunan mitolojisini dayattınız, ya da “haşa” diye diye “erkeğin kaburgasından yaratılan genetik kölemiz kadın” masalını! İki algı türünde de kadın özünde, sadece “cinsel meta”ydı; üremenin aracı!
Halbuki...
Birkaç sayfasını müfredatlarınıza alsaydınız, ucundan kenarından okutsaydınız “ırkçı-kafatasçı” diye burun kıvırdığınız “Türk kültürünün sözlü-yazılı kaynaklarını”, şimdi ellerinde kanlı satırlar, palalar, bıçaklar, ağızlarında salyalar sokaklarda kadın kovalayan/boğazlayan bu garip canlı türü Umay’la, Ayzıt’la sembolleştirebilmiş olaydı kafasında “kadın”ı, -tek sebep bu değildir tabii ama- belki manzara farklılaşırdı!
En makbul kadın “haremin en cilveli cariyesi” olarak formatlanmasaydı belki, Kanıkey’i, Banu Çiçek’i, Arıkan’ı bilselerdi, Alper-Tunga ölünce orduya başkomutanlık eden Tomris’ten, Pinçgen kuşatıldığında Mete Han’ın yanında yurt savunan Uluğ Hatun’dan haberdar edilselerdi bu denli “aşağıda” ve “hizmetkarlığa mahkum” görmezlerdi erkeklerimiz “kadın”ı;
Ve kadınlarımız “pozitif ayrımcılık” diye lütuf dilenmek yerine “erkek makamları”ndan genetik kodlarında olan o özgüvene yol verir, mücadeleyi de, mücadelenin sonunda kazanmayı da hak ettiğini bilirdi!
“Kadının sözüne kulak asmadığı gün kahramanın ölümüdür” felsefesini azıcık okumuş/dinlemiş/izlemiş olsalardı o bütün dünyaya nam salmış kudretli Türk beylerinin/hakanlarının; belki o zaman kadını “kum torbası” olarak kullanmaya indirgemezlerdi erkeklik gösterilerini!
Ve “bastırılmış bir kadının cüretkarlık/hadsizlik/densizlik manzaraları”na dönüşmezdi, sözüm ona “kadının kendini ispat” hamleleri!
***
Şamanist dönemde değil sadece, bozkırda pelikleri uçuşarak ata bindikleri, güçlü bilekleriyle ok atıp, kılıç salladıkları masal diyarında değil;
Sene 1236... Bir MÜSLÜMAN Türk Devleti; Delhi Sultanlığı... Erkek kardeşleri olmasına rağmen, babası veliaht ilan ettiği Raziye Hatun’a bırakıyor tahtı!
Sene 1250... Haçlılara karşı destan yazan, Fransa Kralı’nı esir alan Mısır iktidarının başında kim var biliyor musunuz?
Seceret üd Dür Hatun...
Sene 1257... Türkan Hatun, Kutluk Devleti’nin 4’ncü hükümdarı!
Hurşitoğlulları’nın 14’ncü hükümdarı:
Devlet Hatun!
1600’ler; Fatma Bike’nin idaresinde Kasım Hanlığı!
Ötüken, Kafkaslar, Anadolu, Ortadoğu; yüzyıllar önce Türk Dünyası’nın dört bir yanında “Ümmet’ün Mülk/devletin dayanağı” sayılırken “Terken”ler;
Sene 2015 ve biz “kadın kotası” tartışıyoruz ha!
***
1800’lerde Türk yurtlarını gezen Batılı tarihçiler “kadının horlanmamış olmasını” hayretle not ederken günlüklerine; bugün kadın-erkek ilişkilerine dair en belirgin iki figür “itilmiş” ile “kakılmış” sa kadının da suçu var bunda...
“Erkeklerle aynı kayığa binen” , “çarşı pazarda açık renk feracelerle gezen”, “tramvayda haremlik-selamlık” kuralına riayet etmeyenlerin katline ferman verip de kızlarını işgalci İngilizlere “rüşvet” verirken Allah’tan korkmayı aklına bile getirmeyen “bir kısım ecdad” çağını Nezahat Onbaşı’lar, Şerife Bacı’lar, Kara Fatma’lar, Halime Çavuş’lar, Çete Emir Ayşe’ler, Halide Edip’ler, Sabiha Gökçen’lerle omuz omuza kapatan Mustafa Kemal’in meclisinde, Cumhuriyet’i reklam arası görürsen -kimse kusura bakmasın- müstahak o zaman sana da!
***
İskender işgalinde, yüzlerini peçeyle gizlemeleri istenince Kuman-Kıpçak kızları böyle itiraz eder:
“Yüz örtmek adetimiz değildir / Yüzünü örten kimseler /Güneş ve ayı göremezler...”
“Türk töresi” budur; perdelemeyi değil görmeyi, karanlığı değil aydınlığı, köreltmeyi değil ufku öngörür... Dolayısıyla çok rica edeceğim, bugün, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kınayacağınız şiddeti, vahşeti, yozluğu, yobazlığı “atarerkil yapımız” klişeleriyle, “adetiymiş gibi” bu milletle özdeşleştirmeyin! Cahiller için “meşru” hale getirmeyin!