Aydın kişiliği
Aydın sözcüğüne anlam yüklemek kadar zor bir şey yok. Durmuş Hocaoğlu’nun “başbelası kavram” dediği kadar var. Ama kıyısından köşesinden bir-iki söz etmek gerekirse, kısaca şöyle diyebiliriz:
Aydınlar, özelde halkı için, genelde insanlık için varolduklarına inanırlar. Onların her biri; gerçek bilim insanları, politikacılar, yöneticiler, yazarlar, askerler arasından veya diğer mesleklerden çıkabilir.
Aydın kişi beyin sancısı çeker ve hep huzursuzdur. İçinden çıktığı toplumun kendince daha aydınlık yarınlarla kucaklaşması için fikir üretir. Fikirleri, çoğu kez, yaşanılan zamanın ilerisinde dolaşır. Bu nedenle de çağına ters düşebilir. İşte onun içindir ki, aydın; çağının hem tanığı, hem de sanığı olabilir. Sözgelimi; Bruno gibi; Galileo gibi, Spartaküs ve Cici (Çiçi) Han gibi, Gandhi, Atatürk gibi... Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Popülizm için Türkçe “halk dalkavukluğu” deniliyor. Hani, yakışmamış da değil. Aydın istese de halk dalkavuğu olamaz. O, gerçeği halkıyla paylaşmaktan korkmaz. İnsana tepeden bakmaz; dolayısıyla kendisini Tanrı’dan bir parmak aşağıda görmez. Aydın sloganlarla konuşmaz. Çünkü slogan, kolaycılığa çağrıdır; beyinleri tembelleştirir. Çünkü slogan, bilgisizlerin emanet aldıkları bilgi yüklü bir çığlıktır! Aydının çığlığa ihtiyacı yoktur. Çığlık anlaşılması zor bir sestir. Halbuki aydın anlaşılmak ister; beyinlere, mantık terazilerine söz atar.
Aydın, hangi konumda olursa olsun; halkını aydınlatmak için zaman harcar, ter döker, soluk tüketir; bıkmadan aklın donanması için uğraşır. Verdiği bu emeklerin ödülü ise, sadece ve sadece engin bir iç huzurudur.
Aydın, halkının haberi olmadan halkı adına sıkıntıya giren insandır. Bu anlamda aydın ‘mahallenin delikanlısı’dır.
Aydın ortalık malı değildir. “Aydının milliyeti yoktur” sözüne inanmak; ‘olta yemi’ olmaktan başka, canlı türleri içinde insanı, bir amip, gelişmemiş bir organizma olarak görmek demektir. Bu ise insana hakarettir. Aydının ‘millî’olması, onun evrensel düşünceler beslemesine, insancıl bir dünyayı gümrah gönlüyle kucaklamasına engel değildir. Yahudi bilim insanı-aydın olan Albert Einstein’ın son eseri Yahudi Tasavvufu Kabala üzerine idi. Aydın, içinden çıktığı milletini-ulusunu gerekiyorsa korumak zorundadır. Aydın, evinden, evrensele açılan bir ufkun sahibidir. Ama tüm bu tanımlamalar arasında bir özellik vardır ki, o özellik ‘ülke aydını’nın adeta ‘kimlik’ kartıdır!
O özellik; fiyatsızlığıdır!
Ülkesine, ulusuna bağlı bir aydını, milleti zararına çalıştırmak için satın almak asla mümkün değildir. Bu anlamda aydının fiyatı yoktur! “Herkesin bir fiyatı vardır” sözü, çok çirkin bir liberal-kapitalist yalanıdır ve erdemli insan soyuna yapılan en büyük iftiradır. Gerçek aydının değil satın alınması, ikna yöntemiyle ‘devşirilmesi’bile söz konusu olamaz. Milleti zararına çalışma şerefsizliğini yaşayanların durumları çok özeldir. Onlar bilerek, isteyerek, kimi evrensel insancıl normların şemsiyesi altında söz üreterek; ihanetlerini postmodern bir gereklilik olarak sunarlar. Onlar, er-geç, ‘millî hukuk’un sert duvarına, bir biçimde başlarını çarparlar. Onlara aydın demek, aydınlara hakarettir.
Atatürk’e; “Size dâhi diyorlar ama, siz Fransızcayı bile çok iyi bilmiyorsunuz?” denince, Atatürk muhatabına şöyle der: “Beyrut’un hamalları yedi dil bilir!”
Ulu Tanrı bizi, ortalıkta dolaşan Beyrut hamallarını aydın sanma gafletinden korusun!