Ay Uğuru, ölüm ve İmza...
“Her dostun ölümü kayıptır; ama bu sevgiden kayıp anlamına gelmez, sevgi ölümle eksilmez, artar, büyür, yoğunlaşır, sıcaklaşır” diyordu İlhan Selçuk. Sen ölümünle sağlamasını yaptın bu sözün, değerli İzzet Harun Akçay.
Cenazene gelemedim, fakat Üstün Dökmen’in o sözünün sağlamasını da yaptığından yüzde yüz eminim. “Ve bir gün cenazenize kaç kişinin geleceği önemli değildir, siz gerçekten orada olun yetişir”... Sen oradaydın, ölümün diş geçiremediği eserlerinle, yazılarınla... Sapanca’nın doğal güzellikleri oradaydılar tam tekmil... Sana borçluydular onlar, Külebi’nin dediği gibi “Ta derinden!” Onlara emeğin öyle çoktu ki, kitaplarını okuyanlar, görmeseler de gıyaben âşık olmaktaydılar onlara.
Şemsi Belli “Nereye gömerseniz gömün/Gömdüğünüz insan ben değilim ki” diyordu. Belli’nin bellisi, senin için de belli. Gömdükleri sen değildin İzzet Harun, gömemedikleri sendin. Oktay Akbal Usta, o müthiş yargısı ve kafa tutuşuyla dillendiriyordu bu gerçeği: “Ne yapacak ölüm bir büyük yazara? Yalnız insana yapar yapacağını ölüm. Alır götürür, susturur, elini kolunu kırar. Ama bir yazar, yaşadığı o kısacık süreyi gereği gibi kullanmışsa, doldurmuşsa, ölüm hava alır. Ölümsüzdür o yazar artık, öldüğü günden sonra başlar gerçek yaşaması. Kitapları yeni yeni dostlar kazandırır ona.”
Kitapların... “Aşk olsun” larla okuduğum, ilgi ve beğenilerimi cömertçe ve gönülden sunduğum kitapların.
Son kitabın... Berfin Bahar Dergisi’ne eklemiş sevgili İsmet Arslan, yollamış. Aldım, açtım kargoyu, sevindim “Ay Uğuru” adlı yeni romanına. Sevindim... Sanırım beş dakika... Beş dakika sonra telefon açtı İsmet Arslan, ölüm haberini verdi.
Özgeçmişin geçti film şeridi gibi... 7.5 yıl hapis, 3.5 yıl siyasi sığınmacı olarak Yunanistan ve Fransa’da kalış. Siyasal’ı üçüncü sınıfta mecburen bırakış... “Gide de gelmeye kötü seneler” dediğimiz yıllar... Sonra yazarlığın, ödüller: KYÖD Naci Girginsoy Öykü Ödülü ve Ahmet Hamdi Tanpınar hikaye yarışması birincilikleri...
“Ulusal sol” nedir diye sorsalar ben seni örnek gösterirdim. Sol’dun, çilesini bir ömür boyu çekecek kadar, ama ulusaldın, öylesine ulusaldın ki, sol’a yeri geldiğinde en sert eleştiriler senden geliyordu, o çok iyi bildiğin ayıplarını yüzlerine vuruyordun da gıkları çıkamıyordu. Öylesine ulusaldın ki, benimle dosttun, şahsen tanımadığın halde, Osman Pamukoğlu’nu yazıyordun “İmza” adlı öykünde.
İmza... Sakarya Üniversitesi’ne konferansa gelmiştir Osman Paşa, sonra da kitaplarını imzalayacaktır. Çiğdem adlı genç kız, şehit ağabeyinin adına “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” u imzalatacaktır. Uzatır kitabı, Paşa “Adınız” der, ağabeyinin adını söyler ve “Benim kardeşim” der... Paşa kalkar hemen Çiğdem’e sarılır, “Benim şehit askerlerimden birinin kız kardeşi” der yanındakilere. Sonrası da şöyleydi o öykünün:
“Elinden tuttu, yanına oturttu Çiğdem’i. Çiğdem, önceden hazırlamıştı. Kimliğini çıkardı, masanın üstüne koydu. Ağabeyinin kendisiyle çektirdiği fotoğrafları, gönderdiği mektupları, generaliyle çekilmiş fotoğrafı da. ’Bakın generalim!’ dedi Çiğdem.
General sigara yaktı. Kimliğe mektuplara, fotoğraflara baktı. Yanındakilere gösterdi. ’Abin senin için çok çiğdem topladı’ dedi ve ilk sayfayı imzaladı.
Tarih olarak çavuşunun şehit olduğu günü, ayı ve yılı yazdı.
Yer olarak da Şemdinli!”
Ölüm haberini Osman Paşa’ya verdim, “Paşam, rahmetli, bizim ilk Sakarya mitingimize de gelmişti” dedim, üzüntüsü bir kat daha arttı “Keşke yüz yüze de tanışmış olsaydık... O hayhuyda olmadı demek ki...” diye hayıflandı.
“İmza” adlı öykünün partinin internet sitesine konulacağını, örgüte de bilgi verileceğini söyledi o General.