Atatürk ve inanç hürriyeti...
Değerli okuyucum, Arif Nihat Asya'nın Atatürk için yazdığı bir dörtlükle başlayalım...
O dörtlük şudur:
Çevrendeki hıyanetleri yıksan yeniden!
Mel'unları topraklara tıksan yeniden!
Ey en büyük insandan alan ilk adını,
Bir bayrak olup Samsun'a çıksan yeniden!
Sevgili okuyucum, tarihçi yazar Sayın Mustafa Solak, bakınız neler diyor:
"Referandum sürecinde 'Evet'çi cephenin kullandığı gerekçelerden birisi de "inanç hürriyeti". Hâlâ mağduriyet üzerinden söylem geliştiren bu cephe, hedefine de Atatürk'ün inancını koymuş durumda.
Atatürk'ün, dini inancına göre tutum almak çok ayıptır! Din, Allah ile kişi arasındadır; sadece Atatürk'ü ilgilendirir. Ancak Atatürk'e saldırmak için -sürekli olarak kullanılan- "dindarlara baskı yaptığı" yalanı üzerinde özellikle duracağız:
Atatürk döneminde ezanlar okunmaya devam etti, camiler hep açık oldu, ibadet yasaklanmadı. Atatürk, Cumhuriyeti ilan ettikten sonra, 1932 yılı ramazan ayında dönemin tanınmış hafızlarını köşke/saraya çağırarak onlara Kur'an okutup, dinledi.
Köy ilkokullarında, din derslerinde "Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri" adlı kitap okutuldu. Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılarca yakılan, yıkılan camileri onarttırdı veya yeniden yaptırdı. (Camilerin onarılması için kaynak aktarılması, Meclis tutanaklarıyla belgeler halinde ortadadır).
O şanlı Gâzi, din işlerini yürütmek, din istismarını sona erdirmek için Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurdurdu.
Kur'an'ın anlaşılması ve halkın kandırılmaması için Kur'anı Türkçeye çevirtti. Elmalılı Hamdi Yazır'ın (Hak Dini Kur'an Dili) tefsir ve tercümesi ve Buhari hadisleri Türkiye'nin her yanında bedelsiz olarak dağıtıldı.
Müslüman Türk halkının anlayarak Allah'a yönelebilmesi için camilerde Türkçe Kur'an,Türkçe hutbe ve Türkçe ezan okutuldu. Atatürk, "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yalnız bütün sadeliği ile dindar olmalıdır" derken; İslam dininin gereği zannedilen, ancak aslında İslam diniyle hiçbir ilgisi olmayan halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler, falcılık, büyücülük, kavramları kaldırıldı. Atatürk, Laiklik ilkesiyle din ve dünya işlerini birbirinden ayırdı ve din istismarını önledi; din algısıyla kesinlikle siyaset yaptırmadı. -Sakallı Nurettin Paşa örneğinde olduğu gibi- yapana izin vermedi. (Ama maalesef, günümüzde din algısıyla yürütülen çok çirkin bir siyaset başını almış gidiyor. Söz gelimi, en küçük bir örnek şudur: Dindar yurttaşlarımıza sözde devlet adamları 'Evet' demek, farzın da farzıdır, diyebiliyorlar.)
Atatürk, laiklikle din özgürlüğünü garanti altına aldı. İdam edilenler, ya vatan hainliğinden, ya da devrimlere karşı halkı kışkırtmalarından dolayı idam edilmiştir.
Atatürk kendi el yazısıyla, "Din, milliyetin bir parçasıdır! Ancak taassubun milletleri 'ümmet haline düşüreceği' unutulmamalıdır!" diye yazmıştır.
Atatürk'ün Abdülbaki Gölpınarlı'ya hazırlattığı "Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri" adlı kitabı, köy ilkokullarında okutuldu.
Atatürk laikliği şöyle tanımladı:
"Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiç kimseye dini fikirlerinden dolayı bir şey yapılmaz. Türk Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Türkiye'de, bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler (inançlılar), derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmeli."
Tüm bunlar ortadayken, Atatürk'ün inanıp inanmaması veya inancının birilerine yetersiz gelmesi, inancın özgürce yaşanabildiği gerçeğini değiştirir mi? Bağımsız bir vatan sağlamak, inanca en büyük hizmet değil midir?"
Sayın Mustafa Solak'ın akıl sahiplerine söylediği sözler, bu kadar.
Ve Millî Düşünce...
Değerli okuyucum, 01 Mart 2017 tarihinde, Millî Düşünce Merkezi'nde bilim insanı ve örnek yönetici Prof. Dr. Tarık Somer'in vefatının 20. yılı dolayısıyla anma toplantısı yapıldı. Toplantıya; Prof. Dr. Güler Somer (eşi), Prof. Dr. İskender Öksüz, Prof. Dr. Kırali Mürtezaoğlu, Prof. Dr. Baki Erdoğan, Dr. Deniz Somer (Kızı) ve Mustafa Tufan, konuşmacı olarak katıldılar.
Esen kalın efendim.