Atatürk maskeli dost kıyağı

Haberi ilk gördüğümde “vay be” dedim kendi kendime; “Helal olsun Murat Bardakçı’ya!.. Helal olsun Atatürk’ün vasiyetine sahip çıkmak adına sarf ettiği çabaya!..”
Oturmuş Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız tarafından hazırlanan ve Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’nun tüzel kişiliklerinin ortadan kaldırılmasını öngören yasa tasarısını satır satır incelemiş, tasarı yasalaşırsa doğabilecek sakıncaları afişe etmiş. Ki uyansın daldığı derin uykudan aziz milletim... Ki “Hooop” desin, “Durun bakalım orada! Değil zulmün iktidarı, yedi düvel çıksa karşımıza, Ata’nın mirasını yedirmeyiz biz asla!..”
Bu hırsla sarıldım telefona... Türk Tarih Kurumu’nun eski Başkanı, MHP Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nu aradım.
“Bu yasa tasarısı önceki hükümet döneminde vardı ama seçimden sonra hükümet yenilenince KADÜK hale geldi! TBMM’ye sevk edilirse sıkıntılı tabii ama şu anda gündemde değil” dedi.
Allah Allah!
O zaman sormak gerekmez mi:
Tamam millet kimlerin ne hesaplar peşinde olduğunu öğrensin öğrenmesine ama, “uyandırma” işine soyunan Bardakçı’nın uyanması neden bu kadar “geç” oldu acaba?

***


Kocaman puntolarla, hani gözünüze gözünüze soktuğumuz manşetler var ya, okuyucuya “gel gel” yapma makamıdır
sonuçta!
Mevzunun “aslında ne olduğunu” anlamak isteyen için adres başka. Mesaj ne, kim veriyor, kime veriyor, neden veriyor, “neden şimdi” veriyor çözmek isteyen için bütün sır “satır aralarında” pek bir hünerle saklanır daima...
Habertürk’ün “Atatürk’ün mirası çöpe gidiyor” başlığına bakıp “helal olsun” çeken bendeniz de, Bardakçı’nın kızılca kıyameti “neden şimdi” kopardığının izini bu yolla, yani satır aralarındaki keşif turuyla buluyorum sonunda.
Bardakçı diyor ki:
“Hazırlanan yeni yasa taslağı ile Tarih Kurumu’nun yanısıra Türk Dil Kurumu da sıradan birer “şube müdürlüğü” konumuna getiriliyor ve tüzel kişilikleri son buluyor. Tarih Kurumu’nun üç yıldan bu yana başkanlığını yapan ünlü tarihçi Prof. Dr. Ali Birinci’nin görev süresi de uzatılmıyor. Bu durumda Atatürk’ün her iki kurumun bilimsel çalışmalarını rahatça sürdürebilmeleri maksadıyla vasiyetnamesine koyduğu hükümler de uygulanamaz duruma geliyor...”
Bingoooo!
Atatürk’ün vasiyetini uygulanamaz hale getirecek gelişmelerden biri de “Birinci’nin görev süresinin uzatılmayacak olması” Bardakçı’ya kalırsa!
İyi de ne alaka?
Hele de o Birinci’nin, Atatürk‘e hakaretten mahkum olan Prof. Atilla Yayla‘yı destekleyenler arasında yer aldığı hatırlandığında... Hele de o Birinci’nin imzasıyla destek verdiği Yayla’nın, AKP Gençlik Kolları’nın panelindeki “Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder”, Neden her yerde bu adamın (Atatürk) fotoğrafları var diye soracaklar” sözleri yeniden kulağımızda çınladığında...
Hakikaten ne alaka?

***


Alaka, Bardakçı’nın “Gitti Atatürk’ün mirası” maskeli yazısına kutu yaptığı şu satırlarda:
“Türk Tarih Kurumu’nun üç yıldan bu yana başkanlığını yapan Prof. Dr. Ali Birinci benim neredeyse kırk seneden bu yana dostumdur...”
Birinci’yi yerlere göklere sığdıramıyor sayfanın geri kalanında da. “Dostu”nun reklamını yapmayı öyle abartıyor ki üç yıl içinde 310 bin kitap yayımladığını yazıyor mesela...
Türk Tarih Kurumu’nun yayınlarına ulaşmak, teknoloji çağında bir “tık” uzaklığında...
Kataloğa baktığınızda yılda en fazla 20 bilemediniz 30 kitap çıkıyor karşınıza. Üç yılda 90 hadi en fazla 100 kitap yapar bu hesapla... Ama işin içinde “dost şişirme operasyonu” varsa, baskı sayısı, eser sayısıymış gibi yutturulmaya kalkışılabilir pekala...
Nasıl olsa millet “etrak-ı bi idrak” ya!
Bakın nasıl varıyor Bardakçı 310 bin rakamına:
Misal 3 kitap yazdım ben hayatım boyunca. Biri 10 bin bastı, öteki 20 bin, sonuncusu da rekor kırdı milyonu aştı!
Ne diyeceğim sorduklarında?
“3 kitabım var” mı, yoksa “1 milyon 30 bin kitabım var” mı?
Dağarcığımda eşeleniyorum ama “yuh”tan başka tepki bulamıyorum şahit olduğumuz “dost kıyağına Atatürk’ü kalkan yapma” stratejisi karşısında.


Edep mi yahu!

MHP Genel Başkan Başdanışmanı Mustafa Hidayet Vahapoğlu’nun, “Başbakan, Dışişleri Bakanını Amerika’nın posta beygiri gibi habire Libya’ya gönderiyor” sözlerine “Edep yahu” diyen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu;
Milletleşememiş Orta Doğu halklarını “beygir” yerine koyup, emperyalizmin bütün yükünü taşımaya zorlamak mı “edep” yahu!



BASINDAN SEÇMELER


“O eşkıyaları yakalamayan devlete, ödediğim her kuruş vergi haram olsun!”

Allah aşkına siz hep gazetecilerin, aydınların, subayların, siyasetçilerin mi telefonlarını dinlersiniz?

En kanlı savaşlarda bile titizlikle uyulan bir “insanlık anlaşması” vardır:
Hastanelere saldırılmaz!
Çünkü oradaki insanlar saldırılara yanıt verebilecek durumda değildir. Bu nedenle hastanelere yapılan saldırılar katliam, yani insanlık suçu olarak görülür.
İnsan olmaktan kaynaklanan bu yazılı olmayan kural, İstanbul’un göbeğinde delindi...
Yüzlerini saklama gereği hissedecek kadar korkak 15 şehir eşkıyası Anadolu yakasındaki Sancaktepe Hekimpaşa Aile Sağlık Merkezi’ne molotof kokteyli ve taşlı saldırıda bulundu.
İçerideki onlarca kadın ve çocuk, çıkan yangından son anda kurtarıldı...
Ve işin en acısı...
İnsanlıktan nasibini almamış bu 15 alçak, kadınları ve çocukları ateşler içinde terk ederek, ara sokaklarda izlerini kaybettirdi.

***


Öfkem büyük...
Çünkü kardeşin kardeşe düşmanlığının bu kadarını gerçekten aklım almıyor!
İnsan kılığındaki bazı yaratıkların, bu kadar canavarlaşmasını kabul etmek istemiyorum...
Hele hele sözüm ona “demokrasi” ve “özgürlük” adına, hasta kadın ve çocuklara saldırma kalleşliğini; bırakın insana, hayvanlara bile yakıştıramıyorum!

***


Bu zavallılara söylenecek sözlerin tamamı kifayetsiz kalır!
Ama...
Ben bir çift söz de polise ve MİT’e söylemek istiyorum:
Allah aşkına siz hep gazetecilerin, aydınların, subayların, siyasetçilerin mi telefonlarını dinlersiniz?
Daha bu hafta başında gördük ki; kimliğini belirleyemediğiniz bazı kişiler, bu ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın hem de karargahta yaptığı çok gizli bir toplantıyı bile dinlemişler...
İyi de; onların yaptığını siz bu ülkenin düşmanları için neden yapmıyor ya da yapamıyorsunuz?
Dünkü kalleş saldırıyı gerçekleştiren alçaklar, bunun planını yapmak için, hiç mi bir araya gelmediler?
Hiç mi telefonla görüşüp, randevulaşmadılar?
Hiç mi dinleme ağlarına takılmadılar?
Yoksa sizin dinleme aygıtlarınız ve görevlileriniz, sadece bu ülkenin yurtseverlerini dinlemeye mi programlı?
Bu ülkeyi bölmek, parçalamak isteyen, bunun için hasta kadın ve çocukları yakmaya bile kalkışan yaratıklar neden bir kez olsun takılmıyor o dinlemelere?
Ve nasıl oluyor da hepsi, yakıp yıktıktan sonra milyonluk kentin sokaklarında ellerini kollarını sallayarak yok oluyorlar?
Yoksa attığımız her adımı izlediğiniz MOBESE kameraları, “gerçek suçluları” algılamıyor mu?
Onlar o kameralara neden bir kez olsun takılmıyorlar?

***


Dedim ya; resmen ilan edilmiş savaşlardaki düşmanınız bile hastanelerinize saldırmaz...
Saldırırsa savaş kurallarını ihlal etmiş olur...
İstanbul’un göbeğinde ise “kardeş” bellediğimiz, birlikte yaşadığımız bazı canavarlar; gerekçesi her ne olursa olsun, hasta kadınları ve çocukları yakmaya kalkışıyor...
Bunları yakalayıp, yargılamayan devlete, ödediğim her kuruş vergi haram olsun!
Mustafa Mutlu / Vatan




Zamanlama çok anlamlı

Ordu tam Kandil’i havadan vurunca alttan Komutan ses kaseti sürülüyor!
Toplumun beynine; “Kendi komutanın sesini bile koruyamayan bir ordu Kandil’i bitirebilir mi?” şüphesi düşürülüyor. Demek ki büyük rejisör Kandil’in bombalanmasını ve arkasından kara harekatı yapılmasını, PKK’nın elinden silahlarının alındıktan sonra çözüm üretilmesini istemiyor!
Zaten kandil de unutuldu!
Necati Doğru / Sözcü




Astar istiyorlar

DTP’lilerin birkaç ay sonra neler söyleyebileceklerini tahmin edebilirsiniz:
- Genel seçimlerde Apo’yu önce Meclis, sonra da kabinede görmek istiyoruz! Daha sonrasına Allah kerim!..
Öyle ya...
Birilerinden ’Yüz’ bulanlar, astarını da, ipini de, iğnesini de, çaputunu, düğmesini de isteyeceklerdir; niye şaşırıyoruz ki?!
Burhan Ayeri / Akşam




Diyorlar ki...

Deniz Feneri soruşturmasını 3 yıldır yürüten 3 savcı “çok kritik” bilgilere ulaşmıştı. Bayramdan sonra yeni dalga gelecekti.
Saygı Öztürk / Sözcü


İnançlarım olacak ama bu beni düşünmekten alıkoymayacaktır.
Mahir Kaynak / Star


Herkes, her parti, her örgüt, her topluluk, her kurum, kendisine sormalıdır:
Ben bu savaşın hangi tarafındayım.
Milletin ve halkın cephesinde olmak, aynı zamanda halklaşan ve devrimcileşen Ordunun cephesinde olmaktır. Bunu göremeyen lafta solcular, kumda oynarlar. Kumda oynamakta ısrar edenler, düşmanın aletine bile dönüşebilirler.
Doğu Perinçek / Aydınlık

Yazarın Diğer Yazıları