Aslan payı ABD’nin kuş payı Türkiye’nin

TBOR, Toryum, Perlit, Doğaltaş konusundaki gibi gaz ve petrol rezervi açısından da lider olmasını sağlayacak olan ŞEYL sondaj hakkının ismi gizli tutulan bir ABD’li şirkete verilmesi apar topar peşkeş anlamına gelir
TPAO, (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) Türkiye’de ŞEYL sondajları konusunda ABD’den dev bir enerji şirketiyle el sıkıştı. TPAO Genel Müdürü Mehmet Uysal, söz konusu şirketin ismini şu anda açıklamak istemediklerini belirtirken Yönetim Kurulu’nun onayının ardından, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın da katılacağı bir törenle anlaşmanın imzalanacağını açıkladı.
(Hep beraber tarihe altın harflerle geçecekler!)
Kapitalizm devamlı bize kaynakların sınırlı olduğunu öğretti, hâlbuki kaynaklar sınırsızdır. Ülkelerin kaderlerini değiştiren çok buluşlar oluyor. Ülkemizin yeraltı zenginliğinin milyon, milyar trilyon değil 3 katrilyon dolar işlenmemiş, ham madenlerimizin değeri budur. Madenlerimiz işlenip mamul madde haline geldiği zaman değeri; 100 ile 1000 kat artmaktadır.
Yanlış duymadınız TL değil 3 katrilyon dolar. Hem de ham halde.
ŞEYL, Petrolün türediği ana kayadır. Dünyanın pek çok yerinde bulunan ve organik malzeme yönünden zengin tortulu kayalara verilen genel isimdir. ABD bu yöntemle şu anda 100 yıllık doğalgazını temin etmiş durumda. Şu anda bu metotla Amerika, Rusya’dan bile daha fazla doğalgaz üretiyor. Şimdiye kadar çok az sondaj yapıldığı için dünya çapında ne kadar ŞEYL gaz çıkacağı konusunda tam olarak bir tahmin yapılamasa da ABD’de şu anki kullanım hızıyla 200 yıllık doğalgaz tüketiminin ŞEYL ile karşılanacağı, iyimser kesimler ise bunun 690 yıla kadar çıkabileceğini belirtiyor.
Avrupa’nın sahip olduğu ŞEYL gazı kaynaklarının ise 11.5 trilyon metreküp olabileceği tahmin ediliyor. Avrupa’da Polonya, Avusturya, Hollanda ve ardından Türkiye’nin ŞEYL kaynakları açısından önemli potansiyele sahip olduğu tahmin ediliyor.
Nasıl elde ediliyor?
Petrol kayaların içinde milyonlarca yılda oluşuyor. Daha sonra bu kayaların içindeki petrol dışarı atılıyor ve yeraltına emiliyor. Yani petrolün %90 lık kısmı yine o kayaların içinde kalıyor.
ŞEYL’in doğalgaz kaynağı olarak kullanımı 10 yıl öncesine kadar çok kısıtlıydı. Fakat ABD şirketleri kayayı kırmak için yeni teknikler geliştirdi ve yatay olarak sondajlara başladı.
ABD’nin geliştirdiği yeni bir teknoloji ile içinde petrol bulunan bu kayaların içine sondajla girilip, çok yüksek basınç altında kumlarla bu kayalar çatlatılıyor çatlakların içinde petrol ve gazı dışarı vermeye başlıyor.
ŞEYL sondajı klasik petrol ve doğalgaz aramacılığına göre daha kolay, fakat daha pahalı bir yöntem olmasına rağmen şu anda petrol ve doğalgaz fiyatları ve enerjide Türkiye’nin ithalat bağımlılığı göz önüne alındığı zaman bu yatırımlar yine de karlı yatırımlar oluyor!
Türkiye’nin BOR konusunda, Toryum, Perlit, Doğaltaş konusunda olduğu gibi gaz ve petrol rezervi açısından da lider olmasını sağlayacak olan bu gelişme vatanını seven her yurttaşımızı sevindirmiş ve yeni duyanları da sevindirecektir. Fakat TPAO tarafından ismi gizli tutulan bir ABD’li şirkete Türkiye’deki tüm ŞEYL sondaj hakkını verildiğinin açıklaması ise sevincimizi üzüntüye dönüştürmüştür. Bunun adına apar topar peşkeş çekmek denir.
Parlamento da; Ulusunu seven tüm Milletvekillerinin bu konuda gensoru verip bu konuyu irdelemelerini rica ediyorum.
Namık Kemal Dimlioğlu / Antalya

***

Talat bugününü Denktaş’a borçlu
AB’nin “birleştirici” misyonunun altında “yine” bir oyun olduğu alenen ortada. Önceleri AB’nin yolunu Diyarbakır’dan geçirenler eskiden kalan bir kinle bu yolu Kıbrıs’la kesiştirme çabası içindeler. Devlet vasıfları bile yetersiz olan Kıbrıs Rum Kesimi AB’ye dahil edilerek oyunun son perdesi açıldı. KKTC Cumhurbaşkanı ise Formula 1 de kupa verdi vereli AKP nin söylediklerini harfiyen yerine getiriyor. Önce “Kıbrıs’ta iki devlet” tümcesini dillendirmemesi istendi sonra bunu icraata dökmesi -pardon olanı biteni izlemesi, ezberletilen “yeni tümceleri” sağa sola buyurması... Kıbrıs Türk’ünü zulümden kurtarana saldırttılar. KKTC’nin boyundurluk altına sokulamayacağını savunanlara ise “marjinal milliyetçiler” dedirterek kalıplara sokturdular. Özellikle Kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ı suçlatarak “AB’ye girmemizi engellediler, dünyayla bağlarımızı kopardılar” tarzı söylemler türeterek halkın refahını baltalayan imajı çizdiler. Kısacası AB; AKP’sine de Rum’u da, Talat’ı da aynı replikleri verdi. Bu halk bütün bunların ucube bir senaryodan ibaret olduğunun farkında. Kıbrıs’ta bir üniversitede bir öğrencinin “siz Kıbrıs Türkleri...” diye başlayan sorusuna, “biz biraz Rum biraz Kıbrıslı birazcıkta Türk’üz...” diye yanıtlamaya başlayan birisinden bir Türk Cumhuriyetine Cumhurbaşkanı olursa, zihniyeti elbette mandacılığı sindirmiş olmalıydı. Talat’ın bugün ödün verebileceği bir “yurdu” varsa eğer o da suçladığı insanların emperyalizme karşı gösterdiği sağlam duruşundandır. Hatırlatırız...
Alper Göktürk Şafak

***

Adil yargılama ve Kemal Bey
Mütareke döneminde işgal güçlerinin istekleri doğrultusunda hareket eden dönemin işbirlikçi hükümeti ve düzmece mahkemede görev yapan Nemrut Mustafa ve arkadaşları Yozgat Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey’i hiç bir suçu yok iken asmışlardır. Dış güçlerin isteklerine boyun eğenleri bu konuda verilen görevleri en iyi şekilde yapanları tarih asla unutmayacaktır. Bizlerde unutmayacağız. Adalet herkes içindir. Adalate yarınlarda hepimizin ihtiyacı olabilir. Kemal beyi asanlar daha sonra kimlere sığınmışlardır? Neler yapmışlardır?
Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey büyük Türk milletinin şehididir.
Rıdvan Şükür

***

Evlenecek çiftler
diyordu ya birbirine..
“Kusu soğan kırar yeriz.”
Kuru soğanın kilosu 5 TL olmuş.
Nerede yiyorsun?
İbrahim Ormancı

***

Allah’sızlıkta
şifa ummayalım

Ahmet Altan diyor ki “Milliyetçilik insanları ” böler “ gruplara ayırır, kendi grubunu, ırkını,soyunu yüceltir,din ise insanları bölmez.”
Bu ifadeleri kullanan yazar,
aslında söylediklerine kendisi bile inanmıyor!
Çünkü diyor ki “kabul edeyim ki bunlar benim çok da iyi bildiğim konular değil. Din hakkında yanlış şeyler söylemiş olabilirim.”
Bunları söylüyor ama
maalesef “İslamcı geçinen” arkadaşlara da din adına akıl vermekten geri durmuyor! Aslın da “şark kurnazlığı” yapıyor.
Bunları bal gibi de biliyor ama nasıpsız olmak başka bir şey sanırım!
Gerçi haksızlık da etmeyelim,
kendisine servis edilen belgelerden
vakit bulamıyor ve Milliyetçilerin, hem de en kralından şuurlu Müslüman oldukları noktasında ki bilgisizliğini giderici kaynaklara da
ulaşamıyor olabilir!
Gökalp’i okusun
Milliyetçiliğin Fikir üstadı
Ziya Gökalp’e kulak verelim:
“Millet, dilce,dince,ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan,yanı aynı terbiyeyi almış fertlerden murekkeb bulunan(meydana gelmiş) bir topluluktur”
(Türkçülüğün Esasları)
Şimdi bu tespit de ortada dururken Ahmet Altan’ın ifade ettiği gibi “Bir ırkı ya da bir gurubu diğerinden daha önemli görmeden milliyetçi olunmaz”
kanaati nasıl ortaya çıkar?
Ahmet Altan bel altından vurmayı kendisine şiar edinmiş ama bizim Milliyetçiliğimizin vicdanı tarafını hem de harikulade örnekleriyle görmemesini “vicdanı körlüğüne” bağlıyorum! Allah’ın Ayetini, Peygamberimizin Hadislerini ve “düşünce adamlarımızın” Milliyetçilik ve Müslümanlıkla ilgili fikirlerini, Ahmet Altan’a dolayısıyla onun ağzının içine bakan “fikir sefaleti” için de ki kişilere ithaf ettim!
Bu konuda ki son söz Nurettin Topçu’nun “Bizi zaaflarımızdan sıyıracak bir milliyet ideali düşünürken Allah’sızlıkta şifa ummayalım, garplılaşma da hüner görmeyelim; ruh ve vücudumuzla minnetle bağlandığımız bir toprak ve bir tarihe teslim olmalıyız”
(Türk Yurdu Dergisi)
Abdurrahman Akın / Kaçkar Gazetesi

***

‘Şark kurnazı’ kim acaba?
Deniz Baykal’ın önerisini, 11 Nisan 2010 günü, ABD’ye gitmeden önce Atatürk Havalimanı’nda düzenlediği basın toplantısında yanıtlayan Recep Tayyip Erdoğan, bu öneriyi “Şark kurnazlığı” olarak niteledi.
İnsan sormadan edemiyor, madem Anayasa’daki bu değişiklikleri ülkemizi ’demokratikleştirmek’ için yapıyorsunuz, Anayasa paketinizin hepsini referanduma götürmek yerine, 27 maddesini Meclis’ten geçirip, tartışmalı 3 maddesini referanduma götürmeyi, neden kabul etmiyorsunuz? Neden bunu ’Şark kurnazlığı’olarak değerlendiriyorsunuz?
Şark kurnazlığı, Anayasa değişikliği adı altında yargı bağımsızlığını ortadan kaldıracak, ülkeyi faşizme götürecek bu 3 maddeyi diğer maddelerle süslemek, soslamak, üzerini şekerle kaplamak mıdır; yoksa, bu oyunu görüp, Anayasa paketinin hepsini referanduma götürmek yerine paketin 27 maddesini Meclis’ten geçirip, tartışmalı 3 maddesini referanduma götürmeyi önermek midir?
İrfan Tuna

***

Ben utanıyorum, ya siz!..
1987 yılıydı, Turgut Özal’ın Almanya’da basılan Hürriyet gazetesinde şu açıklamasını okumuştum.
“Türkiye’yi geniş bir aile olarak düşünürsek, ülkeyi idare eden kişiyi de hane reisi olarak görmeliyiz. Hane reisinin amacı, hane halkının refahını yükseltmek olduğuna göre bir tüccar zihniyetinde olmalıdır” diyordu..
İlk bakışta son derece iyi ve kulağa hoş gelen bir söz gibi görünüyor bu açıklama. Elbette bir hane reisinin görevi hane halkının refahını yükseltmek, rahatını sağlamaktır.
Ama aynı zamanda hane reisinin en önemli görevi, hane halkının namusunu, haysiyet ve şerefini de korumaktır. “namussuzca her gün yaşamaktansa namusluca bir defa ölmek iyidir.”
Tayyip Erdoğan da Özal’ın söylediğine benzer bir söz etmiş ve “ben ülkemi pazarlıyorum” demişti.
Ülkesine sahip çıkması, bir fabrikanın yanına bir tane daha ilave etmesi gerekirken, öteden beri var olanları, taşını toprağını pazarlamak ve satmak. Bu nasıl bir zihniyettir?
Sefer Çetinkaya

***

Faşist İzmir’den faşist Samsun’a...
Kapatılan DTP’nin konvoyu İzmir’de halk tarafından yuhalandı, konvoya yumurta atıldı, protesto edildi. Ahmet Türk, İzmir için “Faşist İzmir” dedi. Oysa İzmir, düşmanın denize döküldüğü yerdi. Bulanık davasını izlemek için Samsun’a gelen BDP heyetinde bulunan Ahmet Türk, mahkeme çıkışında yaptığı basın açıklamasının hemen bitiminde yumruklu saldırıya uğradı ve burnu kırıldı. Şimdi oldu; “Faşist Samsun”. Oysa, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için Atatürk, ilk olarak 19 Mayıs tarihinde Samsun’a çıkmıştı.Ne büyük bir tesadüf değil mi? Sabahattin Talu

***

MİNİ YORUM
İlk müebbet

Cumhuriyet’in -artık eski- Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay “İlk müebbetimi gazetemden aldım” diyor. Cumhuriyet’in böyle bir karar verirken ortaya koyduğu “teknik gerekçeler” mi, yoksa okurlarının ondan beklediği “tavır”mı önceliklidir tartışılabilir. Ama ortadaki vaka tamda Balbay’ın söylediği değil mi? Ümraniye Davası, “ucu belirsiz” haliyle insanların mesleklerinde, statülerinde infazlarına “sebep” olmaya devam ediyor...

Yazarın Diğer Yazıları