"Askere leş toplatmam!"
Başarılı Ceza Avukatlarımızdan değerli dostum Ünsal Aktaş’la bir görüşmemizde; anılarımı yazmamı, toplumu bilgilendirmemi ısrarla istedi. Bu dostumu haklı bulmakla beraber, ‘kendimi yazmayı’ hep erteledim. Çünkü insanın kendisinden söz etmesi kadar zor bir konu yoktur. Anlatırken kantarın topunu kaçırdığınız zaman; okuyucu sizi, kendine tapan (narsist) veya kendini ‘önemsetmeye çalışan’ birisi olarak algılayabilir ki, bu da hiç hoş olmaz! Ancak ölümlü dünyada ‘yazmak’ da gerekiyor...
Bu nedenle sevgili okurlarım; affınıza sığınarak, arada bir -kimine göre basit gelebilecek- kendi anılarımdan söz edeceğim. Şimdi olduğu gibi...
Hayatımda Kıbrıs’ın ayrı bir yeri var. Pek çok ilk’i Kıbrıs konulu olaylarla yaşadım. Bir mitinge ilk katılışım Kıbrıs içindir. Küçük bir çocukken, 1957’de Yozgat’ta yapılan Kıbrıs mitingine Sorgun’dan kamyon arkasında (sevgili Salim Taşçı’yla) toz-duman içinde gittik. Saat Kulesi önündeki konuşmalara, Makaryos’un kuklasının yakılışına tanık oldum.
İlk politik konuşmamı, bir başka Kıbrıs mitinginde yaptım.
Yıl 1965... 18 yaşımda İstanbul’da öğrenciyim. Rumlar, Kıbrıs’ı yine karıştırmaya başlayınca Türkiye’de mitingler düzenlendi. Üsküdar Yüksek Tahsil Gençliği Derneği’nin 28 Aralık 1965’de Üsküdar meydanında düzenlediği “Kıbrıs için son sözümüz” mitinginde o büyük kalabalığa seslenen üç konuşmacıdan birisi de bendim.
Yine o yıllarda Ötüken dergisinde yayımlanan ilk makalemin konusu da, yine Kıbrıs idi!
Tuhaftır; Kıbrıs’ı görmek, bana hâlâ nasip olmadı!
Osman Pamukoğlu konulu anıma gelince...
1993 yılı yazıydı. Durağı uçmak olsun, can kardeşim Dilaver Cebeci ile sohbet ediyorduk. Bir ara gazeteleri karıştırırken, ilk sayfalardaki bir haber dikkatimi çekti. Haberin konusu özet olarak şöyleydi: Hakkâri Dağ ve Komando Tugayı, PKK teröristlerine ağır bir darbe vurur. Basın yörededir. Gazeteciler çevreye yayılmış yüzlerce militan ölüsünü topluca görüntülemek ister. Bunun için Tugay Komutanı Tuğgeneral Osman Pamukoğlu’ndan, ‘Militan ölülerinin bir araya toplatılmasını’ rica ederler. Bu istek üzerine Pamukoğlu Paşa: “Ben askere leş toplatmam; siz çekiminizi istediğiniz gibi yapabilirsiniz” der.
Dilaver’le adını ilk kez duyduğumuz bu generali konuşmaya başladık. Gazetecilere böyle diyebilen birinin ‘farklı’ olduğunda anlaştık ve Paşa’nın geleceği üzerine fikir yürüttük. Dilaver, o şair gönlünün coşkunluğuyla -bugün gibi anımsıyorum- “Göreceksin, bu Paşa gelecekte Genelkurmay Başkanı olacak” dedi. Bu söz üzerine “Dilerim olur; ama yapmasalar bile, bu Paşa sıradan birisi değil. Bu ülkede mutlaka kendinden söz ettirecek” dedim.
Aradan yıllar geçti...
Üst kat komşum Kaman Belediyesi eski Başkanı, kitap kurdu Yüksel Çakır kapı önünde elindeki kitabı bana uzatırken heyecanla “Mevlüt Bey ben böyle şey görmedim. Analar neler doğuruyor da bizim haberimiz yok” dedi. Kitaba baktım, adı: “Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok” Yazarı: Osman Pamukoğlu!
Yüksel Bey’i içeri aldım ve Dilaver’le olan anımı aktardım. Sonra da kitabı karıştırırken değerli dostuma “Bu Paşamız ile Türkiye, sadece kahraman bir askerle değil, yaman bir entelektüel ile de karşı karşıya” dedim.
Zaman beni haklı çıkardı. Bu değerli aydınımız çok geçmeden parti kurup, siyasete girdi. Lütfen dikkat ediniz; Sayın Pamukoğlu’nun sözlerindeki on cümlenin sekizi, bir ‘özlü söz’ olarak çerçevelenip duvarlara asılacak değerdedir!
Bir ülke için yaşam kaynağı; yüksek karakterli, donanımlı insan gücünün varlığıdır.
Haftaya buluşmak dileğiyle...