Asker, Siyaset, Vesayet
Alexis de Tocqueville, ‘Amerika’da Demokrasi’ adlı kitabında şunları yazar: “...Eğer akıl size insanlar için yetenekten daha yararlı gözüküyorsa; eğer amacınız etkili erdemler yerine kendi halinde alışkanlıklar yaratmaksa; eğer suç yerine kusur görmek istiyorsanız ve daha az büyük işler bulmayı yeğliyorsanız; eğer başarılı bir toplum içinde etken olmak yerine mutlu bir toplumda yaşamak size yeterliyse;.../... O vakit koşulları eşit kılın ve demokrasi yönetimini kurun”.
Demek ki demokrasi söylemden ibaret bir kavram değil aksine bir felsefe, anlayış, kültür ve idrak sorunudur. Demokrasi bu anlamda siyasetten daha çok toplumsal bir gelişmenin ürünüdür. Toplumsal karşıtlığı olmayan bir siyaset ise gerçekte yoktur. Demokrasi de öyle... Kültürünün olmadığı yerde demokrasiyi kurmak çok zordur. Demokrasi sözcüğü, özüne uygun aile, birey, yapı ve toplum olmadığı sürece söylemde kalmaya mahkumdur. Kısacası demokrasi bir ‘açıl susam açıl’ sorunu değildir. Nitekim Tocqueville, Amerikan demokrasisinin eriştiği özgürlüğün gerçek nedenleri olarak iyi yasalar, dahası alışkanlıklar, gelenekler ve inançları sayar. Bunlar olmazsa özgürlük olmaz der. O, ‘aynı koşullarda başka gelenekler ve başka yasalar bir başka toplum yaratır’ görüşünü ileri sürer.
Türkiye’de asker karşıtlığını demokrasi yandaşlığı olarak algılayanların Tocqueville’den öğrenecekleri çok şey var. Demokrasi TSK’yla uğraşmak değildir. Demokrasi soyut, ipe sapa gelmez iftira ve isnatlara sarılmak hiç değildir. Demokratlığın ölçütünü TSK’ya hakaretle ölçen bir anlayış, gerçekte demokrat değil hasta bir anlayıştır.
Seçilmiş krallar!
Birbiriyle görüşme bir yana birbirlerinin elini dahi sıkmayan liderlerin, birbirleriyle ilgili hiç bir yapıcı eleştiri üretmeyen siyasi partilerin, hakimi mutlak konumdakı liderliğin, muhaliflerini düşman olarak gören siyasi anlayışın, demagoji ve retorikten ibaret siyasetin demokratlığından bahsetmek gülünçtür. Demokrasinin şekil şartlarının varlığı ciddi bir gelişmedir. Ancak demokrasi şekil ve yapıdan çok daha öte bir şeydir. Unutmamak gerekir ki Türkiye’deki demokrasi, bir “tercihli sisteme” dahi tahammül edemeyen demokrasidir.
Liderlerin siyaset üzerindeki vesayeti!
Lenin, 1903’te “Ne yapılmalı?” adındaki küçük kitabında ilk kez demokratik merkeziyet teorisini geliştirdiği zaman, Trotsky aşağı yukarı şu itirazı ileri sürmüştür: Partiyi proletaryanın yerine, ardından Merkez Komiteyi Partinin yerine, en sonra da Parti Genel Sekreterini Merkez Komite yerine geçireceksiniz ve işin sonu proletarya adına, bir tek kişinin mutlak iktidarı olacak. SSCB’de tam da Trotsky’inin öngördüğü süreç yaşanmıştır. Bugün Türkiye’de elbette durum böyle değildir. Ancak buna benzemeye yönelmiş bir siyasi ivme söz konusudur. Sözgelimi Türkiye’de Parti halkın ya da seçmenin yerine, MYK parti yerine, en sonra da Parti lideri MYK yerine koyuluyor. Sonuçta bir tek kişinin ya da oligarşinin demokratik örtü altında iktidarı sürdürülüyor.
Tartışılabilir ama askerin siyaset üzerindeki vesayetinden söz ediliyor. Onca yasa ve yönetmelik değişikliğine karşın askerin siyaset üzerinde etkisi varsa, elbette kaldırılsın. Ancak bu demokratik siyaset için yeterli midir? Liderlerin ülke ve siyaset üzerindeki vesayeti ne olacak? Demokrasiyi önce onu kişisel hırsları için kullanan seçilmiş kralların elinden kurtarmak gerekmiyor mu?