Asil adamlar yola düştü...
Başından beri dostlarla bir araya geldiğimizde hep söylüyordum. Evet, mitingler ülke bütünlüğüne ve Türk kimliğine yapılan saldırıların halka götürülmesi anlamında önemlidir. Meydanlar, demokratik tepkilerin devletluya iletildiği mekânlardır. Meydanlar, milletin gür sedasını gafil kulaklara ve sağduyulu vicdanlara iletmenin aracıdır. Lakin millete içine girdiği girdabın tehlikelerini ifade edecek başka araçları da kullanmak gerekiyordu.
Türklük bildirisi bunlardan biriydi ve ses getirdi. Yazılı ve görsel medyanın etkin olarak kullanılması bunun olmazsa olmazıydı. Fakat, ne yazık ki böylesi “milli” bir hareketin yazılı ve görsel medyada yeterince yer bulması zordu. Çünkü “açılım” muhalifi oluşuma, açıklama ve sivil eylemlere tam anlamıyla medya ambargosu var. Bu, özellikle İlber Ortaylı, Alev Alatlı ve Ümit Özdağ gibi medyanın görmezden gelemediği isimlerin gayretleri ile kısmen aşıldı. Türklük bildirisinin her türlü engellemelere rağmen yarattığı etki ve az önce zikrettiğim isimlerin çok seyredilen televizyon programlarında oynanan oyunu gözler önüne sermeleri, milletin mahmur gözlerini biraz aralamasına yol açtı.
Sadi Somuncuoğlu, Ümit Özdağ, Emine Işınsu ve İskender Öksüz gibi milliyetçi camia için önemli isimlerin önayak olduğu ‘Türklük Bildirisi’ etrafında kümelenen sivil oluşum bir adım daha atarak millete gitme kararı aldı. Artık tepki sadece “bildiri” boyutunda kalmayacak. Türk aydınları memleketin dört bir yanına dağılarak milletin derdi ile hemhâl olacak; onlara yolun sonunu anlatacak. Bence açılım baronlarına karşı atılan en önemli ve akıllıca adım bu olmuştur. Bu adım, ülke kamuoyunda yaratılmak istenen, açılım safsatası üzerinde sanki entelektüel bir “ittifak” varmış görüntüsü ortadan kaldıracaktır.
Bence bu hareket, tam anlamıyla ve belki de Türk demokrasi tarihinde örneği görülmemiş derecede “sivil” bir harekettir. Hiç bir siyasi organizasyondan beslenmeden, talimat veya maaş almadan milli endişelerle ortaya çıkan bir harekettir bu. Ancak böyle bir hareket milleti kendine getirebilir ve onu “derin” uykusundan uyandırabilir.
Akil adamların kafasını karıştırmaya çalıştığı milletin ruhunu aydınlatacak “asil adamlar”dan oluşan bu kutlu kafileye “yolunuz açık olsun” diyorum...
Erol Güngör’ün kaybının en önemli faturası
Erol Güngör’ü kaybedeli tam 30 yıl olmuş. Onun Türk düşüncesi için ne denli önemli bir beyin olduğunu Kenneth Boulding çok güzel ifade etmişti: Altın beyinli adam...
Erol Güngör bu toplumun “sahih” aydınlarının öncüsüydü. 45 yıllık ömrüne sığdırdığı yüzlerce yazı ve onlarca kitap, yetiştirdiği öğrenciler, kurduğu üniversite ve ortaya koyduğu fikirlerle unutulmamayı hak eden münevverlerdendir. Günümüzde tam anlamıyla bir kafa karışıklığı yaşayan/yaşatılan Türk insanının ufkunu açacak entelektüel sayısının azlığı, var olanların ise topluma “inmekte” yaşadıkları sıkıntıları görünce Erol Güngör’ü aramamak mümkün değil. Onun meseleleri izahta kullandığı sade, etkileyici ve aydınlatıcı dile ülkenin dünden daha fazla ihtiyacı olduğu aşikâr.
Milliyetçilik, kimlik, kültür ve dil tartışmalarının kahve köşelerine kadar yayıldığı şu günlerde Erol Güngör’ü tekrar okumak ve okutmak hem merhumu anmak adına, hem de toplumun kafa karışıklığını ortadan kaldırmak adına önemli bir çalışma olacaktır.
Erol Güngör, bugünlerde Milliyetçiliği etnik “sevda” mesabesine indirmeye çalışanlara Milliyetçiliğin bir “medeniyet” davası olduğunu ihtar etmiştir. Merhum, Türk Milliyetçilerini “ırkçılıkla” suçlayarak Türk kimliğine karşı pozisyon alan “beynelmilelci” tiplerin etnik kökenlerine bakmamızı tavsiye ederek, Türk’e düşmanlığın kökeninde “etnik” saplantıların olduğunu işaret etmiş, sanki bugünleri kırk yıl önceden resmetmiştir.
Türk Milliyetçileri on yıl içinde Dündar Taşer, Nihal Atsız ve akabinde Erol Güngör’ü kaybetmekle ciddi bir “fikrî sarsıntı” geçirmiştir. Milliyetçiler, Güngör’ün vefatıyla sadece “altın beyinli adam”ını kaybetmedi, hâlâ çözülmesi gereken pek çok “fikrî” problemini 21. YY’a taşıdı. Bence Erol Güngör’ün kaybının en önemli faturası bu olmuştur.