Artık hedef gösteriliyor
Meğerse eteklerinde ne kadar da çok taş varmış. Denizi doldurup koca bir yarımada inşa edecek kayaları öylesine savuruyorlar ki. Kimin kafasına geleceği umurlarında değil. Kocaman kayaların kayması durumunda altında en yakınlarının kalabilme ihtimalini de düşünmeden, kamyonlarla, gemilerle indiriyorlar taşları. Kulakları çınlasın, İsmet Özel’in tabiriyle, “Taşları yemek yasak” değil artık, ama taşların kafa göz denmeden böylece savrulmasına yeni bir ad koymak lazım. Bana kuyruk acısıyla, evlat acısını hatırlatıyor. İntikamın soğuk servisinden hoşlananların oluşturduğu ittifakın böylesi alçak, böylesi kalleşçe olabileceğini hesaplayamadığı için gafil avlanan, tabiri caizse pusuya düşenlerin de paniklemesi yüreğimi sızlatıyor.
Aslında şok ateşle karşılaşmadılar. Perşembenin gelişi, Çarşambadan belliydi. Taşların birer ikişer atılmasıyla başlamıştı taciz. Roket ve ağır silahların taarruzundan mevzi almaya çalışanların verdiği zayiat had safhaya çıkmış durumda. Dağlarda bile böylesi kalleşçe pusulara alışık olmayan askerin karargâhı, savunma için yeni taktik geliştiremiyor. Öfke mantığın önüne geçince kurmayların inisiyatifi kaybetmesi işten bile değil. Adı çoktan konmuş bu şerefsiz saldırıyı izlerken mevzilerin birer birer düştüğüne tanık olup, “Geri çekilme” emri verecek komutanın vay haline.
Yukarıdaki satırlar, EMASYA Protokolü gereği kriz anında senaryolaştırılan bir harp oyunundan alınmadı. Cephedeki gelişmeleri dürbün ile izleyen gazetecinin izlenimleri. Güvendiği dağlara karın yağdığını görüp kahrolan bir sıradan vatandaşın, kahır notları.... “Komutanım ben niye öldüm?” diye soran şehidin son mektubu da diyebiliriz. Asıl acısı geride kalan gazilerin durumu... Tezkeresini alıp sılasına dönecekler ile, emekli olup kenara çekilecekler için yeniden başlayacak gibi her şey. Yıllardır arayıp bulduğumda aslında olmadığını gördüğüm devlete güvenin hiç de anlamı olmadığını görenler artık sadece hayal kırıklığı yaşamakla kalmıyor. Kapılarının her an çalınıp, götürülme korkusu da yaşıyorlar, çünkü kendilerine sahip çıkan yok... Şer ittifakının kol kola girip gösterdiği hedeflerin ortasındakiler, devletin en tepesinde verilen, “Övünç madalyalarını” denizin dibine atarak kurtulmayı düşünüyorlar. Devletin verdiği görevler yüzünden itham altında kalacaklarını düşünseler, canlarını dişlerine takıp takmayacaklarını birbirlerine sorarken çekip gidecekleri başka bir ülke olmayışının da çaresizliği ile hüzünleriyle baş başa kalıyorlar.
Yarın kimin ismi zikredilecek. Öbür gün sıra kime gelecek beklentilerinin psikolojik baskısıyla intihara yönlendirilen bu insanların güvendiği dağlara çoktan kar yağmış.
Bölücü terör örgütünün internet sitelerinde “Amed muhabiri” sıfatını taşıyan sözde gazeteci, özde kurye olanların basına taşıdığı isimleri gördünüz mü? Yasaların korunmakta öncelikli personel olarak ilan ettiği bu askerler örgütün tetikçilerine hedef olarak gösterildiği gibi, mahkemelerde gizli tanık olmaya zorlananların senaryolu ifadelerine zemin hazırlayacak ve bunun sorumluluğunu kimse üstlenmeyecek. Bir müddet sonra cenazelerine de korkudan kimseler gidemeyecek.
Yazık... Sebep olanlara da göz yumanlara da lanet olsun. Bu kirli ittifaka katılanlar da kahrolsun.
Kuyruk acısı olanlar ile, evlat acısı yaşayanların bu ortamda sağ duyulu davranmaları mümkün olmadığına göre, önümüzdeki günlerde medya meydan savaşlarındaki tablo daha da kararacak. Bakalım beklenen bu kaos ortamından kim kârlı çıkacak?