Arda Uskan’ın suçu ne!
Salyalı adamların aklı iki karış havada kızların ırzına geçtiği fotoromanlarla ünlenen Arda Uskan,
“tecavüz adası”nın deşifre olmasına bu denli öfkelendiğine göre, pişirdiği aşa su kattık galiba...
Van’da ”aşiret ağası“ kontenjanından ”araziye uyumlu“ jipler tahsis edilseydi mesela altımıza; hayallerinde de olsa bir kaç günlüğüne ”kapatma adayı“ olarak ağırlasalardı içimizden birini göle sıfır hanlarında, hamamlarında... Yahut bir ”gizli aşk bu söyleyemem derdimi hiç kimseye“ kaçamağına vesile yapsaydık Akdamar skandalını... Hatta şimdi gazetecilikte moda ya ”empati“; gitseydik, tebdili kıyafet; düşlerini o adanın kimbilir hangi kuytusunda bırakan bir genç kız olsaydık, yeniden yaşasaydık-yaşatsaydık ”tarihin o çirkef günleri“ni...
Biliyorduk oluk oluk sunduğumuz onca malzeme, -çektiği üç yüz fotoromanın omurgası ayarında olduğu için belki- vakayi adiyeden sayılacaktı Arda Uskan’ın gözünde...
Hiç bu tufaya düşecek göz var mı bizde?
Madem yeni bir ”senaryo“ sürülüyor piyasaya, madem bir ”başrol“ kapma yarışı var sektörde?
”Neden olmasın?“ dedik... Hep güzellik yarışmalarında gözüne kestirdiği kızlara vuracak değil ya bu ”şöhret“ piyangosu... Bir kere de biz kapağı atalım Uskan’ın setine!
* * *
Bir hevestir girdik bu işe ya, meğer böyle filmlerde-fırıldaklarda adet, düşük kaşlı saftirik oğlanın ”tecavüz“ gerçekleştikten sonra ”nayırrr“ feryadıyla dahil olmasıymış olaya...
Ne bilelim... ”Mahallenin dellikanlısı“ olacaksınız dendi ya bize de bir kere;
Entrika müziği çalmaya başlayınca fonda, ağzı salyalı saldırganların gölgeleri düşünce toprağımıza, değerlerimize tecavüz ettirmemek için attık kendimizi ortaya;
”Heeeeyyyt!“
”Tecavüz adasında Ermeni ayini“ manşeti var ya, işte o ”heyyyt“ çığlığıydı Yeniçağ’ın... O iğrenç senaryonun yönetmeninin ”motoooorrrr“ demesine mani oldu...
* * *
Arda Uskan’ın, hele bir de ”ötekiler“in istavroz çıkaran manşetlerini de gördükten sonra filmin devam kadrosunu soranlara ”Yeniçağ hariç“ demesi bundan:
”Onlar, ayinin yapılacağı sabah şu manşetle çıktılar; “Tecavüz adasında Ermeni ayini...” İçimden “insaf” demekten öte çok şeyler geçiyor ama kendimi tutuyorum. Yeniçağcılar her ne kadar bu müthiş manşetleriyle gurur duysalar da bana göre bu beş kelimelik cümle, tek kelimeyle ilkellik. Sonra bu nasıl bir nefrettir ki, kışkırtıcı ve hedef gösterici olacağı malum bir başlığı bu kadar uluorta koyarlar?
Ne demeye getiriyor gazete; “Ey Milliyetçiler gidin, basın Akdamar adasını, ırkımızın düşmanı tecavüzcü Ermeni’lerin kafalarını kırın!”
Manşetin ardından da olaya şöyle açıklık getiriyorlar; “İşgal yıllarında bölgedeki Müslüman kadınları Akdamar’a kaçırıp namuslarına leke süren Ermeni çetecilerin torunları bugün sözde ibadet için Akdamar’a geliyor.”
Yani gelenler, Ermeni çetecilerin, tecavüzcülerin torunlarıymış! Yeniçağ bunu hemen anlamış. Belki Ermeni yetkililer, buraya gelecekler arasında bir eleme yapmışlar ve kim bize tecavüz ettiyse onların akrabalarını seçip yollamışlardır. Belki kalanımıza da tasallut edeceklerdir! Belki de gazete bizi uyarıyordur, yeni bir tecavüz dalgasına kurban gitmeyelim diye....
* * *
Belki aynı anda 500 salonda birden gösterime filan giremeyecek ama kestiğimiz rolle gurur duymuyoruz dersek yalan olur...
Bir kere yıllardır yemeyip-içmeyip didindiğimiz hayalimiz gerçek oldu; Arda Uskan’ın setinden değilse de köşesinden geçti yolumuz; şöhretle tanıştık! Başımıza da kuş kondu görüyor musunuz; saksağan!
Yetmez mi!
Bütün planımız tıkır tıkır işledi işte;
Yeniçağ’ın bugüne değin attığı binbir manşet tokatının bir tanesinin bile acısını hissetmeyen Uskan, konu uçkura bağlandığı vakit “tecavüz adası”nı bir bakışta tanıyor
olmalı ki, adrese teslim paket gibi düştü kucağımıza...
Da... Küçük bir sorunumuz var galiba...
Biz o manşeti atarken kimseye “sakın ha adaya gitmeyin tecavüz ederler haa” demeyi aklımızın ucundan geçirmemiştik ama; madem Uskan, bu ara kasap önündeki kediler gibi dolanıyor Akdamar açıklarında...
O zaman yeridir; Aman ha!.. Belli mi olur, sizi “esas kız” sanan bir Coşkun da salmış olabilir piyasaya...
Ha bu arada, aman çekim saatine dikkat et hoca... Alacakaranlığa denk gelir, at yelesi gibi saçların yanıltır, kazara “mağdure hanımın şafak düşleri”nin başrolünde buluverirsin kendini...
Ama öyle bile olsa gamlanma!
Bütün zamanların en “gerçekçi” tecavüz sahnelerini çevirebileceğin bir mekan, bir bakışta tüm zamanların en inandırıcı “tecavüzcü” rolünü oynatabileceğin geniş bir kadro, eee başına gelirse diye bir de film adı kaldı bizden sana:
“Arda Uskan’ın suçu ne!”
Gişede hak ettiğiniz vefayı göstermek de, siz ve entel-dantel klanınızca yontulmuş ve toplumu sapıklık eğilimine dürten her işi sanat sanan nesillere kalmış artık!
+++++
Bu ayıp da hepimize yeter!
Beş dakikada sadece üç yüz saniye var! Hani size çok uzun gelen, say say bitmeyen süre alt tarafı üç yüz saniyelik bir şey... Peki; altmış üç milyon yetmiş iki bin saniyeyi sayabilir misiniz? Tek tek... Bıkmadan, usanmadan, yılmadan, pes etmeden! Tam iki yıl... Ya da yirmi dört ay... Veya yedi yüz otuz gün... On yedi bin beş yüz yirmi saat... Bir milyon elli bir bin iki yüz dakika sürer; altmış üç milyon yetmiş iki bin saniyeyi saymak! Normal, sağlıklı bir insan asla bu kadar süre “saniye” saymaz!Fakat bir adam var ki ülkemizde... Hem normal, hem sağlıklı, hem de gayet aklı başında olmasına rağmen, tam iki yıldır saniye sayıyor! Siz iki yılda en az yirmi dört kez berbere gittiniz, en az iki bin yüz doksan öğün yemek yediniz... Yakınlarınızı kaybettiniz... Yüzlerce kez seviştiniz, öpüştünüz, koklaştınız, kavga ettiniz sevdiğinizle... Milyonlarca kez güldünüz, üzüldünüz, kızdınız... Onlarca kez ağladınız. Bebekleriniz oldu, diş çıkarmaya, yürümeye ve hatta koşmaya başladılar... Terfi ettiniz, ikramiye aldınız... Yeni bir okula girdiniz veya mezun oldunuz, defalarca tatile çıktınız... Yağan yağmuru, serpiştiren karı, yakan güneşi, bunaltan nemi hissettiniz... Dindarsanız; tam yüz dört cuma, üç bin altı yüz elli de vakit namazını eda ettiniz... Kaza yaptınız, yaptığınız kazayı bile unuttunuz! Ve hatta iki yıl önce ayrıldığınız sevgilinizin yüzü dahi silindi belleğinizden... Bu iki yılda en az beş milyon metre yürüdünüz; bakkala, tuvalete, işe, eve giderken...
* * *
O adam bunların hiçbirini yapamadı... Sadece saniyeleri saydı... Çünkü o adam; bugün itibarıyla tam iki yıldır tutuklu!
Adı, Tuncay Özkan... Suçu; muhalif olmak! Sakın iddianamedeki suçlamaları saymayın bana; küfrederim! Çünkü hukukun ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temel kuralıdır, herkes; hakkında mahkeme tarafından karar verileceği ana kadar masumdur! ...hiçbir hukuk devletinde, hiçbir “sanık”, altmış üç milyon yetmiş iki bin saniye boyunca özgürlüğünden mahrum bırakılamaz... Bu ayıp bize yeter!
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
Sarrazin’den farkları yok
Almanya kendini yok ediyor adlı kitabıyla Türk ve Müslüman göçmenleri aşağılayan Thilo Sarrazin hafta sonu tatili için İstanbul’a gelmiş.. Yemiş içmiş, gezmiş tozmuş, hoşça vakit geçirmiş.. Aşağıladığı Türklerin içinde mutlu olmuş.. Almanlar da bu duruma çok şaşırmış.. Onlar şaşırabilir ama bizim için şaşırtıcı bir durum değil.. Yadırgamadım.. Biz bu duruma alışığız..
Nasıl mı?
Bizim ’liberal demokratlar’a bakın.. Faşistlerin (!) yaşadığı semtlerden çıkmazlar, statükocu, askerci, darbeci diye suçladıkları insanların yanından ayrılmazlar.. Onların gittikleri mekânlara bayılırlar.. Sarrazin’den ne farkları var!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
+++++
Kimse kızmasın baskıyı yazdım
Yazdıklarına bakılırsa Bekir Coşkun’un kovulmasına hayli içerlemiş Hasan Cemal... Hani neredeyse; bir süredir zaten askıya aldığı “abi”likten istifa edip “kimse kızmasın...” mealinde yeni bir eser kazandıracak fikir alemine: “Erdoğan kızmasın ama sansürü yazdım...”
Ama öyle bile olsa “dönüş”lerinin bir numaralı gerekçesi olan “özeleştiri” müessesesini devre dışı bırakabilir mi Cemal? “Şimdi biraz da gazeteci milleti olarak kendimize dönelim” demesinden belli, bırakamaz. Nitekim, “Eğer biz gazeteci milleti, kendi mesleğimizin temel ilkelerini patronlarımıza karşı savunur hale gelemezsek, medya sahiplerinin de, iktidar sahiplerinin de üzerimizdeki ’gölgesi’ bundan sonra da hiç eksik olmayacak” diyerek ufaktan bir girizgahı da var dünkü yazısında...
Yeter mi peki? Basının üzerindeki gölgeyi “yazdırmama, kısıtlama, yasaklama” gibi algılatan anlayışa ek olarak, ya alabildiğine yazanlar, köşeleri kapanmayanlar diye sormazlar mı adama?
İfade ve elbette basın özgürlüğü sadece “yazamadıklarımız”la ilgili bir şey midir?
Siyasi iktidar, asker, büyük sermaye, uluslararası sistem “rahatsız” olmasın ve bizi “çarkın” dışına itmesin diye yazamadığımızda, kendimizi özgürce ifade edememiş, baskıya maruz kalmış, engellenmiş oluyoruz da... Siyasi iktidar, asker, büyük sermaye, uluslararası sistemin madden yahut manen sponsor olduğu “anlayış”ı pazarladığımızda köşemizden, onların teşvik ve telkinleriyle ve sırf “çark”ın içinde kalabilmek uğruna yazdıklarımızl, ifade özgürlüğünün anıtsal örnekleri mi oluyoruz yani Türk basınında...
Muhalif, sütunu, ekranı karartılmak suretiyle, işsiz bırakılarak “gazetecilik” yapamaz hale geliyor da, “güç yardakçısı” makbuz karşılığı yazdığı Türk görüşü karşıtı yazılarla zenginleştiğinde “gazeteci” mi kalıyor yani!
Madem “Neyin ne olduğunu ortaya çıkarmak biraz deneyimle çok güç olmaz” diyorsun, öyleyse buyur yine, yeniden bir de madalyonun bu yüzündeki kendini yaz Hasan Cemal; söz hiç birimiz kızmayacağız...
+++++
Manşet hapsi kafi mi
“Yaptım” dediklerini yapmışsa, bu “darbelerle hesaplaşmacı, karanlıkları aydınlatmacı, askerin kirli çamaşırlarını siyasallaşan hukukta çitileye çitileye yıkamacı, tarihimizle yüzleşmeci...” AKP iktidarının, özel yetkili savcılarının yapması gereken belli... Hani 5 bin yıllık yeraltı örgütleri hakkında bile iddianame hazırlıyorlar ya, şimdi 50 yıllık “organizasyon”un mu defterini düremeyecekler! Olmayan darbelerin namzet darbecileri için müebbetler isteyen savcılarımız nasıl bir ceza ister kendi bilecekleri iş... Anlamadığım “Ben yapmadııımm” diye feryat figan eden nice askeri “katil, darbeci, halk düşmanı!” diye yaftalayan ve tutuklatmak için ellerinden geleni ardına koymayan medya savcıları, Yirmibeşoğlu “Ben yaptııımmmm” dedikçe neden onu sade ve sadece manşet hapsinde tutmakla yetiniyorlar...
+++++
Kalem müteahhitleri gibi olsaydın ya
Etiği metiği, ahlakı mahlakı unutsaydın Bekir Abi... Cukka peşine düşseydin ihale koridorlarında, yalılara yüzseydin mürekkep hokkalarınla!..
Bertaraf olacağına taraf olsaydın ya; gericilikten, vurgunculuktan, takıyyeden yana!..
Tepkisiz kalsaydın, dik tuttuğun kalemine müdahale edilirken...
Arap atı gibi asil durmak neyine ki?.. Neyine, aslanın kediye boğdurulduğu bir dünyada terbiyeci olmak!..
Yiğitlik yapacağına, saçlarına jöle sürüp topaç çevirseydin televizyon ekranında...
Ağzından salyalar saçarken yağ sıçratsaydın köleliğin beyazcamına!..
Patronun uşağı, iktidarın tetikçisi olsaydın da, gelmeseydi bunlar başına...
Sana mı kalmıştı ödlekler kalesini fethettiğini sanan zavallılara inanmak?..
Sana mı kalmıştı Bekir Abi, taşların bağlanıp köpeklerin salıverildiği bir mahallede fedailik yapmak!..
Sorarım sana; kaldı mı ki,
zaptedilmemiş kale, girilmemiş tersane, satılmamış köy!..
Kaldı mı söyle Bekir Abi, kaldı mı?..
* Mehmet Faraç / Cumhuriyet
+++++
Muhtıracıyı ödüllendiren Başbakan meşru mu?
Eğer 27 Nisan Muhtırası’na destek çıkan bir köşe yazarı, “yazarlık meşruiyeti”ni yitirmiş oluyor ise... O “Muhtıra”yı kaleme alan General’e madalya takan ve General’in altına süper lüks otomobil çeken Başbakan’ın durumu ne olur? Bir Başbakan, kendisine muhtıra veren bir General’den hesap soramıyorsa... Kendisine muhtıra veren bir General’e madalya takıyorsa... Kendisine muhtıra veren bir General’in altına pahalı araba çekiyorsa... Ve o Başbakan, “demokrasi kahramanı” olabiliyorsa... 27 Nisan Muhtırası’na destek çıktığı iddia edilen köşe yazarı, neden meşruiyetini yitirmiş olsun ki?
* Ahmet Hakan / Hürriyet
+++++
MİNİ YORUM
Mezalim anıtı için kampanya
“Tecavüz adası”na dönmüşken, Ali Yüksel adlı okurumuzun “Ermeni milletine karşı bir kinimiz olmamakla beraber” diye başlayan mesajını paylaşmakta fayda var: “Öldürdükleri Müslüman Türkler’in tazminatını ödemeleri ve özür dilemeleri gerekirken, dünya Ermenileri ve bizdeki gizli Ermeniler son gelişmelerle beraber, bu bölgeyi, sadece burayı da değil, Erzincanı Sivas’ı dahil kendi bölgeleri görüyor. sivasvadi.org sitemiz ve İstanbulvadi gazetemizde kampanya başlattık; biz de bir gün “Mezalim Anıtı”nı dikeceğiz...”