Arapça ikinci resmî dil mi oluyor?

Arapça ikinci resmî dil mi oluyor?

Türkiye, Cumhuriyet’in 100. yılına girmek üzere. Ancak devletin ve yerel yönetimlerin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi. Hiçbir hareketlilik yok. Lozan Antlaşması’nın 100. yıldönümü de böyle geçti. Devletimizin bütün dünyada tanınmasını sağlayan Antlaşma, bir iki resmî mesaj ve sosyal medyada kutlayanlarla öylece geçip gitti.

Peki, bugünkü sessizlik niçin? Hâlbuki iktidar hep cumhuriyetin, “Retçi, asimilasyoncu ve inkârcı olduğunu” söylüyordu. Yakın zamanlara kadar cumhuriyetle kavga ediyordu. “Tek bir etnisite, üzerinden kurulan Türkiye’nin sadece Türklerin olmadığı” mütemadiyen tekrar ediliyordu.

İşte bu kavga yerini sessizliğe bıraktı. Ancak taktik bir değişiklik. Yani stratejide bir fark görünmüyor.

Yok edilen devlet

Öncelikle Osmanlı devletini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar yıkmadı. Bu böyle biline. Cumhuriyetin kurucu kadrosuna bunun üzerinden düşmanlık hakikate ihanettir.

1918’de Devletin başkenti işgal edilmiştir. Egemenliğin temsilcisi padişah esirdir. Meclis işgal kuvvetlerince basılıp kapatılmıştır. Meclisin bazı vekilleri, esir edilerek yargılanmak üzere başka devletlere götürülmüştür. Bütün bunlara birlikte bakıldığında, Osmanlı artık yok hükmünde bir devlettir. Ancak, “Osmanlı İmparatorluğunun müessis ve sahibi hakikisi olan Türk milleti (TBMM 307 Sayılı Kararı, 30 Ekim 1922)” egemenliğine derhal sahip çıkmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranların ilk işi bir teşkilât kanunu çıkarmak olmuştur. 20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddesi, “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” der. Bununla egemenlik tekrar temsil edilir hâle getirilmiştir.

Birinci Meclis, bir yandan savaşırken diğer yandan devleti ayağa kaldırmaktadır. Devlet konusuna bakışı ve yaptıkları için 30 Ekim ve 1-2 Kasım 1922 tarihli, 307 ve 308 sayılı Meclis kararlarına bakılmalı ve dikkatle incelenmelidir.

307 Sayılı Karar’da Birinci Meclis, “Osmanlı İmparatorluğunun münkariz [yıkılmış] olduğuna … Padişahlığın madum [yok olan] ve tarihe müntakil bulunduğuna (30 Ekim 1922) der.

308 sayılı Karar’da da Teşkilât-ı Esasiye Kanunu işaret edilmiş,“o zamandan beri eski Osmanlı İmparatorluğu tarihe intikal edip yerine yeni ve millî bir Türkiye Devleti … kaim olmuştur. (1-2 Kasım 1922) diyerek Türkiye Devleti’nin kuruluşu bir kez daha hatırlatılmıştır.

Cumhuriyet’in ilanı devletin yönetim şekliyle ilgilidir. 29 Ekim 1923 günü yönetimi seçmek için Türk halkına görev verilmiştir.

Kavga edilecekse 1921 Anayasası diye de bilinen yasayla kavga edilmelidir(!) Kavga edilecek tarih de 20 Ocak’tır. Gerçek olan budur. Ancak bugünkü kavga Cumhuriyetle değil, Türk devletinin kimliğiyle yapılmakta ve yapılıyor. Yapılıyor, yani devam ediyor.

Devam eden mücâdele

Türk kimliğini sadece iktidar gücüyle yıkamayacağını anlayan güç sahipleri (içeriden ve dışarıdan) araçları farklılaştırdılar. Yeni araçlarından birisi de başını Suriyelilerin çektiği sığınmacı ve yabancı kaçaklar. 2011’den beri serbestçe Türkiye’ye girdiler.

Geçtiğimiz günlerde Göç İdaresi, sonradan sehven oldu dese de, sayılarının Türkiye’nin %20’sine ulaştığını açıkladı. Yaklaşık 17 milyon kişiye baktığımızı öğrendik. Bedava sağlık, vergi vermeden işyeri açma ve çalışma neler neler… Türk milleti çalışıyor, onlara bakıyor, onlar da nüfuslarını artırıyor. Sonunda da Türk vatanına ve devletine ortaklık talep edecek nüfus yapısına ulaşacaklar.

Millî Eğitim Bakanlığı da sığınmacılar için anayasada çerçevesi çizilmiş tek ve Türkçe ana dilli millî eğitim yapımızı bozdu. Suriyeli sığınmacı çocuklarını okullarımızda eğitime aldılar. Arapça fiilî olarak âdeta ikinci dil oldu. Yurt dışı fonların ücretini ödediği iddia edilen ve verileri Türk Milletiyle asla paylaşılmayan Suriyeli kişilerle, okullardaki Suriyeli öğrencilerin sisteme uyumunu kontrol ettiklerine dair bilgiler geliyor.

Bunun doğruluğuna ilişkin bir gösterge de sosyal medya üzerinden geldi. Uzmanlık sınavı için öğretmenlere verilen derslerden alınmış 49 saniyelik bir kısa videoydu. Malum, MEB’in bu eğitimleri internet üzerinden verildi. Videoda devletin yapısıyla ilgili cümleler vardı. Ayrıca MEB’in, öğretmenleri uzmanlık sınavına hazırlarken verdiği eğitimin notlarında da ilginç bilgiler var. Eğitimde Kapsayıcılık (Modül 5) ders notlarına bakılınca sadece ikinci dil değil çok daha fazlası olduğu görünüyor.

Çok kültürlü millî eğitim

Garip bir başlık değil mi? Ama ders notunda Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline kasteden cümleler görünüyor.

Bu notları hazırlayanlar kapsayıcı eğitim bir anlayıştır diyorlar. Bu doğru bir cümle. Ancak notları incelediğimizde, farklı bir anlayışa evrildiği görünüyor.

Ders modülü, “Kapsayıcı eğitim anlayışı sınıftaki tüm öğrencilerin öğretmeni olmak ile ilgilidir” diyor. Peki, sınıftaki öğrenciler kim? Öğrencilerin içinde “Romanlar, çatışma ortamındaki çocuklar ve gençlere ek olarak ana dili Türkçe olmayan çocuklar ve uluslararası göçmenler” de varmış. Türk hukukunda göçmen tanımı çok açıkken bilinçli olarak yabancı göçmenler, uluslararası göçmenler, kaçak göçmenler gibi örtülü kavramlar kullanılıyor. Bununla da Türk hukukundaki göçmenlik tanımının dışına çıkılıyor.

‘Kapsayıcı pedagoji’de de ilginç ayrıntılar var.

Çok kültürlü eğitim için ‘Etnik merkezden uzak, farklılıklara saygı gösteren’, Kültürler Arası Eğitim için Farklı kültürleri anlamaya çalışan ve saygı duyan’, Kültürel Değerlere Duyarlı Eğitim için ‘Sosyal entegrasyon kapsamında, bütünleşme bilincine dayalı bir anlayıştan bahsediyor.

Dayandıkları uluslararası belgelerden birincisi BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. Ancak belge zaten sözleşmeyi imzalayan ülkelerin vatandaşlarına yönelik hazırlanmış. Dolayısıyla vatandaşlık hukuku içinde değerlendirilmelidir. Fakat bu ders notunu hazırlayanlar bunu hiç göz önüne almadan sınava girecek öğretmenlere göçmen ve mülteci kavramı üzerinden ders anlatmaktadır.

Yasalarımızda mülteci ve göçmen tanımları farklıdır. Bu tanımlara çoğunluğu Suriye’den gelenler için yapılan bir tanım daha girmiştir. Suriyeli sığınmacılar Geçici Koruma altındadırlar. Dolayısıyla vatandaşımız değildirler.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dili Türkçe’dir. Vatandaş olan herkes Türk’tür. Çok kültürcülük birliğimize saldırıdır. Suriyeli sığınmacılar ve kaçaklar kalıcılaştırılamaz. Türkçe’nin yanına bir de Arapça eklenemez. Bununla millî eğitimimizin millîlik vasfı ortadan kaldırılmaktadır. Bu egemenliğimize ortak kabul etmekle eş anlamlıdır.

Cumhuriyetimizin 100. yılındaki sessizliğin arkasında çok şeyler olmaktadır. Görülen, “Menzil” yolculuğu her alanda devam etmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları