Arada “nefret” kadar fark var
Son dakika!.. “Beşinci Murat”ın kitabı çıktı sayın seyirciler; “topuz”unun değil “balyoz”un darbesi anlattığı!
Nasıl mı olur?
TRT spikeri, duruşmada V. Murat Tulga hakkındaki iddiaları okurken, açılımı “Veli” olan “V”yi “Beşinci” diye okur ve mahkeme kayıtlarına da bu şekilde geçerse, bal gibi olur!
***
Keşke, Balyoz davasında 16 yıl hapse mahkum edilen, sonra da Yargıtay kararıyla, 32 aylık tutukluluktan sonra “pardon” denilerek tahliyesine karar verilen V. Murat Tulga’nın başına gelen tek trajikomedi “adının azizliği” olsaydı. Onunki -kısa süre önce piyasa çıkan ’27 Mayıs’tan Balyoz’a kitabının kapağına da not düşüğü gibi- “babadan oğula bir mağduriyet hikayesi”. Babası Ahmet Muazzez Tulga 27 Mayıs’tan sonra emekli edilen subaylardan biri. Murat Tulga kitabında kısaca şöyle özetliyor, babasıyla aralarındaki benzerliği:
“Subaylığa gönül vermiş bir baba ve oğlu.
İkisi de kurmay olmayı seçmişler.
Her ikisinin de son görev yerleri Genelkurmay Karargâhı Harekat Başkanlığı.
Ve her ikisi de Yüksek Askeri Şuraya girmeden hemen önce tasfiye ediliyorlar. Baba 45, oğul ise 49 yaşında.”
***
“Darbe mağduru babanın darbecilikle suçlanan oğlu”, Yassıada ile Silivri’yi karşılaştırıyor kitabın devamında.
Vardığı sonuçlar şöyle:
- Yassıada da “hedef alınan bir grubun topluca yargılandığı siyasi gösteri davası”ydı; Silivri de öyle...
- Yassıada’da da “yargılamalar öncesi iktidar tarafından yargı üzerinde siyasi baskı yapılmıştı” ; Silivri’de de...
Milli Birlik Komitesi ekibinden İrfan Solmazer, Yassıada duruşmalarının başlamasına bir ay kala, 23 Eylül 1960’da yayınlanan “Af Allah’a mahsustur. Biz affetmeyeceğiz” açıklamasıyla nasıl sanıkları yargılanmadan “suçlu” ilan ettiyse, Egemen Bağış da Olimpiyat Stadı’ndaki U2 konserinden sonra yaptığı “U2 izlediğimiz statta Balyoz’da yapılacakları anımsadım, ürperdim... Stadyumlar idam sahaları olacaktı” açıklamasıyla, sanıkları “duygu sömürüsü” silahıyla “yargısız infaz” etti.
- Yassıada da “yargılamaların halkın gözünden kaçırılması için oluşturulan bir özel yargılama alanı” ydı; Silivri de öyle...
- Yassıada’da da “mahkemelerin meşruluğu tartışılmış, doğal hakim ilkesi çiğnenmişti” ; Silivri’de de öyle...
Yassıada’da milletvekilleri ve cumhurbaşkanı, Yüce Divan yerine üyelerini MBK’nin atadığı özel mahkemede, Silivri’de de kuvvet komutanları Yüce Divan yerine, birinci derecede askeri hakimler Yargıtay yerine, diğer subaylar da yine askeri mahkemeler yerine özel yetkili mahkemede yargılandı.
- Yassıada’da da “sanıklar sansasyonel iddialarla savunmaya zorlandı” ; Silivri’de de öyle...
Yassıada’da Adnan Menderes ve Celal Bayar Yüksek Adalet Divanı’nı yetkisiz ilan edebilseydi belki de yargılama başlamadan bitecek ve tarihe skandal olarak geçecekti. Fakat “Bebek” ve “Köpek” davaları gibi haklarındaki “adi” iddiaları yanıtlama ve “aklanma” arzusuyla bir defa muhakemeyi kabul etmiş bulunduktan sonra geri dönemediler. Tıpkı, haklarında, kendilerini hukuken savunmaya zorlamak için oluşturulduğunu düşündükleri yanlışlıkları düzeltebilmek için -özde reddettikleri- mahkemeyi muhatap alma hatasına düşen Balyoz sanıkları gibi...
- Yassıada’da da “medyanın sanıkların peşinen suçlu lan edilmesi için kullanılması, masumiyet karinesinin ihlali ve peşin hükümlülük algısının yaratılması” söz konusuydu; Silivri’de de öyle...
Yassıada yargılamaları sırasında “Buzhanelerden cesetler çıktı”, “Şehit öğrenciler makinelerle kıyıldı” manşetleri atılırken, Balyoz yargılaması sırasında da “Fatih camii bombalanacaktı”, “İki yüz bin kişi tutuklanacaktı”, “Kendi jetimizi düşürecektik” manşetleri atıldı.
- Yassıada’da da “maddi gerçeğin açığa çıkarılmasına yönelik etkin soruşturma yapılmadı”, “Ceza Hukukunun temeli olan suç ve cezanın yasallığı ilkesi yok sayıldı”, “sanıklar lehine deliller toplanmadı”, “kopyala-yapıştır iddianameler vardı”, “ispat yükümlülüğü tersine çevrildi”, “silahların eşitliği ilkesi uygulanmadı”, “mantık hataları sorgulanmadı” ; Silivri’de de öyle...
- Yassıada’da da “soruşturma savcılarının ve duruşmayı yürüten hakimlerin yetersizliği gündemdeydi” ; Silivri’de de öyle...
- Yassıada’da da “mahkeme heyeti savunmayı susturdu, avukatlara, sanıklara, ailelerine izleyicilerine bakı yaptı”, Silivri’de de
öyle...
Yassıada’da avukatlardan Hüsamettin Cindoruk tutuklandı, Silivri’de İstanbul Barosu yargılandı... Yassıada’da Samet Ağaoğlu’nun eşi Neriman Ağaoğlu ifade verdi, Silivri’de Engin Alan’ın eşi Nevin Alan hakkında dava açıldı.
- Yassıada’da da “bilirkişi atanması, tanıkların dinlenilmemesi, delillerin tartışılması safhasının atlanması gibi hukuk hatalarında ısrar edildi” ; Silivri’de de öyle...
- Yassıada’da da “suçun şahsiliği ilkesi göz ardı edilerek toplu cezalandırmaya gidildi, karar kamu vicdanını yaraladı” ; Silivri’de de öyle...
***
Tulga sayısız örnekle kanıtladığı benzerlikleri sıraladıktan sonra “daha ne olsun” sorusuyla bitiyor kitabını.
Bu soruya cevaben, yine kitabın içine atıfla daha farklı bitirmek istiyorum ben.
MBK üyesi Kur. Bnb. Orhan Erkanlı Yassıada’daki mahkeme salonunu tasvir ederken “Gelenler ve salonda bekleyenler; sanığı, yargıcı, dinleyicisi, hısmı, akrabası, hülasa bütün insanlar birbirlerine meraklı gözlerle bakıyor sessizce konuşuyorlardı. Bu bakışlarda; acıma, sevgi, pişmanlık, ümit, cesaret, korku ve her türlü insani duygular okunuyor, fakat asla kimse de kin ve intikam belirtileri müşahade edilmiyordu...” diyor.
Yassıada’nın Silivri’den yahut Silivri’nin Yassıada’dan en belirgin farkı da tam bu noktada ortaya çıkıyor. Yassıada’dan farklı olarak giden herkes “nefret”i gördü Silivri’de!