Ar damarı gazetecinin neresinde
Medyada yandaşlık uğruna en basit etik kurallar bile artık izansızca çiğneniyor. İnsanın “hazineden geçinen liberal gazeteci” olmakla böbürlenebilmesi için de tam olarak böyle bir ortam gerekiyor
İki soru:
1) Gazeteci kendi köşesinden bazı gazetecilere pespaye küfürler edebilir mi?
2) Gazeteci köşesini devamlı Hükümet sözcülüğüne ayırabilir mi?
Zerre kadar aklı ve vicdanı olan için sorunun cevabı tabii ki hayır!
Ancak, gelin görün ki, yandaşlık uğruna en basit etik kurallar bile artık izansızca çiğneniyor.
* * *
1) Engin Ardıç dünkü Sabah köşesinde aynen şunları yazabiliyor:
“... Aydın (Doğan) Bey, sekiz yıldır körü körüne çok sert, hatta ’vahşi’muhalefet yaptı. Kimi adamları ruhlarının ’puşt’ eğiliminden, kimi adamları da ’solculuk falan ettiklerini’ sanarak bu vahşi muhalefete destek verdiler...”
Pespaye gazetelerde küfürleşme tabiidir, hatta gazete tiraj kazanmak için sövmeyi hüner sayar. Ancak, Türkiye’nin en önemli ve ciddi gazetelerinden biri olan Sabah’ta bir gazetecinin diğer meslektaşlarına “puşt” diyerek hakaret etmesine ve gazetenin bu hakareti yayınlamasına ilk defa şahit oluyorum. Şoke oldum.
Engin Ardıç Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) ait iken bu gazetede çalışmaya, kamunun kaynakları kullanılarak kendisine ödenen transfer parası ile başladı. Ardıç şöyle de yazıyor:
“Elinizde tuttuğunuz şu liberal gazete basının yeni ’amiral gemisidir’ artık!”
Hazineden geçinen liberal gazeteci!
(“Fonun malları Devlet malı hükmündedir” - tmsf.org.tr)
* * *
2) Engin Ardıç aynı makalesinde “bürokrasinin sözcülüğü”nü başka bir gazetenin yaptığını iddia ediyor ama aynı gazetede yazan Nazlı Ilıcak onunla aynı fikirde değil.
Nazlı Ilıcak son günlerde ısrarla Adalet Bakanı’nın basın sözcüsü gibi davranıyor.
Ya yeni Anayasa’da 12 Eylül faşizminin ruhunu devam ettiren Adalet Bakanı’nın ve Müsteşarı’nın HSYK’da yer almasını bıkmadan ve usanmadan savunuyor ya da Hanefi Avcı’nın iddiasına göre ihbar dilekçesi hakkında 9 ay hiçbir şey yapmayan Adalet Bakanı’nın bu “görev ihmali” ni unutturmak için Avcı hakkında dedikodular yayıyor. Her ikisinde de kullanılan bilgilerin Nazlı Ilıcak’ın bilgi dağarcığından olmadığı aşikâr. Belli ki, bilgiler eline servis ediliyor.
Ilıcak, her nedense Bakan sözcülüğüne kendisini o kadar kaptırdı ki, yazdığı son 11 yazının 6’sında (7, 8, 11, 13, 15, 16 Ekim tarihli yazıları) ya Adalet Bakanı savunusu, ya da özel iddialar ile Hanefi Avcı saldırısı var.
Son yazısında ise Avrupa’da HSYK’nın nasıl seçildiğine dair örnekler veriyor. Bakanı böyle savunuyor. Konu Adalet Bakanı’nın 12 Eylül faşizminin bir devamı olarak HYSK Başkanı olarak kalması ama o eline tutuşturulan bilgilerden bambaşka bir örnek veriyor!
Ben diyorum yandı gitti canım keten helvası, o diyor yiyelim tahin helvası!
Adalet Bakanı’nın da kabul ettiği gibi (Bkz: Nazlı Ilıcak-Sabah-13 Ekim 2010) Avrupa’da Adalet Bakanı’nın HSYK’ya başkanlık yaptığı ve böylesine geniş yetkilere sahip olduğu başka bir ülke yok. Avrupa’da hiçbir ülkede hem bakan hem de müsteşar HSYK’ya üye değil. Kaldı ki, Avrupa Yargıçlar Konseyi, Venedik Komisyonu, AB uzmanları HSYK başkanlarının HSYK’daki yargıçlar tarafından seçilmesini, siyasal parti üyelerinin başkanlık yapmamasını öngörüyorlar.
Ar damarı insanın neresindedir?
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet
++++++
Yutturmaya programlı
Dün sabah spor ayakkabılarla çıktım evden; parkayı andıran bir palto geçirdim sırtıma; boğazıma tehlike anında yüzümü örtebilecek genişlikte kırmızı bir atkı (tamam abarttım dün hava yazdan kalmaydı ve benim boğazıma sardığım atkı değil ipekli bir şaldı!) doladım... Malum “medyada radikal devrim günü”ydü; ne olacağı belli olmazdı. Evden çıkıp köşeyi döndüm mü Filistin’den kalma gerilla giysisiyle Cengiz Çandar dikilebilirdi karşıma, yahut “sokağa inen” diğer “radikal”ler!
“Sokak”ta “radikal” bir değişim gözlemledim yol boyunca; “gazeteye taşındıkları” için boyu büyümemişti kimsenin...
Gazetelerin içine karışmış “devrim broşürü”nü özenle inceledim... “Radikal” bir değişim aradım...
İlk intiba: Mükemmel “PR”la “yutturulan” hezimet! Kuru gürültü...
Ki “yutturulmak” üzere hazırlanmış bir gazeteyim diye bağırır gibi sanki...
Eyüp Can da ‘dijital tabletlerin gazetecilik ruhu ölmemiş hali’ diyerek doğruluyor “hap” formunu...
Bu arada “sokaktan” bildirme iddiasıyla yola çıkan “teşkilat”ın “1 Numara”sı daha ilk günden su koyvermiş; “yataktan” bildiriyor; yeni gazetesindeki ilk yazısı sperm bankasından çocuk sahibi olan Yahudi eski sevgilisiyle Müslüman karısının muhabbeti üzerine!
Yani asayiş berkemal; buralarda “radikal bir değişim” yok...
“Sokak” mı?
Bizim bildiğimiz, hani şu yanda Ercan Akyol’un çizdiği “sokak” değil; “cadde” diyelim daha çok...
Hala iddialıyım; Bu bir devrimse; “karşı devrim”!
Yoksa niye “halkla ilişkiler”ini Doğan Grubu’nun profesyonel ekibi dururken “yandaş medya” yürütsün değil mi? Gazetenin çıktığı gün Nuriye Akman’da röportaj, Ergun Babahan’da alkış...
Akman, Eyüp Can’ı tanıtırken “genç yaşında üçüncü kez bir dönüşüm projesinin içinde” demiş...
Laf kalabalığı arasında kaybolup gitmesine rıza gösteremeyeceğim kadar dikkate değer bir saptama:
“Dönüştürücü!”
++++++
Eksiğiniz yok keşke fazlanız da olmasaydı!..
Diğer komutanların hiçbirinin döneminde iktidara muhtıra verilmedi...
Diğer komutanların biri bile verilen bu muhtırayı Büyükanıt gibi sahiplenmedi...
Diğer komutanlar, Güneydoğu’dan şehit haberlerinin geldiği günlerde, “Fenerbahçe maç kazandı” diye sevinçten oynamadı...
Diğer komutanlar muhtıra vermedikleri gibi, muhtıralarının muhatabı olan iktidarın bakanlarıyla, samimi fotoğraflar
çektirmedi...
Diğer komutanlar, Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakan’la saatler süren gizli bir görüşme yapmadı...
Başbakan diğer komutanların hiçbiri için, “Onlarla konuştuğum benimle birlikte mezara gidecek... Ancak onlar konuşursa ben de o zaman şey ederim” diye demeç vermedi...
Diğer komutanların hiçbiri hakkında kamuoyunda kuşku bulutları oluşmadı...
Hiçbiri hakkında, “Bilmem neredeki kapalı kapıların ardında Başbakan’la ne konuştunuz? Yoksa pazarlık mı yaptınız? Bunları açıklamayı düşünmüyor musunuz?” diye kampanya düzenlenmedi...
Diğer komutanların (son Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ dahil) hiçbirine
iktidar tarafından devlet bilmem ne
madalyası verilmedi...
Diğer komutanların hiçbirinin altına (yine İlker Başbuğ dahil) emekli olduklarında iktidar tarafından “zırhlı Audi” çekilmedi...
* * *
Şimdi Sayın Büyükanıt çıkmış diyor ki, “Benim darbe iddianamelerinde adları geçen komutanlardan ne eksiğim var? Eğer çağırırlarsa gider tanık olarak ifade
verebilirim...”
Aslında o da biliyor “eksiği” değil, fazlası olduğunu... Ve bu “fazla” lara güvenerek, ifade vermesi durumunda bile en fazla “tanık” olabileceğini düşünüyor... Oysa diğer komutanların hiçbiri; böyle bir güvenceye sahip değil... Bu yüzden hiçbiri “tanık olarak ifade verebilirim” demiyor; tam tersine en akıl almaz iddiaların muhatabı olup, terörist muamelesi görüyorlar...
* * *
Eksiğiniz yok Sayın Büyükanıt...
Ama... Keşke şu yukarıda sıraladığım “fazlalarınız” da olmasaydı!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Bu masal mutlu sonla bitmiyor
Hamdolsun Hamedincilere, bize de hamdettirirler diyerek düşmüşler farelerin üflediği kaval sesinin ardına, yürümüşler beleşçilik hayallerinin peşinde.
Birkaç yıl sonra bir de ne görsünler?
Fareler gerçekten beleş ham yaptırıyor onlara: Mercimek dağıtıyor, un dağıtıyor, şeker, yağ, odun, kömür, hatta çocuklara oyuncak dağıtıyor, evlere paket servis bile yapıyor! Ama bu beleşle ancak kıt kanaat geçiniyorlar.
Kavalcı fareler, çalışmak isteyeni bile çalıştırmıyorlar, dur sen biz seni besleriz, diyorlar, zırnık iş alanı açmıyorlar.
Buna karşın muhtar fareler başta, ağası, kardeşi, amcası, dayısı, kızı, kızanı, gelini, damadı, dünürü, kayınçosu, kankası, dızdığının dızdığı, dış kapının tokmağı... Kız olsun oğlan olsun, kimi pırlanta, kimi altın, kimi tavuk, kimi yumurta, kimi gübre, kimi yağ, kimi et, kimi süt; biri getiriyor, öteki götürüyor, beriki satıyor, ama istisnasız hepsi kuluçkadan çıkma tüccar, hepsi kan ter içinde ticaret yapıyor, çok yaptığı için de bol kazanıyor, bazıları dolar, bazıları Avro bazında, hepsi milyoner farecik!
... Bu masalın devamını merak ediyorsanız, John Steinbeck’in başyapıtı “Fareler ve İnsanlar” da okuyabilirsiniz. Ama sonu, kitaptakinin tersi olabilir.
* Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet
++++++
AKP iktidarı kadar ya yaşar ya yaşamaz...
Habertürk TV Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut Akşam’dan Elif Aktuğ’a verdiği röportajda, “AKP Hükümeti bu ülkede daha en az 10 yıl iktidarda kalacaktır” demiş...
Aktuğ sormuş: “10 yıl sonra nerede olacaksınız acaba?”
Bulut’un cevabı:
“Artık emekli olurum sanırım...”
Yoruma lüzum yok; kendi ağzıyla mesleki ömrünü AKP’ye endekslediğini itiraf etmiş Bulut...
++++++
Kadrolaşmada ‘altın vuruş’ operasyonu
Cumhuriyet’ten Fırat Kozok’un haberine göre ”Göreve başladığı dönemde TRT’nin personel sayısındaki fazlalıktan şikâyet eden TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, son yılların en büyük kadro alımı için düğmeye bastı. TRT Yönetim Kurulu, kuruma 890 yeni kadro ihdas edilmesi için RTÜK’ten onay aldı. “
Bir süre önce RTÜK’e başvurarak halihazırda kullanılmayan 890 kadronun iptal edilmesini ve bunun yerine 890 yeni kadro açılmasını isteyen TRT, bu kadroların 866’sını kurum dışından, 24’ünü de kurum içi nakiller için ayırdı. Kurumun yeni personel alımına ilişkin ilanı Resmi Gazete’de yayımlandı.
İlk etapta 30 stajyer spiker, 13 stajyer muhabir, 137 yapım ve yayın görevlisi, 5 avukat almaya hazırlanan TRT, adaylarda ”kopya skandalıyla gündeme gelen KPSS”ye katılmış olma şartı arayacak.
TRT’nin personel alımının olumsuz tepkiye yol açmasının en büyük nedenlerinden biri yeni kadroların büyük oranda ”iletişim fakülteleri dışından“ oluşturulacak olması. Buna göre bilgi işlem, bilgisayar, resim-iş eğitimi, tiyatro, takı tasarımı, seramik, matematik ve bilgisayar bilimleri, yazılım mühendisliği, elektronik gibi bölümlerden mezun olanlar da TRT’ye başvurabilecek. Daha önceki sınavlarda açtığı kadro kadar yedek aday belirleyen ve bunları da kadroya alan TRT yönetimi, Kozok’un haberine göre kurumsal tarihinin en büyük personel alımlarından birine imza atmış olacak. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin üslubumuzla yaralanmasın diye yoruma girmiyoruz ama, göreve geldikten sonra yaptığı ”Bu kadro ile değil 5 kanal, 40 kanalı bile yönetirim “ açıklamasını hatırlatmak her gazetecinin boynunun borcu. Malum en büyük şikayeti “ihtiyaç fazlası personel”di Şahin’in. Buna rağmen, yine Kozok’un bildirdiğine göre, 23 Kasım 2007’den bu yana kuruma 1330 yeni personel alındı. Şişmiş kadroya “aşırı dozda kadro” yüklemek, koltuğundaki son bir yılında Şahin’in “altın vuruş”undan başka ne olabilir!
İbrahim Şahin TRT Genel Müdürü olduğunda ‘Bu kadro ile 40 kanal yönetirim “ demişti, o günden bu yana 1330 personel aldı
++++++
Geçtiğimiz Cumartesi günü toprağa verilen Cumhuriyet Gazetesi yazarı Deniz Som’un köşesi dün meslektaşlarına emanetti. Deniz Som’un anısına “Vaziyet”i Bedri Baykam, Meriç Velidedeoğlu, Adnan Dinçer ve Hasan Akarsu idare etti.
++++++
MİNİ YORUM
İlk 71 bine girme formülü
Türkiye’de dün itibarıyla hali hazırda dinlenen kişi sayısı 71 bin 538’miş... “İlk 71 bin 500” içinde var mıyımdır acaba?” Biliyorum şimdi kimbilir kaç kişi bu soruyu soruyor kendi kendine... Ben iddialıyım, “klasman dışı” kalmamak için, her dem kulakların üzerimde olması için, kulaklarını benden alamamaları için, dikkat çekici, akıcı, sürükleyici, heyecanlı, dram, hatta melodram etkisi hissedilen, aksiyon ve duygu yüklü(!) bir üslup kullanmaya başladım son dönemde... Tavsiye ederim; denemeye değer bence!