Anneler ve oğulları
Terörle mücadele ederken terör örgütü kurmaktan, milli menfaatler lehine projeler üretirken milli iradeye darbe planlamaktan cezalandırılan askerleri çok yazdık; eşlerine, çocuklarına çok kulak kabarttık.
Bu fotoğrafın en acılı köşelerinden birinde “anneler” var bir de...
Kiminin yüreği dayanamadı evladına yapılan haksızlığa, adaletsizliğe, eziyete; göçtü gitti, kimi Engin Alan’ın önceki gün özel izinle gelip bir günlüğüne görebildiği annesi gibi yatağa düştü; sağlığını kaybetti, kimi de kan kustu kızılcık şerbeti içtim dedi...
Oğlunun; Balyoz Davası’nda 18 yıl ceza almış Deniz Kurmay Albay Nihat Altunbulak’ın kaleminden o annelerden birini okuyacaksınız bugün: “Hadımköy’de iken annem açık görüşe gelmiş idi.
Arkadaşlarımdan biri annemin üzüntülü halini görmüş olacak ki teselli etmek amacıyla “teyzeciğim üzülme bizim durumumuz çok iyi, şartlarımız, yattığımız yerler, verilen yemekler gayet güzel” şeklinde teselli edici bir konuşma yaptı.
Bunun üzerine annem; “Evladım isterse burada sahip olduğunuz her şey dünyanın en güzel, en pahalı şeyleri olsun, hiç önemi yok. Neticede burada yıllardır haksız yere alıkonuyorsunuz. Çok iyi biliyorum ki hiçbir suç işlemediğiniz halde kendi vatanınızda esirsiniz, tutsaksınız. İşte insanı kahreden bu çaresizlik. Beni kahreden de evladım için hiçbir şey yapamıyor olmanın vermiş olduğu ıstırap” diye cevap verdi.
(...)
O aşırı duygusal, en küçük şeyde bile gözyaşlarını saklayamayan kadın, tutuklandığım 11 Şubat 2011’den itibaren benden gözyaşlarını sakladı. Hep güçlü görünmeye çalıştı. 7 Aralık 2011’de 55 yıllık hayat arkadaşını, babamı kaybettiğimizde, defin için mahkemenin izni ile yanlarına gittiğimde bile güçlü görünmek adına benden gözyaşlarını sakladı.
Anneciğim beni ziyaretlerinde içindeki fırtınaları, acıları bana hissettirmemek için adeta tiyatro oynuyordu. Eminim bilmediğim birçok zorluğa göğüs germeye çalıştı. İçi kan ağlarken o hep gözyaşlarını içine akıttı. Sanıyorum tamamı masum olan bütün Balyoz sanıklarının anneleri de aynı duygularla hareket etti. Aynı acıları yaşadı.
Evet “Asrın İftirası Balyoz Davası” nedeniyle birçok insan suçsuz yere, hiçbir şeyden habersiz yıllarca hapislerde yatırılmaktadır. Birçok hanım, eşi hapiste olduğu için maddi manevi sıkıntılar ile karşı karşıya kalmaktadır. Birçok evlat, baba, kardeş, arkadaş benzer sıkıntı, üzüntü ve problemlerle karşılaşmıştır. Ancak en büyük acıyı anneler yaşamaktadır.”
***
Mektubunun devamında “öteki annelere” sesleniyor Altunbulak;
“Bir anne yaşadığı acıyı elbette en iyi anlatandır. Onun yalnızca gözlerinden bile okuyabilirsiniz o ıstırabı, acıyı.
Bütün annelere sesleniyorum; lütfen karnınızda yavrunuzun varlığını hissettiğiniz andan itibaren yaptığınız fedakârlıkları hatırlayınız. Evladınız basit dahi olsa bir hastalığa yakalandığında onu iyileştirmek, sağlığına kavuşturmak için çabaladığınız günleri, geceleri, düşünmenizi istiyorum.
Ve şimdi; Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Bakanların, tüm milletvekillerinin Genelkurmay Başkanının, yargı mensuplarının hayatta olan annelerine ve eşlerine yani daha geniş bir kapsama ile aklı ve vicdanı olan her insan annesine soruyorum:
Siz kesinlikle eminsiniz ki; canınızdan, kanınızdan bir parça olan, hayatınızı uğruna adadığınız biricik yavrunuz suçsuz yere yıllardır hapislerde tutuluyor. Hiçbir şey yapamıyorsunuz ve acı çekiyorsunuz.
Ne yaparsınız?
Lütfen bir an olsun duygudaşlık yapınız.
Yapınız ki acılar paylaşılsın.
(...)
Yapınız ki sevdiklerinizle birlikte, iftiradan ve adaletsizlikten uzak bu güzel ülkede güven içerisinde özgür bir yaşam sürme hakkımız olsun.
Yapınız ki anne kucağındaki bebeklerin umudu olsun.
Umudumuz olsun.”
Osmanlı Arşivinde kadro isyanı
Gün geçmiyor ki bir “mağduruz” çığlığı yükselmesin.
Son mesaj “Osmanlı Arşivi” personelinden.
Son kadro düzenlemesinde iki seçenek sunulmuş kendilerine;
Ya sözleşmeli kalır, kadroluların sosyal haklarından yararlanamaz ama şimdiki maaşınızı alırsınız,
Ya da kadroya geçersiniz ama maaşınıza yüzde 30 civarında kesinti uygulanır.
Kimi kadroya geçmeyi seçmiş, kimi sözleşmeli çalışmayı tercih etmiş; ama iki taraf da hâlâ şikayetçi.
“Osmanlıcaya hakim, aslında kariyer uzmanlığına layık insanlar olarak, ‘kadro müjdesi’ adı altında olduklarından da kötü duruma düşürüldüklerini” söylüyorlar.
Yetki sahibi Memur-Sen’e de söyleyecekleri var;
“Madem bir düzenleme yapılmayacaktı, ne diye iyileştirmeye gidilecek vaadiyle kadroya geçmeye teşvik ettiniz?”
“Orduevine giremiyor olmak onurdur”
28 subayın ve ailelerinin orduevine girişinin yasaklandığı haberi yayılınca, Emekli Kıdemli Albay Candan Yıldızhan da adının “yasaklılar” listesinde olup olmadığını anlamak üzere Sıhhiye Orduevi’ne gitmiş. Nizamiye görevlilerine kimlik kartını gösterdiğinde “buyurun girebilirsiniz” cevabı alınca da kendisini Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e ihbar etmeye karar vermiş!
“Buradan kendimi size ihbar ediyorum. Emir buyurun, diğer komutanlarım ve silah arkadaşlarım gibi benim de orduevlerine girişim yasaklansın” diyen Yıldızhan’ın sözleri ibretlik:
“Sayın ÖZEL Orgeneralim;
(...) Emekliye ayrılmış olduğum iki yıllık süreç içinde, orduevlerini sadece saç tıraşı olmak maksadıyla kullanan bir emekli askerim. Çünkü orduevine girdiğimde; kulaklarının, yanı başında yer alan Sakarya Caddesi’nde, silah arkadaşlarının ve ailelerinin atmakta oldukları “sessiz çığlık”lara sağır kalabilmekte olan emekli “meslektaşlarımı”, orada; kahvelerini keyifle yudumlarken görmeye ne vicdanım, ne de yüreğim katlanabiliyor...
Bu yüzden; orduevlerine giremiyor olmak, yasaklı 28 komutan ve silah arkadaşım gibi, şahsım açısından da bir ceza değil; ancak ve ancak büyük bir onur vesilesi oluşturur.”