Ankara ve Kıbrıs'ta son tango!
Son yıllarda Türkiye’de tartışmalar laiklik, demokrasi, türban, parti kapatma, “Ergenekon (!) Terör Örgütü” gibi üstyapıyla ilgili sorunlar etrafında yoğunlaşmış bulunmaktadır. Bu tartışmalar da çözüm üretmek, mutabakat sağlamak amacıyla değil rakipleri alt etmek için yapılmaktadır. Türkiye’nin günübirlik, kısa vadeli ve geçici gündemlerine karşın küresel güçlerin bölgeye yönelik olarak kalıcı, kurumsal ve stratejik çıkarlı gündemleri büyük bir hızla gündeme sokulmuş durumdadır.
Soğuk Savaş sonrası Avrasya coğrafyasında meydana gelen boşluğu kalıcı bir biçimde doldurmak üzere küresel, kıtasal ve bölgesel güçler büyük bir yarış sürdürmektedir. Bölgede bu anlamda kartlar her gün yeniden dağıtılmakta, toplanmakta ve tekrar dağıtılmaktadır. Türkiye ise enerjisinin önemli bir kısmını iç çekişmelere, diğer kısmını da umutsuz bir vaka hüviyetindeki Avrupa Birliği’ne tahsis ettiğinden jeopolitik ekseninde olan bitenin çok da farkında değildir. Türkiye bölgesel, kıtasal ve küresel çıkarlarını olayların doğal akışına havale etmiş gibidir.
Türkiye’nin son zamanlardaki gündemi sağduyudan, akıldan ve gerçeklerden büyük ölçüde kopuktur. Bunun nedeni ülkenin gündeminin makro/küresel oyuncular tarafından kapatılmış olmasıdır. Bu durum yaşanan vahameti büyük ölçüde halkın dikkatinden kaçırmaktadır. Özellikle Kıbrıs konusunda yaşanan son gelişmeler, ülkenin giderek geri dönüşü mümkün olmayan bir mecraya girmesine neden olmuştur. Bu anlamda Kıbrıs konusunda yaşanan son gelişmeler her şeyi özetler niteliktedir.
Kıbrıs gitti gidiyor!
Ankara, emekli orgeneral operasyonu ile meşgulken aynı gün KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, dört ay içindeki üçüncü görüşmesini yaptı. Görüşmelerin sonucunda Talat ve Hristofyas’ın, “tek egemenlik ve tek vatandaşlık konusunda prensipte anlaştığı” açıklandı. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Taye-Brook Zerihoun, görüşmenin “pozitif ve işbirliği havasında geçtiğini” belirterek, liderlerin, tek egemenlik ve tek vatandaşlık konularındaki detayları, kapsamlı müzakerelerde ele alacaklarını söyledi.
Bu durum Kıbrıs’ta Rum egemenliğini “tek egemenlik”, Rum vatandaşlığını ise “tek vatandaşlık” olarak kabul etmek demektir. Bunu kabul etmek resmen KKTC’nin ruhuna fatiha okumak demektir. Bunu kabul etmek demek Kıbrıs Türk halkını, Rum hâkimiyeti altına sokmak, onlara eklemleyerek bir azınlık hüviyetine indirgemek demektir. Kısacası bu durum Türk milletinin 1974’ten bu yana Kıbrıs uğruna katlandığı maliyetler sonucunda elde ettiği bütün kazanımların bir kalemde yok edilmesi demektir.
Kıbrıs’ta Türk işgaline (!) karşı Talat ve Hristofyas omuz omuza!
Hristofyas’ın Talat’la görüştükten sonra yaptığı açıklama ise Türkiye diplomasisinin -eğer hâlâ kaldıysa- tüylerini diken diken etmeye yetecek niteliktedir. Hristofyas, görüşmelerin ardından Avusturya’nın Kurier gazetesine verdiği demeçte, “Talat ile Türk işgaline ve anavatana bağımlılığa karşı mücadele ediyoruz” demiştir.
Bu söylem biçiminden KKTC’nin cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zatın kendisini o makama oturtan Türk askerini “işgalci” olarak gördüğü ve Rumlarla birlikte bu işgale (!) karşı mücadele verdiği anlaşılmaktadır. Türk askerinin Kıbrıs’taki varlığının Hristofyas’ı, Yunan askerinin varlığı da Talat’ı rahatsız etmesi lazımken her ikisi de Türk askeri varlığına karşı birleşmiştir. Talat’ın cumhurbaşkanı olması için Türkiye’nin bütün kaynaklarını seferber eden AKP’lilerin bundan alacakları ders olsa gerek.
Ancak bu iktidar yandaşları, yabancıya sınırsız toprak ve stratejik kurumların satışına karşı çıkanlara “sırtlarına yüklenip götürecek halleri yok ya!” türünden ciddiyetsiz türden cevaplar verdikleri bilinmektedir. Bu tür vicdana sahip olanların Kıbrıs konusunda da farklı bir tutum içinde olmaları elbette beklenmemelidir. Ankara’da ve Kıbrıs’ta birilerinin kurguladıkları son tango artık bitmek üzeredir. Kıbrıs’ı Talat’a emanet eden iktidar sahipleri bunun hesabını vermeye de hazır olmalılar!