Ankara güzellemesi
Sevgili okuyucum; Anadolu'da hangi kente bakarsanız bakınız; orada tarihin göz alıcı dokusunu görürsünüz. İşte, Ankara! Sadece kalesi bile tarihin derinliğini anlatır...
Ankara kalesi için M.Ö.8. yüzyıla tarih verenler var. Bu kaleye bakınca, hayalimiz tarihe tutsak olur. Ve düşünürüz; acaba Frigler, Lidyalılar ve Persler kalenin şurasından mı tırmandı... Duvarları aşmak Galatları, Romalıları acaba ne kadar meşgul etti... Cem Sultan'ın mektubunu götüren ulak şu kapıdan girmiş olmasın? Herhalde Timur, Ankara kuşatmasında, kaleyi en fazla şu taraftan zorlamıştır...
Evet! Hayalimizi genişletmek mümkün...
Roma Hamamı... M.Ö. 3. yüzyıldan kalma. Bu hamam, 12 külhanı ile çağının en görkemli yapısıydı. Kim bilir, Ankara'dan geçen Julianus bu hamamda yıkanmış olabilir. Julianus'un şerefine dikilen sütun hâlâ ayakta... Ya Augustus Tapınağı? O da yerinde...
1071'de Malazgirt kapısından giren Türkler, tüm Anadolu kentleri gibi Ankara'da da hak ve adaletin temsilcisi olurlar. Önce Selçuklu girer Ankara'ya... İnsanın Tanrı'ya yönelen elleri gibi minarelerle donanır bu güngörmüş kent. Ve Alaaddin Camii, günümüze Selçuklu görkemini anlatır.
Ve Ahiler! Sanat ve meslek erbabının dayanışma, toplumu diri tutma örgütü! O dönemin pek çok yapısı arasında, Ahi Şerafettin; diğer adıyla Arslanhane Camii, bunların en önemlisidir ve hâlâ ayaktadır.
Az da olsa, Osmanlılar da damgasını vurur Ankara'ya... 1425 yılında yapılan Hacı Bayram Camisi gibi... Hacı Bayram Velî'in ölümünden iki yıl önce, bizzat yapımıyla ilgilendiği bu cami, uhrevî havası dışında farklı anlamlar da taşır. Bu anlam, Müslüman Türklerin hoşgörüsüdür! Türkler, Augustus Tapınağı'nı yerle-bir etmeden, hemen yanıbaşına kendi ibadethanelerini kurmada bir sakınca görmezler.
Gerçek şu ki, 1919 yılı Aralık ayında dikmen sırtlarında beliren aydınlığın, göz kamaştıran etkisi, önce bu kentte başlar. Artık, Ankara Millî Mücadele'nin kalbidir! "Milletin azim ve kararı" Amasya, Erzurum ve Sivas'tan sonra, tüm cihana, sürekli olarak Ankara'dan duyurulacaktır! Çok geçmez, ulusal egemenliğin ifadesi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulur. 23 Nisan 1920'de, Ulus'ta, yeri göğü almaz bir kalabalığın katıldığı törenle açılır Meclis... Bir başka deyişle, Türk'ün bahtı açılır! Milletin harim-i ismetine uzanan eller, bu Meclis'in iradesiyle kırılır! Parola: "Ya İstiklal, ya ölüm"dür!
Çok geçmez; İnönü'den, Sakarya'dan zafer muştuları gelir... Kesin zafer Dumlupınar'dadır. O da gerçek olur!
Ankara bir başkadır artık... O Cumhuriyetimizin başkentidir; o yeni Türk devletinin kalbidir! Yabancı gezginlerin 1900 başlarında, "Tarihin yorgunluğunu anlatan bir kasaba görünümünde" dediği Ankara, artık dünya kentleriyle yarışa girer. Ve o kent artık, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk'ün mekânıdır!
Cumhuriyetle kentin tarihi, sanki yeniden yazılmaya başlar. Eski adı Türk Ocağı olan Resim Heykel Müzesi, tüm görkemiyle kurulur Hacettepe eteklerine... Türk Hava Kurumu, "İstikbal göklerdedir" sözünün ifadesidir... Ulus Meydanı'nda, sırtında mermi taşıyan cefakâr Anadolu kadınını, o kahraman Mehmetçiği ve at üstünde Gâzi'mizin, eseri olan Meclis'i seyrederken görürüz...
O ilk yılların bir diğer eseri olan Etnoğrafya Müzesi; Atatürk'ün geçici kabridir.
Ve Rasat Tepe! Bu tepe daha sonra öyle bir anıta kavuşur ki, bu anıt, tüm milleti anlatır; adı üzerinde bu Anıtkabir'dir! Burada, "Tek başıma kalsam dahi, Elmadağı'na çıkar, yine düşmanla savaşırım" diyen, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk yatmaktadır. Bu anıtın her yanında, o muhteşem İstiklâl Savaşı anlatılır. Anıtkabir'in duvarlarında, yok olmak istemeyen bir milletin iradesi, ifade edilir.
Sevgili okuyucum; işte bu yüzden bizi kimse yok edemeyecek!
Binlerce yıl önce vardık, bugün varız; var olacağız her zaman!
Esen kalın efendim.