Angelina “gönülleri fethedecek”...
Gelirken Brad’i de getir!..
Türk kamuoyundan “Angelina Jolie ziyareti”ne ilişkin olarak ortaya konan en anlamlı(!) tepki -şimdilik- bu.
Dünyanın en kapsamlı psikolojik operasyon karargahı olduğu tarih önünde defalarca tescillenen Hollywood’un en etkin “görevli”lerinden biri, sınırımızdaki “tanzim”e insani meşruiyet kazandırmak üzere Türkiye’ye gelecek ve günlerce “mütevazı kişiliği”ne, “sade giyimi”ne, “makyajsız da nasıl güzel olduğu”na dair güzellemeler okuyacağız yazılı basında. Görsel medyada el sallayan, öpücük yollayan, küçük bir Suriyeli çocuğu kucaklamış Angelina pozları izleyeceğiz, hayran hayran... Ve uğurlarken o anahtar cümle dökülecek bütün “anchorman/anchorwoman”ların dudaklarından: “Gönüllerimizi fethetti!”
Ee işi bu tabii...
“İyilik” emperyalizmin icad ettiği en köklü ve en güçlü silah olduğu sürece sadece Jolie mi, Annie Lennox, Edward Norton, Nicole Kidman ve daha yüzlercesi... Sadece Türkiye mi, Suriye mi? Pakistan, Kosova, Kafkaslar, Lübnan, Irak, Afganistan,, Kamboçya; dünyanın bütün “bakir”, bütün “zengin”, bütün “verimli” bölgelerine gelecekler ve önce gönüllerimizi, sonra o “gönül köprüsü”nden geçerek erişecekleri topraklarımızı, kaynaklarımızı, dilimizi, dinimizi, kimliğimizi fethedecekler.
***
IMF’nin yoksullaştırdığı ülkelere, şöhretleri “aynı fidanın dalları” olduklarını unutturacak kadar güçlü “elçi” leri aracılığıyla bebek bezi ve mama kolileri taşıyacak BM. Yumuşatacak kalbimizi... NATO’nun katliamlarında sakat kalan sivillere ilaç getirdiklerini görüp “helal olsun” bile çekeceğiz, “Ne duyarlı kadın/adam be, dünyanın bir ucundan kalktı geldi görüyor musun!”
“Iraklı mültecilerle de buluşmuştu” derken unutacağız sormayı:
İyi de Körfez savaşından sonra Iraklı sivilleri inim inim inleten, sadece 6 ayda 30 bin çocuğun ölümüne yol açan ambargoda da şu “iyi niyetli BM”nin işi değil miydi be annem!
Ruanda’da farklı mı oldu? Denetimi ele alacağım diye insanları birbirine kırdırdıktan sonra “hakem”liğe soyunmadı mı BM? Bırakın fitilini yaktığı iç savaşları, depremi, seli ve her nevi doğal afeti dahi “fırsat” bilmedi mi sızmak için sömürmeyi planladığı ülkelere? Çok eskiye gitmeye gerek yok; işte Haiti. Önce yüzlerce “iyi niyetli yıldız”ın gövde gösterisi, ardından da bir o kadar “kilise örgütlenmesi”nin şefkatli eli değmedi mi oradaki yıkık dökük yüreklere!
O günlerde kimileri mavra konusu dahi yaptı da, İzmit’te bizim başımıza gelen neydi sanki; “kanımıza” girmeyi denemediler mi!
***
1800’lerin “misyoner”leri, 60’ların barış gönüllüleri gibi günümüzün şöhretli iyi niyet elçileri de arkalarında pıtırak gibi biten “yardım dernekleri”, okullar ve sağlık kuruluşları bırakıyorlar. Ve ne garip tesadüf ki her biri bir kilise örgütlenmesi.
Şimdi de Türkiye-Suriye hattına uzanıyor elleri... “Lara Croft zemin çalışmasına geliyor” bizden söylemesi...
+++
AKP’lisi neydi sanki
12 Haziran gecesi, seçim sonuçlarının hemen hemen belli olduğu saatlerde, RTÜK üyesi Esat Çıplak’la karşılaştık. Görev süresi dolan adayların yerine gelecek yeni üyeler hangi partilerden olur onun hesabını yapıyordu. “Giden AKP’linin yerine BDP’li gelirse ne değişir?” diye sordum; “Hiçbir şey değişmez!” dedi.
Öyle ya, Atatürk’e “yılan” diye hakaret yağdırılan programla ilgili olarak “yaptırıma gerek görmeyen” RTÜK zaten değişmiş değişeceği kadar....
+++
Gazetelerde uşak patlaması oldu
En zavallı uşaklar “Efendileri gibi olmak isteyen” uşaklardır.
Gazetelere bakıyorum.
Zafer yazıları yazıyorlar.
“Halkı biz anladık” diyorlar.
***
Dünya komedyasının kurucularından Moliere; “Gülmecenin genel görevi insanın kusurlarını göstermesidir” demişti. Edebiyat tarihçilerinin belirttiğine göre Moliere, eserlerinde tiplerini gerçek hayattan seçerdi.
Yüzlerce tip yaratmıştı.
Doktor, hasta, ağır hasta.
Hastalık hastası.
Efendi, gerçek efendi.
Sahte efendi ve uşaklar.
Moliere’in gerçek hayattan bulup tiplediği uşaklardan birisi efendisine aşıktır.
Onunla özdeşleşir.
Onun gibi olmak ister.
Delice bir arzuyla efendisine benzemek ister. Okumuşsunuzdur.
Hikaye şöyle akar gider:
“Efendi yaşlıdır.
Hastalıklara tutulmuştur.
İlaçlara başvurur.
Hergün aynı saatte, aynı ilaçları içmektedir. İlaçlarını her gün aynı saatte içsin diye efendisine bir bardak suyla hazır eden de uşağıdır.
Uşak bu!
Efendiyi efendi yapan gücün, kudretin, hikmetin ilaçlardan geldiğini zanneder.
İlaç almazsa efendi olmayacak sanır.
Efendisinin ilaçlarını çalar.
Gizli gizli içer.
Efendisi gibi olduğunu düşünür.”
***
Türkiye’de seçimler bitti.
AKP yüzde 50 oy aldı.
Gazetelerde uşak patlaması oldu. Yazdıklarına bakın; Moliere’in
efendisi gibi olmak için onun
ilaçlarını içmekte olan uşağına
benzeyen çok sayıda yazar göreceksiniz. Tayyip Erdoğan ile
özdeşleştiler.
Onun zaferine yapıştılar.
Onun ilaçlarını içiyorlar.
Basında uşak patlaması oldu.
Çok yakındır.
Uşakların yarışması başlar.
Necati Doğru - Sözcü
+++
Damgalamak bu kadar mı ucuzladı
Nihal Bengisu Karaca dünkü yazısında yeni Meclis’i eğlence programına benzetmiş.. Türkücüler, futbolcular diye sıralama yapmadan lafa şöyle başlamış.. ‘Önce porno yıldızı olup sonra milletvekili seçilenler orada..’
Karaca’nın porno yıldızı ilan ettiği vekil kim? Damgalamak bu kadar mı ucuzladı!..
Adamların yatak odalarına gizli kamera yerleştirmişler.. Politik hayatları bitsin diye mahrem anlarını servis etmişler.. Alçakça bir oyun oynamışlar.. Kadın yazarımız bu çirkin tuzağa düşen siyasetçileri ‘porno yıldızı ilan ediyor..’ Hiç sıkılmadan, çetecileri kutsuyor..
Mehmet Tezkan - Milliyet
+++
MHP’nin direnci “Amerikan sağı”nı hedefinden etti...
Aslında kimse dillendirmedi ama, AKP’nin seçimlerdeki hedefi son referandumda “evet”lerin eriştiği yüzde 58’di.
Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Arap ve İslam ülkeleri, Amerika’nın desteğiyle artık etkinliği Türkiye’yi aşmış olan Gülen Cemaati, doğrudan yarattığı veya denetim altına aldığı medya da “sağ oyların Ilımlı İslam ekseninde konsolide edilmesi projesine” destek veriyordu.
... Bir yandan orta sağın politikacıları transfer edildi, öte yandan bürokrasi, Milli Eğitim, medya, sivil toplum kuruluşları ve nihayet tüm devlet ele geçirildi.
Hedef, sınırı yüzde 70’lerde görülen sağ oyların konsolidasyonu ve bu yolla AKP’nin mutlak egemenliğiydi. Nitekim 2010 referandumu ile bu sınır yüzde 58’e kadar da taşınabildi.
MHP’yi “baraja takma” planı bu hedefin gerçekleşmesi için çok önemli bir adımdı. İşte MHP’nin “şaşırtıcı direnci” tam bu noktada ortaya çıktı. Cinsel içerikli kaset skandallarıyla tüm üst yönetim kadrosunu bir anda yitiren, Erdoğan’ın “aşırı milliyetçi” kampanya söylemleriyle siyasal kozları elinden alınan MHP, sadece barajı aşmakla kalmadı, 2007’deki gücünü de korudu. Dört nedeni var gibi görünüyor:
1) MHP, örgütlenme modeli açısından “sağın konsolidasyonu” projesine siyasal olarak daha dirençli bir yapıya sahip.
2) Kürt milliyetçiliğinin yükselmesi...
3) Bahçeli, kaset krizini ve seçim kampanyasını başarılı yönetti.
4) MHP’ye tuzak kurulduğunu düşünen ve sağın AKP iktidarında konsolidasyonunun getirdiği otoriter ve hatta totaliter eğilimlerden korkan bilinçli seçmen MHP’ye destek verdi.
Dalkavuklar ne derse desin, MHP, gösterdiği şaşırtıcı dirençle ve aldığı sonuçla bu seçimin önemli galiplerinden biridir.
Emre Kongar - Cumhuriyet
+++
Bilin bakalım siz hangi millettensiniz!
Tayyip Erdoğan ‘Balkon konuşması’nda sık sık ve üzerine basarak milletim ve milletimiz sözcüklerini kullandı... Ancak adını koymadı, hiç “Türk milleti” demedi. Erdoğan bu deyimi kullanmamaya özen gösteriyor. Seçim kampanyasında Yalova’da yaptığı seçim konuşmasında bir kez kullanmış. Bir kez de Diyarbakır konuşmasının ardından televizyon röportajnda kullandı...
Aynı şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’nun ağzından da “Türk milleti” sözü çıkmıyor. O kadar ki CHP’nin 135 sayfalık seçim bildirgesinde “Türk milleti” deyimi bir kez olsun geçmiyor... Bir demecinde “Kürt demiyorum ama Türk de demiyorum” ifadesiyle “Türk”ü aynen Erdoğan gibi sadece etnik grup saydığı anlaşılıyor.
İyi de bu milletin bir adı olmayacak mı? İki lider bir gün:
- Sizin milletin adı nedir, diye sorulursa ne yanıt verecek?
Rus milleti var, Alman, Fransız, İngiliz milleti var.
Ama Türk milleti yok.. Türkiye’de yaşayan bir millet var ama adı yok...
Neden?
ABD, AB ve Kürt milliyetçileri öyle istiyor.
Kürt kimliğini elbet kabul edeceğiz. Kürtlerin yıllardır yok sayılmaktan doğan tepkilerini de anlıyoruz. Ancak Cumhuriyet, Türk sözcüğünü, ırkın değil “Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin adı” olarak tescillemiştir. “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir” der Atatürk... Her milletin bir adı olur. Bu milletin adı da Türk’tür. Noktayı koyarken sayın Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu’na soralım:
- Siz hangi millete mensupsunuz?
Nedir mensup olduğunuz milletin adı?
Kendilerine doğru yanıt için ipucu da verelim: Adınız Türk adı.. Diliniz Türk dili... Yaşadığınız ülkenin adı Türkiye yani Türk ülkesi...
Bilin bakalım siz hangi millettensiniz?
Melih Aşık - Milliyet
+++
“Kırdıklarım, üzdüklerim varsa özür dilerim” diyen Erdoğan’ın “helalleşme” çağrısına ilk cevap “namert” dediği Nuray Mert’ten geldi:
Ben öbür dünyaya kul hakkıyla
gitmek istemem. Ama ismimle yapılmış bir hakaret varsa ismimle yapılmış bir özür beklerim. Ben bunu talep etmiyorum ama benim kırgınlığımın giderilmesinin karşılığı ismimle hakaret edildiği gibi ismimle özür dilenmesidir...
Nuray Mert - NTV-Basın Odası