Anayasal padişahlık

Referandum sandığı diye yutturdukları Pandora’nın Kutusu çıktı. Kapak açıldıktan sonra yayılan habis proje, yargıda tekelleşmenin hizmet edeceği amacı gösterdi: Eyalet vizesi anlamına gelen Başkanlık sistemi

Diktatörlüğe “evet” oyu vereceğim!
Daha son referandumun yorgunluğunu üzemizden atamadık... Ama önümüze hemen yeni bir “referandum” konusu konuldu: Başkanlık sistemi...
(...) Başkanlık sisteminde; yürütme erki, yasama organından bağımsız bir şekilde yönetimde bulunuyor...
Yasama organı en az iki meclisten oluşuyor...
Meclisler, hiçbir koşulda yürütmeyi yani hükümetleri feshedemiyor!
Ülke; genel olarak “eyalet”lere ayrılıyor... Ve her eyaletin başındaki vali, tıpkı başkan gibi seçimle geliyor. Kendi eyaletinde de “başkan” yetkisine sahip oluyor.
Her eyaletin de ayrı bir “senato” su bulunuyor... Zaten bu sistemin en çok eleştirilen ve Türkiye gibi farklı etnik kökenlerden insanların yaşadığı ülkelerde uygulanma şansı bulamamasına neden olan yönü de bu... Çünkü bu “kâğıt” üzerindeki bölünme, özellikle etnik farklılığın öne çıktığı ülkelerde, siyasi parçalanmalara da neden olabiliyor...
Bu sistemde başkan yasa öneremiyor ama yasama organının (parlamento) yaptığı yasaları veto edebiliyor.
Başkan belli bir dönem için seçiliyor ve hakkında gensoru önergesi verilemiyor, güvensizlik oyu ile düşürülemiyor...
Kararlar, Bakanlar Kurulu
tarafından değil, başkan tarafından alınıyor.
Bakanların yetkisi, başkanın ve meclislerin aldıkları kararları hayata geçirmekle sınırlı
tutuluyor.
Başkanın bakanlar kurulu için önerdiği adaylar, yasama organı tarafından onaylanıyor.
Başkan; kabine üyelerini, ordu veya yürütme erkinin herhangi bir çalışanını yani her devlet memurunu doğrudan yönetme hakkına sahip bulunuyor.
Bu sistem devlet mekanizmasının karar alma sürecini hızlandırıyor ama...
Otoriter rejime kayma olasılığı yüksek olduğu için sakıncalı bulunuyor...
Bu kadar söz yeter... En iyisi şu anda ABD dışında “başkanlık sistemi”yle yönetilen diğer ülkeleri alt alta yazalım, kararı kendinizi verin:
Afganistan, Arjantin, Belarus, Bolivya, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti, Endonezya, Ermenistan, Ekvator, El Salvador, Filipinler, Guatemala, Güney Kore, Haiti, Honduras, İran, Kazakistan, Kenya, Kolombiya, Kosta Rika, Liberya, Meksika, Nikaragua, Nijerya, Panama, Paraguay, Peru, Seyşeller, Sierra Leone, Sri Lanka, Sudan, Surinam, Şili, Tanzanya, Uganda, Uruguay, Venezüela, Zambiya...

* * *

Gördüğünüz gibi bu ülkelerin birkaçı dışında tamamı aslında “diktatörlük”le yönetiliyor... Haaa; buna karşın bize de bir gün “Başkanlık sistemine geçelim mi” diye sorulacak olursa, bu konuda bir referanduma gidilerse... Oyum bu kez, kayıtsız şartsız “Evet...” Nasıl olsa her zaman benim dediğimin tam tersi oluyor!
* Mustafa Mutlu / Vatan


++++++

İsteyip yapamadığı ne var ki...
Başbakan Erdoğan’ın, yeni anayasa değişikliği çalışmalarına başlaması talimatı verdiği Burhan Kuzu’ya göre bugünkü parlamenter sistem sorun çözmüyor, çözermiş gibi yapıp biriktiriyor. O nedenle artık başkanlık sistemine geçmenin zamanı geldi... Bakalım eski Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk bu işe ne diyor:
- Bir kere parlamenter sistemin sorun çözmediği görüşüne katılmıyorum. Kaldı ki başkanlık sisteminde de zaman zaman... Örneğin Başkan ile Kongre’nin farklı partilerden olduğu dönemlerde ciddi sorunlar çıkmaktadır. Ayrıca son sekiz yıldır bizim Başbakan’ın yapmak isteyip de parlamenter sistem yüzünden yapamadığı ne var ki?
- Sistem bizde nasıl sonuç verir?
- ABD Başkanı’na tanınan yetkileri bizdeki başkana verin, sistem kısa sürede anayasal padişahlığa dönüşür. Amerika’da dönüşmüyor çünkü orada yargı güçlüdür. Belirli olaylar söz konusu olduğunda Kongre’nin izni koşuluyla da olsa Başkan’a hesap sorulabilir. Clinton’a nasıl sorulduğunu hatırlayalım. Bizde başkanlık sistemi uygulansın diyenler her nedense sistemin ana dayanağı olan güçlü yargıdan söz etmiyorlar.
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

Başbakan Erdoğan’a tek soru sorma hakkım olsa şunu sorardım.
“Türkiye siyasi haritasındaki kırmızı sahil şeridini görünce ne hissediyorsunuz?”
Tabii, “resmi” değil, samimi duygusunu merak ediyorum.
Acaba o bölgelerdeki insanları nasıl görüyor?
Bazı yazarların, üstelik kendine “demokrat” diyebilen bazı yazarların yazdıkları gibi, “ruh hastası”, “darbeci”, “ahlaksız” insanlar olarak mı?
* Ertugrul Özkök /Hürriyet

++++++


Türk Milliyetçiliği’ni AKP’lileştirecekler
Oğlu, 13 Eylül sabahı ilk iş olarak “Mağlup hayırcılar; her panik atağınızda “kurtar bizi Atam!” diye Anıtkabir’e koşmayı bırakın. Atatürk öldü. Sizi duyamaz” diye yazmıştı. Dün de kendisi çıkardı ağzındaki baklayı: “Türkeş’in 1960’lardan itibaren konuşma ve yazıları incelendiğinde, Türkçü-Kemalist bir söylemden, “milliyetçi muhafazakâr” söyleme doğru bir değişim görülür...”
Şiddetle izahına ihtiyaç duyduğum o kısır iddianın eşiğine sürüklendim yine: “Türkçü” olmadan nasıl “Türk Milliyetçisi” olunabiliyor? Atatürksüz Türk Milliyetçiliği ne menem bir şey? (Bu izahı yapacak kişi, “Benim milliyetçiliğimi besleyen hiçbir zaman Nihal Atsız olmadı” diyerek “Türklük” şuuruna mesafesini zaten ortaya koyan Akyol olmasın mümkünse...) Türkiye Cumhuriyeti gibi, MHP’yi de Atatürk’ten, Kuvayı Milliye ruhundan, “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” hassasiyetinden, “birinci vazifen Türk İstiklalini ve Türk Cumhuriyetini korumaktır” sorumluluğundan uzaklaştırmak hedefinin beyanı sayılabilecek yazısında, marifet gibi bir de “Serbest Fırkalaşma” öneriyor Akyol: “Türkiye’de ‘devrimci otoriter devlet’ karşısında tarihen muhafazakârlar ve liberaller aynı kanatta yer almıştır. Terakkiperver ve Serbest Fırka hareketlerinde de bu böyledir. Bugün de demokratikleşmenin toplumsal motoru aynı dinamiktir.” Bingo! Omurgasızlığın en nadide kavramsallaştırması olan “muhafazakar-liberal” ol; Tepene çöreklenenlerin sana verdiği kadarından fazlasını istemeyecek kadar “muhafazakar” ol, göm kafanı kuma, kapat kendini dünyaya, kapat düşüncenin ışıklarını... Ve tepene çöreklenenlerin sınırlarını ihlal edişlerini sindirebilecek kadar “liberalleş” aynı zamanda! “Cumhuriyet karşıtlarının sızmasıyla rejimi tehdit eder hale gelecek” kadar serbestleştir fırkanı; ama kendi başına en ufak bir irade beyanında bulunamayacak kadar köleleş öbür yandan! Papanın davasına hizmetten onur duyan Müslümanlardan ol mesela; AKP’lileş! “MHP tabanı” teşekküre boğmalı Akyol’u... Dönüştürülmek istedikleri şeyi, kimse bu kadar alenen ilan edememişti!


++++++

İleri demokrasiniz hayırlı uğurlu olsun(!)


“Umut fakirin ekmeğidir.
Vaktiyle Kara Murat çizgi romanına senaryo yazmış biri, ”Bu sonucun pek de hayırlı olmayacağını düşünüyorum“ demiş yorumunda.
Ben de öyle düşünüyorum; özellikle komik yazarlar için...”
* Fehmi Koru


Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan salona girince kendini bilmez bir grup yuh çekiyor. Asıl size yuh. Siz terbiye yoksunu bir güruhsunuz çünkü terbiyesizlikte sınır tanımıyorsunuz. O insanlar olmasa, böyle bir şampiyona hayali bile göremezdiniz.
* Ergun Babahan

++++++

‘Hayır’cılara ‘gününüzü göreceksiniz’ mesajı
Başbakan, 2007 seçimlerinin akşamı, sıcağı sıcağına demeç verdi.. Yüzde 47’yi gördükten sonra konuştu..
Ünlü balkon konuşmasını söylüyorum..
Gerçi bir satırına bile uymadı, bir satırını bile benimsediğini göstermedi ama yine de alkışlanacak bir konuşmaydı..
Sakinleştiriciydi..
Kucaklayıcıydı..
Umut vericiydi, gönül alacıydı..
Politik olsa bile yerindeydi..
Referandum konuşması tam tersi oldu.. Sertti, tehditkârdı, gününüzü göreceksiniz der gibiydi..
Hayır diyenlere bedelini ödeteceğim anlamındaydı..
Hangisi daha samimiydi derseniz; dünküydü (12 Eylül gecesi) derim..
Başbakan netti.. Mesajı açıktı..
* Mehmet Tezkan / Milliyet

++++++

Babahan’ın iktidarın şüpheye mahal bir kurum olduğuna, dünyanın her yerinde yuhlanabileceğine dair bir öngörüsü yok. O da darbecilik ezberine sarılıyor
bir çırpıda. Zafer
sarhoşluğu hazretlerin gözünü kör etmiş bir kere...
* Ümit Alan / Birgün


++++++

Hedef federasyon için MHP’siz parlamento
MHP’yi yakından izleyen eski bir bürokrat dostumuz yazıyor: 12 Eylül referandumunda, ileride ayak bağı olması muhtemel yapıları, Anayasa Mahkemesi ve HSYK gibi yani yargıyı yeniden yapılandırmayı sağlamasının yanında “kendine özgü başkanlık sistemine” doğru bir büyük değişimin önünde duran CHP dışındaki MHP’nin de tasfiyesinin de provası yapılmıştır.
Takma akıllı taşeronlar
Yerden yere vurulan 12 Eylül Anayasa’sının 177 maddesinin 110’unun değiştiği ortada iken, Başbakan’ın Burhan Kuzu’ya verdiği yeni anayasa talimatının kapsayacağı maddeler ne olabilir ki? Hemen söyleyelim; takma akıllı kalemlerin taşeronluğunu yaptığı küresel emperyal fikirlerin ve AB’nin çağdışı bulduğu Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk üç maddesi ile ’yurttaşlık’tanımının yapıldığı 66. madde olmak üzere bir federal sistemi ve onun kurumlarını oluşturan bir taslak olacaktır. Amaç “Kürt açılımı doğrultusunda demokratik özerkliği içeren Federasyon Anayasası’dır”. Bu amacın önünde duran en önemli engellerden biri ise varlığını kurulduğu günden bu yana Türk milliyetçiliği ve milli devlet kavramından alan MHP’dir. Bu yüzden MHP tasfiye edilmelidir. Yani projenin geçekleşmesi ’ulusçuluk’ kavramı ve ’üniter’ yapının gevşetilmesine bağlıdır!
Bunun için değiştirilemez maddeleri engel saymayacak bir Anayasa Mahkemesi bileşeni ile MHP’siz bir parlamentoda oluşacak AKP ve BDP ortaklığına ihtiyaç vardır. Son seçimde %47 oy ile ancak 332 milletvekili çıkarabilen bir AKP’nin, MHP’nin barajı aşamadığı bir 2011 seçiminde %40 oy alsa dahi özellikle Orta Anadolu’daki yapı ile bugünkü sayıya ulaşması çok kolaydır.
Ancak bir federal sistem ile ’başkanlık’ yapılabilinirdi. Ancak bir ’federal’ anayasa ile bize dayatılan özerkilik oluşturulabilinirdi.Bu nedenle de ’milli’ özellik taşıyan her şey tasfiye edilip kenara atılmalıydı. Gömleği kenara atılan ’milli görüş’ gibi, temsilcisi partinin ’dinozor’ denilen kurucuları ve fikir babaları gibi! Tam da 2007 seçimleri öncesinde seçime girmeden anketlerde %13 oy oranı olan DYP ve ANAP birleşmesi gibi...
Kürt milliyetçiliği zirveye ulaşmış, Habur’da yaşananlar akıllarda iken, şehit cenazelerinde bağırmanın dahi polis eli ile yasaklanmış, 9 terörist cenazesi yüzünden bölgenin bir haftadır ateşe verilmesine rağmen MHP’nin 2007 seçimlerine nazaran iç Anadolu’da çökmesi nasıl izah edilebilir?
(...)
Türkiye’nin üniter bir devlet olarak kalması ve federal bir anayasa’nın engellenmesi için en önemli şart -MHP genel başkanı ve yönetimine rağmen - MHP’nin 2011 seçimlerinde parlamentoya girmesidir.
* Yalçın Bayer / Hürriyet


++++++


MİNİ YORUM
Vrak.. Vrak.. Vrak...
“Kurbağalar cehennemi” setindeyiz sanki... Terör örgütü başı, “aksakallı” ilan edilecek neredeyse... En son bir gazete, manşetinde ağırladı. Röportajdan beter olan röportajcının “Abdullah Öcalan bir sürü gazeteciyi reddetmesine rağmen, adımı duyunca sorularımı cevaplamayı kabul etmiş” biçimindeki “övünmesi”ydi yaptığı kariyerle! “Öcalan’ın prensesi” olmak diye bir kavram oluşursa ve biz de bunu “olağan” karşılarsak yakında şaşırmayın; “vrak”lıyoruzdur esasında...

Yazarın Diğer Yazıları